Güncel
Başörtülü kadın, moda ikonu değil darbeye direnen Safiye'dir
Tesettür Defilesi" realitesi yeni bir şey değil hatta bu tip defilelerdeki artış, bu ironik durumun "normalleşmesini" dahi sağladı. İki zıt kavramın, "örtü/mahrem" ile "deşifre/ifşa"nın birlikte kullanılması durumuna, ilk etapta makul tepkiler gelmişti ancak zamanla bu tepkiler de azaldı.
Cemile Bayraktar - Yeni Åžafak
Tesettür Defilesi" realitesi yeni bir şey değil hatta bu tip defilelerdeki artış, bu ironik durumun "normalleşmesini" dahi sağladı. İki zıt kavramın, "örtü/mahrem" ile "deşifre/ifşa"nın birlikte kullanılması durumuna, ilk etapta makul tepkiler gelmişti ancak zamanla bu tepkiler de azaldı.
Lakin elimizde bir ilk var; New York Moda Haftası'nda ilk kez tamamı tesettür tasarımlardan oluşan bir defile yapıldı. Kıyafetleri bir görseniz, ne tesettür açısından, ne kullanım açısından, ne estetik açıdan bir değeri bulunmamakta. Tabi burada mevzumuz bu defile ve tasarımcıyla direk alakalı değil, zira böyle bir mevzuyu kişiler üzerinden konuşmak meseleyi kişiselleştirip, konuşamamak olur. Zaten amaç da bir kesimi rencide etmek değil, bu olgunun amaç ve sonuçlarını irdelemek olmalıdır.
Türkiye'de son 15-20 yıllık zaman diliminde, maddi koşullarının iyileşmesinin dindar kesim arasında bir çeşit sekülerleşme/dünyevileşme doğurduğu ifade ediliyor. Buna katılmamak mümkün değil, kendisi aynı zamanda hocam olan Doç. Dr. İsmail Demirezen, "Tüketim Toplumu ve Din" isimli kitabını bu bağlamda şiddetle tavsiye ederim. Demirezen, kitabında zenginleşme, kapitalizm, tüketim toplumu olma, modernleşme ile sekülerleşme arasındaki ilişkiyi tüm kuramlar ışığında irdeliyor. Demirezen'e göre, klasik sekülerleşme kuramı ve rasyonel tercih kuramı Türkiye'deki sekülerleşmeyi açıklamakta yetersiz kalmaktadır. Türkiye'nin mevcut durumu ancak tüketim toplumunun tüm yönleri irdelenerek açıklanabilir.
Baudrillard, tüketim toplumunu, gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı toplum olarak tanımlar. One göre; birey, tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. İnsan bu süreçte bir yandan kendini toplumsal olarak diğerlerinden ayırt ettiğine inanırken, bir yandan da tüketim toplumuyla bütünleşir. Dolayısıyla tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüşür. İnsani ilişkiler yerini maddelerle ilişkiye bırakır. Artık geçerli ahlâk, tüketim etkinliğinin ta kendisidir.
Türkiye'deki dindar kesim ve tüketim alışkanlıkları arasındaki ilişkiye dönecek olursak, her ne kadar "dindar kesim zulüm görmedi" gibi gerçeği yansıtmayan ifadeler ile dindar kesimin yaşadığı ciddi problemler, bu problemlerin failleri tarafından inkar edilse de, Türkiye'de dindar kesim cumhuriyet tarihi boyunca resmi ve sosyal boyutta aşağılanarak, ötekileştirilmiştir. Özellikle Ak Parti seçmenini ve dindar kesimi "koyun, bidon kafalı, göbeğini kaşıyan tipleme, cahil, Anadolu çomarı" gibi aşağılayıcı ithamlarla alt sınıf olarak tanımlayan seküler kesimler, dindar kesim üzerinde ciddi derecede sosyolojik ve psikolojik baskı oluşturmuşlardır. Birkaç yıl evveline kadar başörtülü olarak eğitim alması ve çalışması yasak olan Müslüman dindar kadınlara yapılan baskılar, "başörtün beynine oksijen gitmesini önlüyor, kara böcek, öcü" nev'inden hakaretler, bu kesimde yer yer aşağılık kompleksi oluşmasına neden oldu. Türkiye'nin tüketim toplumuna dönüşmesi ile birlikte artık "başörtülü kadının" kendisine yapılanlara "tüketim" üzerinden cevap verme dönemi de başlamış oldu.
Reklam ve medya aracıyla dayatılan "sahte ihtiyaçların" sınıf belirleyen tüketim malları olduğunu düşünülürse, alt sınıf olarak görülen başörtülü kadınların, "sahte ihtiyaçlar" ile kendi sınıflarını değiştirmek istedikleri söylenebilir. Bununla ilgili olarak kadınları yermiyor yahut kınamıyorum, mevcut tercihleri son tahlilde doğru olmasa da, mevcut durumları oldukça anlaşılır ve makul.
