Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İSLAM'IN REFORMA DEĞİL ISLAHA İHTİYACI VAR!

İslam'ın kendisinde reform talep eden düşüncelerin önemli bir kısmının kendisi ya bizzatihi yabancılar tarafından yahut Batı'nın seküler düşünüşünün etkisi altında kalmış kişiler tarafından dile getirilmektedir.Önermelerine baktığımızda istenilen reformların büyük çoğunlu Hıristiyan gelenek ve tecrübeler neticesinde damıtılmış varsayım ve yanlışlıklar ile tamamen politik mesnedlere dayanmakta.



İslam'da doğal bir talep olarak görülen reform ihtiyacının önemli bir kısmı ne yazık dış aktörlerin ve etkilerin tesiri altında. İslam'da reform taleplerinin konuşulduğu tartışmaların önemli bir kısmını müşahade ettiğimizde ne yazık ki bu talebin Müslüman dünyası ve Müslümanlardan ziyade yabancılar tarafından dillendirildiğini görüyorum.

Samimi Müslümanların önemli bir kısmını sorunun kaynağının İslam'ın kendisinde olmadığının farkında. Müslümanlar, İslam'ın insanın evrendeki amacının açık tanımının, onun hayattaki mutluluğun ve adaleti açık bir şekilde dizayn ettiğinin farkında. Müslümanlar için, Kuran'nın sahibi aynı zamanda insanlığın sahibi olan Allah'ın onlar için insanın iyiye olan rehberliğinin açıklığını ve nasıl birlik olup iyiye yönlenmesi gerektiğine dair kesin çözüm kaideler koyduğunu bilir. Onun büyük bir intizam ve denge üzerine koyduğu yasaların uygulayıcısı insanlığın kendisidir.

Oysa İslam'ın kendisinde reform talep eden düşüncelerin önemli bir kısmının kendisi ya bizzatihi yabancılar tarafından yahut Batı'nın seküler düşünüşünün etkisi altında kalmış kişiler tarafından dile getirilmektedir.Önermelerine baktığımızda istenilen reformların büyük çoğunlu Hıristiyan gelenek ve tecrübeler neticesinde damıtılmış varsayım ve yanlışlıklar ile tamamen politik mesnedlere dayanmakta.

 
LİBERAL OLMAYAN DEVLET GELİŞİMİN DÜŞMANI DEĞİLDİR
 
Bilindiğinin aksine Hıristiyanlık Karanlık Çağın suçlusu değildir. Alışılmış kanaatin aksine alternatif bir tarih okuması yaptığımızda görebileceğimiz gibi Karanlık Çağın en önemli sebebi Batı Roma'nın barbar Alman göçebelerinin ağır tahribatlarıyla ortaya çıktığıdır. Çünkü Batı Avrupa'da yaşanan Hıristiyanlığın aksine doğuda özellikle Bizans'ta Hıristiyanlık oldukça parlak bir dönem yaşamıştır, bir yandan Antik Yunan düşünceleri üzerine akademik çalışmalar yaparken bir yandan kendi dönemine göre oldukça ileri sayılabilecek teknolojik gelişmeler kaydediyordu. Özetle, aynı Hıristiyanlık Batı Avrupa'da karanlık bir çağ yaşarken doğuda ise altın çağını yaşıyordu.
 
Aslına bakarsanız daha sonrasında yaşanan karanlık dönemin müsebbibi de Hıristiyanlık için, Katolik Kilisesinin kendisiydi. İslam dünyasına acımasızca saldırmak ve Antik Yunan düşüncesine sansür uygulamak yerine başka bir yöntem kullanmayı tercih etseydi Rönesans dönemi daha 1100'lü yıllarda başlamış olurdu. Buna rağmen, yani Katolik Kilise'nin hem eğitimin hem bilimin tartışılmaz patronu olmasına rağmen, bilim 600 yıl boyunca ilerlemesini hiç durdurmadı. Bilindiği gibi ilk modern-seküler ve liberal devlet yapısı 1780'li yıllarda kuruldu ki devrim olarak nitelendirilen pek çok fikir ve buluş bu tarihin öncesine dayanmaktadır.
 
Tuhaftır, İslam dünyasında ülkeleri demir yumrukla yöneten diktatörlerin büyük çoğunluğu seküler bir dünya algısına sahip ve onların vahşeti hiçte DAEŞ'ten aşağı kabul edilemez. Avrupa'nın meşhur bilimsel devrimi de 1500'lü yıllarda başlamış ve ancak 1700'lü yıllarda seküler devletin koruması altına girmiştir. Seküler düşünüş bu tarihte daha yeni bağımsızlığını elde ederken mühendislik alanında yapılan devrimler ise bu tarihten 80 öncesine dayanmakta.
 
