Yorum - Analiz
BİRAZ ÇARPIK, DAHA ÇOK ÇARPTIRILMIŞ TARİH
Tarih dün yaşandığında hayattı. Bugün durup baktığımız yerden labaratuvara sokulup da çıkartılmışçasına hak(!) kabul edilebilecek bir konu değildir. En az hayatın kendisi kadar zıtlıkları içinde barındıran tarih, ne tapılabilecek ne de yerin dibine koyulabilecek bir alandır. Dün kendisi politik olan hayatlar üzerinden siyasi mecraların enstrümanlar üretmesinin Müslüman zihinlere verdiği tahribatı anlamamız gerekir.
Musollini diktası altında zindanlarda neÅŸrettiÄŸi eserlerle doÄŸru bir tarih perspektifinin nasıl olması gerektiÄŸini açıklayan Gramsici’nin ÅŸu tespiti kayda deÄŸer: ‘’EÄŸer tarih, kahramanların eliyle oluÅŸturulmuÅŸ bir kronolojisi ise varacağınız son nokta faÅŸizmdir.’’ Sosyal bilimlerin içinde yeni bir toplum oluÅŸturma arzusu iktidarların baÅŸ vurduÄŸu kahramanlar çoÄŸunlukla öze ulaÅŸtırmak idealiyle ortaya çıkarlar. Bu Ä°ran toprağında kendi ehl-i beyit aÅŸkı ile imamların kahramanlaÅŸtırılması ile hayat bulabileceÄŸi gibi Anadolu topraklarında Turan sevdasıyla eski Türk beylerinin sembolleÅŸtirilmesi ile de olabilir.
ÇoÄŸunlukla bu teÅŸebbüsler birer siyasi komplekse dayanmaktadır. GeçmiÅŸin kutsalları ile yaÅŸanılan topraklarda yeni bir Amerika yaratma iddiası genellikle karşı karşıya kalınan daha büyük bir siyasi erkin hayretinden kaynaklanır. ÖrneÄŸin; Genç Cumhuriyet’in kurtuluÅŸ savaşı sonrası Ziya Gökalp gibi siyasi bir sosyologun, aslında teolog denilmelidir de baÅŸka bir tartışma konusu, ışığında giriÅŸtikleri ‘’Yeni Türkiye’’ ideallerinin uygulayıcıları, Avrupa’da eÄŸitim görmüş ancak kendi medeniyeti adına komplekse kapılmış kiÅŸilerdir. Bu müceddidlerin eliyle gerçekleÅŸtirilen zulmü anlamak için Atıf Hoca’nın ÅŸahadetini bilmek yeterli olacaktır.
Yine Afrika ülkelerinin 1945, 2.Dünya Savaşı sonrası elde ettiÄŸi nispi bağımsızlık ile iktidara gelen yerel diktatörlerin hemen hemen tamamı Avrupa’da eÄŸitim görmüş daha sonrasında Afrika’nın özgürleÅŸmesi uÄŸruna giriÅŸtikleri yeni tarih üretimi ve medeniyet ihracı sonucunda Ana Kıta’da iÅŸlenen cinayetler sömürgecileri gölgede bırakmıştır.
Bu yazıda yeni bir toplum oluşturmak adına muktedirlerin kendilerine ilham aldıkları şahsiyetlerin enstrümanıyla işledikleri cürümlere bakarak Müslüman zihinde oluşturduğu tahribatı anlamaya çalışacağız.
TATAR ZULMÜ GELİYORUM DEMEZ!
Ol rivayet odur ki Asya bozkırlarından baÅŸlayarak Moskova, Küçük Asya (Anadolu) ve BaÄŸdat’dan Hindistan’a kadar Timur gözünün gördüğü her yeri acımasızca iÅŸgal ederek Halep önlerine kadar gelir.
Kapılarına dayandığı Halep halkı iÅŸgali kabul etmeyip ani bir baskınla huruç edince Timur ordusuna kendi kellesini kurtarmak isteyen herkes elinde bir Halepli’nin kellesiyle gelsin buyruÄŸunu verir, yalnızca bölge ulemasının yaÅŸadığı bir mahalleye dokunulmamasını ister.
Åžehir düşer, Timur kendisine direnen her ÅŸehirde yaptığı gibi Halep meydanlarına insan baÅŸlarından oluÅŸturulmuÅŸ piramitlerini diktikten sonra Halep alimlerini yanına toplar. Onlara beklenin aksine dehÅŸetcengiz bir tavırla deÄŸil, bir talebe hürmetiyle buyur ettikten sonra Halep alimlerine Hz. Ali’nin oÄŸlu Hz.Hüseyin’nin elinden zorla halifeliÄŸi alan Muaviye için ne düşündüklerini sorar.
Timur’un bu tavrından cesaret alan bir imam heyecana gelerek Muaviye’nin tavrını eleÅŸtirsek de onun da dini için savaÅŸtığını söyler. Timur bu cevap üzerine hiddetlenerek önünde insan kellelerinden meydana gelmiÅŸ piramitlerin farkında olmaksızın Muaviye’nin bir zalim (!) olduÄŸunu ve Hz. Hüseyin’den halifeliÄŸi zorla çaldığını bağırır.