Moda ile başörtülü kadını "aylak" yapmak
Veblen'in "aylak sınıfın teorisi" tezine göre “aylak”, zamanın üretici olmayan tüketicisidir. Bu baÄŸlamda anlaşılmak istenen temel sorun, çalışmadan yaÅŸayan bir sınıfın toplumun iç dinamikleri tarafından nasıl yaratıldığıdır. (Heilbroner)
Veblen'e göre, rugan ayakkabılar, kusursuz ketenler, silindir ÅŸapkalar, bastonlar gibi giysi ve aksesuarlar, kullananın, insani ihtiyaçları karşılamaya dönük herhangi bir iÅŸe giriÅŸemeyeceÄŸinin de kanıtını oluÅŸtururlar. Kadın giyiminde ise bu baÄŸlantı çok daha açıktır Veblen'e göre, “Kadın giyimi onu tüm yararlı iÅŸler konusunda kudretsiz hale getirir”. Özellikle Veblen'in yaÅŸadığı dönemde kadın giyiminin temel ögelerinden birini oluÅŸturan korse, Veblen'e göre ekonomik teori açısından sakatlamanın yerine ikame edilebilecek bir etkiye sahiptir. Kullananın canlılığını azaltır ve onu kalıcı ve aÅŸikâr biçimde çalışmaya elveriÅŸsiz hale getirir. ( Mahremiyetin Dönüşümü: DeÄŸer, Taklit ve GösteriÅŸ Tüketimi BaÄŸlamında “Ä°slami” Moda Dergileri-Alev Erkilet)
Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum ancak son zamanlarda başörtülü kadınlara dayatılan "moda" kıyafetler; saten, naylon, ipek, fazlaca kırışan, kullanışlı olmayan, allı pullu, boyları oldukça uzun, kolları oldukça geniş, normal hayatta kullanamayacağınız bir takım giysiler şeklinde. Ne bir ev kadını olarak, ne bir çalışan kadın olarak, ne de anne olarak bu kıyafetler ile hayatınızı sağlıklı ve kolay şekilde geçirmeniz pek mümkün değildir. Ayrıca bu kıyafetler, başörtülü/tesettürlü kadını, bir çeşit kamusal alandan dışlama arzusu ile paralellik göstermektedir, başörtülü kadını hayatın dışında bir alana hapsetmek istemektedir.Peki, kullanım amacı ve gereği olmayan bu giysiler neden moda ve neden çok fazla tüketiliyor?
Başörtülü kadınlar olarak süs bebeği değiliz, vitrine yerleştirilmiş ve kıpırdamayan halimiz yok, hayatın içindeyiz ve olmalıyız da... Anneyiz, peşinde koştuğumuz çocuğumuz var, ev kadınıyız ev işlerimiz var. Çalışan kadınız, bir yerlere koşuşturuyoruz. Öğrenciyiz, gün boyu okul ve kütüphanede kapalı ortamlarda aynı kıyafetlerle dolaşıyoruz. Toplu taşıma kullanıyoruz... vs. vs. peki, durum bu ise bize dayatılan allı pullu ve kullanışsız kıyafetleri neden alıyoruz?
Zira, dibine kadar tüketim toplumu olduk ve moda olarak dayatılan şeyi tüketmenin bize bir kimlik inşa ettiğini, bir sınıfa ait kıldığını düşünüyoruz. Yıllarca aşağılanmış ve alt sınıf olarak itilmiş olmanın acısını, "gösteriş toplumunda" moda ve tüketim üzerinden çıkarıyoruz.
Hiçbiri kadının ne giyeceği yahut hangi tercihte bulunacağı ile ilgili haddim ve ödevim de olmadığı için herhangi bir tebliğde bulunmuyorum. Makul ölçülerdeki tüketimi, düzgün ve hoş giyinmenin gereğini, insanın arada nefsinin hakkını vermesi gereğini çok iyi anlıyorum. Ancak burada mevzu, giyimin bir araç olması gerekirken amaca dönüşmesi, dahası başörtülü kadının kimliği, kişiliği ile oynanması, başörtülü kadını olmadığı bir şeye dönüştürülmesidir ve tepkim de bunadır. Amacım ise bunun farkında olunmasını sağlamaktır.
Türkiyeli başörtülü kadınlar, toplumun yükünün yarısı erkeklerle paylaşıyor. Bu kadınlar, sadece tüketip, giyinip, süslenip ayna karşısında ömür tüketen kadınlar değiller, gösteriş için dayatılan şeyleri sorgusuzca kabullenmiyorlar ve moda haftalarının ikonları da değiller. Ancak bir kesim bilinçli bir şekilde, başörtülü kadınları, o elbiselere mahkum etmek, o "aylak" role bürümek istiyor. Hiçbir şey üretmeyen bir ikon gibi sunup, öykünün sonunda başörtülü kadının da bunu kabullenmiş olmasını sağlamak istiyor. Bunun farkına vararak, bu dayatmaya tepki vermek gerekiyor. Müslüman ve başörtülü kadın, oryantalistlerin resmettiği gibi yalnızca zevk ve süs için kullanılan, başka bir şeye yaramayan, ipek satenler içerisinde sunulan bir varlık değildir, 15 Temmuz'da kamyonla tankların önüne halkı taşıyan Şerife Boz'dur. Elleri silahlı, gözleri dönmüş darbecilerin karşısında dimdik duran Safiye Bayat'tır. Rabia Meydanı'nda direnirken şehit olan Esma'dır.
Henüz yorum yapılmamış.