Genel
Modern zamanların seyyar cehennemi: metrobüs
Yağmur nefesleri tazelemek için tatlı tatlı çiseliyor, önce hafif bir ıhlamur kokusu… Sonra yeryüzündeki tüm anneler bir araya gelip, tonlarca çikolatalı kurabiye pişirmiş gibi bir koku selamlıyor durakta bekleyenleri…
Beyza Karakaya
YaÄŸmur nefesleri tazelemek için tatlı tatlı çiseliyor, önce hafif bir ıhlamur kokusu… Sonra yeryüzündeki tüm anneler bir araya gelip, tonlarca çikolatalı kurabiye piÅŸirmiÅŸ gibi bir koku selamlıyor durakta bekleyenleri… DoÄŸru tahmin ettiniz, CevizlibaÄŸ’dayız. Metrobüs duraÄŸa yanaşıyor. Kapı açılınca, iki bey tatlı tatlı atışıyor:
“Aman efendim, siz önden buyurun.”
“Yok canım, hiç olur mu? Ä°stirham ederim, siz buyurun.”
Yerlerini birbirlerine ikram etmekten bir türlü içeriye geçemiyorlar. Nihayet biri önden buyuruyor da bu tatlı atışma son buluyor, geriye kalanlar da yeri incitmeye çekinerek oturuyorlar boÅŸ koltuklara… Metrobüste bulunan herkes tüm azalarının latifelerini muhafaza ettiÄŸi için sürur içinde…
Gözlerinizin hayretle açıldığını, yazının başına dönüp CevizlibaÄŸ levhasını tekrar aradığınızı görür gibiyim. Hayreti mucip bir ÅŸeydi söylediÄŸim deÄŸil mi? Bir metrobüs kapısı açılacak ve nezaketten belleri bükülmüş iki bey birbirlerine “tatlı tatlı” ikram edecekler geçiÅŸ haklarını, ne hayal ÅŸey… Hayal dediÄŸime bakmayın siz. Bundan yüz küsur sene evvel, Beylerbeyi’nden hareket edecek olan Åžirket-i Hayriye vapuru bu lütufkâr beyler sebebiyle gecikmeli kalkıyordu. HoÅŸ, o gün de nasıl baÅŸka semtlerde vapura binilirken, veyahut tramvay kullanılırken, bugün yaÅŸanılan hengâmenin bir benzeri cereyan ediyorduysa bugün de Beylerbeyi vb. semtlerde olabildiÄŸince riayet ediliyor toplu taşıma/yaÅŸama kurallarına. Ancak, o gün için geçerli olan hengâme bugünün aksine yaÅŸlılara, hastalara, hamilelere, kadınlara yer verme; baÅŸkasını rahatsız edecek ÅŸekilde oturmama, konuÅŸmama, yememe gibi bazı toplumsal deÄŸerleri parantez içine almıyordu. O hâlde bu yüz senede ne deÄŸiÅŸti de, bugün metrobüs dediÄŸimiz vesait, çığırından çıkan dünyayı azdıran bir aracı gibi modern zamanların seyyar cehennemi olarak girdi hayatımıza? Sorunun cevabını birlikte arayacağız elbette ama ömründe hiç metrobüs kullanmamış biri için bir ÅŸey söylemiyor olabilir yazdıklarım. Veyahut tramvay, metro, otobüs kullananlar, kendi yaÅŸadıklarıyla eÅŸ deÄŸer bir yolculuk hayal ediyor olabilirler. O hâlde, metrobüs ne menem bir ÅŸey ola ki diye merak edenlerle birlikte bir metrobüs yolculuÄŸuna çıkalım, çıkalım ki metrobüs dediÄŸimizde aynı “doÄŸal afet”, pardon, ulaşım aracı canlansın tahayyülümüzde.
Metrobüs oyununun birinci kuralı: Metrobüse binmeyeceksiniz
Öncelikle ÅŸunu belirtmeliyim ki, metrobüse binerken neye ne kadar nasıl maruz kalacağımızı bilebilmemiz için hangi durağı saat kaçta kullanacağımız sorusunun cevabı, kelimenin gerçek manasıyla “hayati” bir önemi haiz. Şöyle izah edeyim. Sabahları Avcılar’da 6.30’a kadar herkes daha medeniyken, 6.30-7.40 arası ses tonları yükselmeye, kıpırdanmalar artmaya baÅŸlar. Maskeler birer birer düşer hasılı. Makyajların kapatamadığı çirkinlikler, kusurlar birer birer ifÅŸa olur. Saat 8 itibariyle “bir nebze olsun” normal seyrine kavuÅŸur. AkÅŸam CevizlibaÄŸ- Beylikdüzü yönünde gidecekseniz saat 18.00’a kadar yaÅŸama ÅŸansınız yüksek ama sonrasında ruhunuzu, insanlığınızı parça parça koparırlar sizden, durakta bir insanlık dramı sahnelenir… Metrobüs Açlık Oyunları’nın gündelik hayatımızdaki karşılığıdır. Güçlü olan daima kazanır, zayıflar ve de zarifler kaybeder…
Åžimdi bu zaman çizelgesini göz önünde bulundurursak iki farklı teoriye ulaÅŸabilmemiz mümkün. Sabahları medeniyetin hüküm sürdüğü ve akÅŸamları yaÅŸama ÅŸansının yüksek olduÄŸu saatlerde insanların “acelesi” olmadığı için mi normal seyrediyordur her ÅŸey? Hız çağını kendi dinginliÄŸinde hafifleten, belki paralel evrende yaÅŸayanlar mıdır bu vakitlerde metrobüs ile seyrüsefer eyleyenler? Yoksa bu saatler arasında metrobüsle iÅŸe giden ve iÅŸten dönen insanların daha medeni olduklarını söyleyebilir miyiz? Medeniyetin ölçüsü beyaz yakalı bir iÅŸte çalışmak da, beyaz Türk olmak da deÄŸil efendim. Åžehirde yaÅŸama kültürünü içselleÅŸtirmiÅŸ olmaktan bahsediyorum.