Bu kıssadan maksudumuz Muaviye’nin meÅŸrutiyetini tartışmak deÄŸil elbette. Lakin meramımız elinde yüz binlerin kanı olan iktidarların tarih sahnesinde bulunan mazlumiyetleri kendi siyasi nezaketsizlikleine ne kadar rahat entegre edebildikleridir.
Nitekim coÄŸrafyamızın kanayan yarası olan diktatörya rejimlerin başında bulunmuÅŸ ve hali hazırda bulunan diktatörlerin sadece isimlerine baktığımızda tarihi mazlumiyetlerin çarpık tarih algısıyla müslüman zihindeki tahriatı anlaşılabilir. Farz-ı muhal; Suriye’de Esad, Yemen’de Zeynel bin Abidin isimleri bu iddiamızı ispatlar mahiyettedir.
KENDÄ°NÄ° BÄ°LEN RABBÄ°NÄ° BÄ°LÄ°R
Ä°slamiyet’te tarih algısı bu tür sapmaların önüne geçebilmek adına oldukça açık ve basit bir metodoloji arz eder. Şöyleki ölçüsüz sevgi ve sonsuz nefretin bir ÅŸahıs ve belirli olaylar ekseninde bir nevi putlaÅŸmaması adına tipolojiler kullanır. ÖrneÄŸin; Firavun derken hangi firavun’nun olduÄŸu açık bir ÅŸekilde belirtilmemesi nefretin mücessemleÅŸmesine ber –kemal iken peygamberin etrafındaki en yakınların dahi isminin zikredilmemesi ölçüsüz sevgiye dayalı bir tarih tasavvurunu da bıçak gibi kesmektedir.
Tarih tasavvurunu bildiren en net ayetlerden biri Bakara Suresi 134. Ayet olsa gerek: ‘’Onlar sizden önce bir ümmetti. Geldiler, geçtiler. Onların kazandıkları onlara sizin kazandıklarınız sizedir. Siz onlardan hesaba çekilmeyeceksiniz.’’ Burada tarih birinin ne övünç sebebi ne de hesap defteri olmadığı da net bir ÅŸekilde ortaya konuyor.
Esasen Ä°slam’ın tarihe yaklaşımı ibret ve kendini bilmek/tanımak vesilesidir. Hz. Peygamberin kendini bilen ancak Rabbini bilir hadisindeki mana da bu perspektife ışık tutacak bir tasavvura sahiptir.
BÄ°TMEYEN ABDÃœLHAMÄ°D KAVGASINDA NERDE DURMALI
Söze Cemil Meriç ile baÅŸlamakta fayda var: ‘’ Aydın olmak için önce insan olmak lâzım. Ä°nsan mukaddesi olandır. Ä°nsan hırlaÅŸmaz, konuÅŸur, maruz kalmaz, seçer. Aydın kendi kafasıyla düşünen, kendi gönlüyle hisseden kiÅŸi. Aydını yapan; ‘uyanık bir ÅŸuur, tetikte bir dikkat ve hakikatin bütününü kucaklamaya çalışan bir tecessüs.’’
Abdülhamid’i tarih perspektifinde nereye oturtmamız gerektiÄŸini konuÅŸmaya baÅŸlamadan önce onu çılgın sevgilerin ve ÅŸuursuz kinlerin emzirdiÄŸi bir konu olmaktan çıkarmamız gerekir.
Allah’ın tevakkufu olsa gerek, bu konuya girip girmemek konusunda tereddüt yaÅŸarken bugün Sözcü Gazetesi’nden Emin ÇölaÅŸan’ın pespaye bir Abdülhamid yazısıyla karşılaÅŸtım. Tarihi bir ÅŸahsiyetin elbette günahları olabilir; ama bu satırların sebeb-i giryesini kavramak için söze Meriç ile baÅŸlamakta bilahare tedbir gördüm. Emin Bey’in yaşı benden elbette büyük, hadsizlik yapmak istemem; ama hala Genç Cumhuriyet’in ideolojik ve sapma tarih reflekslerinin ne kadar diri olduÄŸunun da ete kemiÄŸe bürünmüş ispatı bir yazı olmuÅŸ doÄŸrusu.
Meselenin bizi ilgilendiren yönü ise Abdülhamid konusunda ortaya koyduÄŸumuz tavır ne yazık ki hakkaniyetli bir duruÅŸu yansıtmıyor. Tarih konusunda Kitab-ı Mukaddesin serseri Yahudisi tavrını artık terk etmemiz gerekir. Kemalizm’in reddi için Müslümanın Abdülhamidizm’e ihtiyacı yoktur.
Elbette ki Abdülhamid’i anacağız da anlayacağız da; ama itirazımız bunu ÇölaÅŸanvari tortuların bir antisi olarak yaptığımız zaman Allah’ın kesin hatlarla ortaya koyduÄŸu sınırları geçerek düşmanımıza benziyoruz. Bu aklın biraz ötesinde Abdülhamid’i koruma kanunun çıkarılmasından endiÅŸe etmeye baÅŸlamamız gerekir mi bilemiyorum.
Sonuç olarak tekrarda rahmet vardır, tarih dün yaÅŸandığı zaman hayattı. En az hayatın kendisi kadar çeliÅŸkilerle dolu olan tarih üzerinden bize düşen yalnızca ibret alıp kendimizi tanımaktır. Kendisini tanıyan bir Müslüman’nın geçmiÅŸle ne problemi ne de saplantısı kalmayacağı kanaatindeyim.
Henüz yorum yapılmamış.