Sanayi devriminin gerçekleştiği 1760-1840 yılları arasında Avrupa'nın büyük çoğunlu henüz seküler devlet idaresi ile yönetiliyor değildi. Seküler yapıya geçmiş devletlerin ise büyük çoğunluğu ise henüz yasaları hazırlamış ve adapte etmiş değillerdi.
 
Bugün bize dayatılan Hıristiyan geleneğine baktığımızda dahi Avrupa'nın modern gelişimin seküler devlet yapısının kendisinden kaynaklanmadığını görüyoruz. Oysa İslam'ın modernleşmesi düşüncesi etrafında gelişimin yegane gerekliliği içerisinde İslam'da reform talebinin kendisiyle karşılaşıyoruz.
 
Modern Çin Felsefesi düşünürleri gelişimin ve modernleşmenin gerçekleşmesi için Batı değerleri ile bir sekülerleşmenin doğru olmadığı algısı üzerine geliştirdiği paradigma ile gerçekleştirdikleri modern ve teknolojik gelişme, aslında bize dayattırılan önermenin de anlamsızlığını kanıtlar nitelikte. Aslında demokrasi İslamiyet'ten eski bir düşünüş sitemi ve İslamiyet'te de kesin kaidelerle bir yönetim şekli talebi bulunmaz, sadece geçmiş tecrübeler ve peygamberin uygulamalarının referans alınmasına dikkat edilmesini ister.
 
Ä°SLAM VE REFORM
 
Son tartışmalara baktığımızda şu kanaatle karşılaşıyoruz: ''İslam'ın reforma ihtiyacı var!'' Oysa sanıldığının aksine İslam zaten bir reform tecrübesi yaşamıştır. Bu tecrübe daha önce Avrupalı kolonistler tarafından Müslüman'ların reforme edilmesi ihtiyacı düşüncesiyle sert bir şekilde uygulanmış ve gelinen noktada bu insanlar kendi dini kuralları ve devlet geleneğinden sert bir şekilde koparılmışlardır. Bu teşebbüs Avrupalı sömürgecilerin bu toprakları terketmesiyle de bitmemiş, kendi elleriyle oluşturdukları elit tabaka yoluyla devam ettirilmiş, seküler eğitimin açtığı tahribatlar hala bölgede bir çok cinayet ve haksızlığın en önemli sebeplerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır.
 
 
TERÖR EYLEMLERİNİN SEBEBİ İSLAM DEĞİL
 
Seküler reformistlerin çok hoşlandığının aksine, terör İslam'ın kendisinden kaynaklanan bir vaka değildir.Ancak reformistler kendi tezlerini kanıtlamak için başvurduğu kaynakların hemen hemen tamamı Batı akademilerinden çıkmış sayısız tez ve John Locke gibi klasik düşünrlerin fikirlerine dayanıyor.
 
Reformistlerin iddiasının aksine terör İslam'ın kalsik eğitim sisteminden de kaynaklanmamaktadır. Bir çok İslam ülkesine dahi klasik İslam düşüncesi ve eğitimi yasaklanarak İslam'ın yalnızca ruhla ilgilenmesi gereken bir alan olduğunu iddia ediyor. Daha da kötüsü devletlerin kendi çıkarlarına dayanan İslam görüşüne göre bir eğitim modeli seçmesi örneğin; Özbekistan'da sufizm veya Suudi Arabistan'da selefi modellerin tercih edilmesiden olduğu gibi. Bütün bu modellerin arkasında yatan temel düşünce ise insanları pasif tutarak onların dikkatlerini yalnızca teolojik konular üzerinde yoğunlaştırmak.
 
İSLAMCI TERÖRİSTLERİN REFERANSLARI
 
Son zamanlarda ne yazık artan terör örgütlerinin sanıldığının aksine eylemlerini referans aldıkları yapılar İslami kaynaklar ya İslam geleneğinin kendisi değil, geçmişte ortaya çıkmış seküler terör örgütleri ve onların eylemleri olduğu aşikardır. Bakınız 1970'li yıllarda Lübnan'daki Hıristiyan ve seküler bir terör örgütü Phanlax'ın eylemleri ve Türkiye'deki seküler örgüt PKK'nın eylemleri incelendiğinde bu vahşetler yöntemleri bugün İslam terörü olarak dile getirilen yöntemlerden farksız olmadığı gibi daha eski oladuğu da anlaşılacaktır.
 
Aslına bakarsanız bu terör örgütlerinin faaliyetlerinin arka planında ne ideolojik ne de dini açıklamalardan ziyade Avrupa'nın bu terör örgütlerinin bulunduğu bölgede geçmişte uyguladığı metodlara tarihsel bağlamda bakmamız gerekir. Son zamanlarda seküler reformistler, DAEŞ'in faaliyetlerini iğrenç olarak tanımlayıp bunu İslam'ın üzerine yıkarken kendi geçmişlerinde bulunan terör eylemlerini ise görmezden geliyor. DAEŞ'in, eylemleri için İslami kaynaklardan bir refrans bulamazken dünyada destekçi toplamak için uyguladığı yöntemler ise geçmiş seküler yapıların metodolojisi ile büyük benzerlikler gösteriyor.
 
MEZHEPÇİLİK TARTIŞMALARI
 
Mezhep savaşları yalnızca İslamiyet dininde görülen bir sorun olduğunu dillendirmek art niyetlidir. Avrupa'nın bütün seküler yapılarını oluşturup gelişmişliğinin en üst düzeyde kabul ettiği 1860'lı yıllarda dahi yaklaşık 60 bin Dürzü mezhepleri gerekçesiyle öldürülmüştür.
 
Batılı Sekülerler mezhepçiliğin dini hoş görüsüzlük ve fundemental yaklaşımlardan kaynaklandığını söylüyor. Oysa ki İslami dünyası içerisinde görülen mezhep savaşlarının yaşandığı bölgelerin tamamında ya doğrudan bir Batı işgalinin gerçekleştiği ya da geçmişte sert kolonilyalist müdahalelerin etkisine maruz kaldığını görebiliriz. Sonuç olarak, iddiaların aksine reform iddiaların kendisi samimi olmadığı gibi sorunların İslamiyet'in kendisinde aramak art niyetli bir yaklaşım olarak durmakta.
 
Bakın Müslümanların hoşgörüsüzlüğünden bahsedildiği bir ortamda 2007'de Lübnan'da bir baba öz kızını İslam'ı tercih etmesi sebebiyle öldürmüştür. Yine bir Yezidi baba, kızının bir Müslüman ile kaçması sebebiyle onu öldürmekten çekinmemiştir. Tabiki bunun aksi de İngiltere'de Müslüman bir kızın bir Yahudi genci sevmesi sebebiyle babası tarafından öldürülmesi vakalarından hareket ederek dinlerin kendilerini suçlamak barbarca bir yaklaşım olacaktır.
 
Başka bir örnekte Mısır'da Mursi'nin devrilmesinde önemli rol oynamasında önemli bir etkene sahip olan Tahrir Meydanı'ndaki seküler kalabalıkta yüzlerce cinsel taciz ve tecavüz vakası gerçekleşirke Rabiya meydanında toplanan ve köktenci olarak tanımlanan İslamcı kitlede tek bir olay ihbarı ya da kaydı gerçekleşmemiştir.
 
Ä°LERLEMÄ°NÄ°N YOLU Ä°SLAMÄ°YET'TE RETORASYON
 
Yukarıda ortaya koyduğumuz gibi sekülerist yaklaşımın çözümü ve önerileri İslamiyet'in gerçekliğiyle örtüşmemektedir. Avrupalı sömürgecilerin ortaya koydukları reçetelerin İslam Dünyasında 150 yıldır tartışıldığı ver bir sonuç getirmediği ortadadır.
 
Müslümanlar, Hz. Muhammed'in yaşayış ve ölümüne kadar ilerlemesini sürekli bir değişim ve mükkemmel uyuma doğru Kuran'nın rehberliğinde yapmıştır. Bunun islam litaretüründeki adı 'Islah'tır. Bu yöntem bireysel reformların aksine Müslümanlar için daha iyi bir pozisyon sağlmaktadır.
 
Müslümanlar Kuran'nın rehberliği ve onun tanımlamalarından uzaklaşmasının sonuçlarını ağır bir şekilde ödemiştir. Bu uzaklaşmaının sonucunu İslam'da değil Müslümanlarda aramamız gerekmektedir. Bugün çok az İslami referansı kendisine mal ederek ilerlemesini sağlamaya çalışan İran ve Pakistan bile nispi başarılara sahiptir. Kendi programlarına sahip olan bu ülkelerin İslami politikalarını eleştirsek ve bizim önermemizi desteklemese dahi onlar bugün seküler düşüncenin aksine Müslüman düşüncenin teknolojik ilerlemeye karşı olduğunun aksine kendi nükleer programlarını yürütebilen az sayıdaki müslüman ülkelerden.
 
Bunların dışında Müslüman ülkeler muazzam bir entelektüel potansiyel, yaratıcı düşünme ve hünere sahiptir. Bunlar yeniden canlandırılması için bir İslam devleti devrimine değil, Müslüman zihninin uyanışına bağlıdır.Bunun da gerçekleşmesi adına İslam aydınlanmasının yeniden kurulması, çoğulculuğun geliştirilmesi ve Müslümanların dini anlamda yeniden bir halife etrafında ruhani bir canlanmaya ihtiyacı var, işte ıslahattan kastımız ve anladığımız budur.
 
ABDULLAH ENDÃœLÃœSÄ° / MIDDLE EAST EYE
 
*DÜŞÜNCE MEHKTEBİ İÇİN ÇEVİREN MEHMED MAZLUM ÇELİK
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 
 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.