İnsanlık için nevzuhur, metrobüs için sıradan bir gün
Ne diyorduk, metrobüs için sıradan bir gün… Sabah 7.00’de Avcılar’da buluÅŸalım, ne dersiniz? Åžimdiden uyarayım, gördüğünüz manzara karşısında ÅŸaşırabilir, kurgu ile gerçek arasındaki ayrımı yitirebilirsiniz. Belki az önce okuduÄŸunuz distopyanın içinde olduÄŸunuzu düşünebilirsiniz. Ya da üstünüze “kaldırımları” örtüp, “Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim/Gündüzler size kalsın verin karanlıkları” diye haykırabilirsiniz.
Ä°tiÅŸip kakışmaların ardından nihayet binebiliyoruz metrobüse ve yolculuÄŸumuz baÅŸlıyor. Nefes alıp veriÅŸlerden buharlaÅŸmış camlara düşmüş baÅŸlar, baÅŸka baÅŸka yerlerden gelip bambaÅŸka yerlere giden insanlar, her sabah ezanla birlikte sanki felaket bölgesinden kaçıyormuşçasına yollarda izdiham meydana getiren araçlar, bir saat daha uyuyabilmek için “o koltuÄŸa” oturma savaşı veren, her sabah baÅŸka taktiklerle bu savaÅŸa katılan, hayattaki tek motivasyonu o koltuk ya da o metrobüs olan cengâverler… Başınızı yasladığınız camda, oturan, ayakta durmaya çabalayan insanları izleyip. Ne yapıyoruz biz, diye sorabilirsiniz. Bunca gürültü neden? Biraz sessizlik lütfen, diyebilirsiniz içinizden sessizce. Birazdan sanki siz bunları dememiÅŸsiniz ve tüm bunlar sırf size inat olsun diye yazılmış gibi bir kavga kopabilir. Yanı başınızdaki adam ve kadın birbirlerini tanımamanın ve tanımayacak olmanın verdiÄŸi rahatlıkla tüm zehirlerini birbirlerine akıtabilirler. Yolculardan uyuyanlar hemen uyanıp seyre koyulabilir. Birkaç genç sosyal medyada paylaÅŸacak konu bulmanın verdiÄŸi mutlulukla telefonlarına sarılabilir. Åžoförse artık duymuyordur, zira belli ki onun duyarlılığının altında kalıyordur kavganın desibeli. Ä°htiyarlar ayakta kalmış olmanın verdiÄŸi kırgınlıkla “cık, cık, cık” çekip, her zamanki alışkanlıkla bütün bunların müsebbibi olarak devleti gösterebilirler. Devlet bu kavgacılara yüz veriyordur hep ve gençler de çok saygısız olmuÅŸlardır. “Bizim zamanımız”, “onların zamanı”yla baÅŸlayan cümleler havada birkaç takla attıktan sonra yere çakılabilir. Gençlerin bir kısmı koltuÄŸuna iyice gömülür sonra, bir kısmı kulaklarında dünyanın umarsızlığı olduÄŸu için hiçbir ÅŸeyin farkında deÄŸildir. Bütün bunlardan, içinde bulunduÄŸu zamandan bıkmış bir teyze mırıldanabilir, sonra dünyaya kapalı olduÄŸunu her hareketiyle belli eden yanındaki genci iÅŸaret ederek, “Åžuracıkta beni kesseler duymayacak ayol” diyebilir… Nihayet ineceÄŸimiz duraÄŸa geliriz. AkÅŸam yine aynı badireleri atlatıp evimize dönene dek “güvendeyiz”dir…
“UÄŸursuz bir ÅŸey geliyor bu yana”
Saat 18.30’da CevizlibaÄŸ’dayız (Zincirlikuyu’da olsak da fark etmez). Mesai saatinin bitimine bir saat kala kıpırdanmaların baÅŸladığı iÅŸ yerlerinde, mesai saati biter bitmez, gonk sesi çalmışçasına maratona sabah bıraktıkları yerden devam eden insanlar, farklı farklı yerlerden gelip metrobüs kapısı önüne yığınlarla yağıyor. Bu yığılma hâli çok geçmeden bambaÅŸka bir boyuta evriliyor. Bol itiÅŸme kakışma, sıralarda yükselen benim önüme geçtin kavgaları, kapı açılınca yer kapmak için birbirinin üzerine çıkan hatta cinsiyet ve yaÅŸ farkı gözetmeksizin birbirini darp eden, duraÄŸa gelmeden önce insanlığını dışarıda bırakmış “insancıklar”… Kendini mizansene fazla kaptırmış tekbir sesleriyle içeriye dolan “mücahitler”, boÅŸ yerlere kurulanların Oscar ödülü kazanmışçasına sevinç gösterileri, metrobüste ilk durakta sıra olanların maksadını hâlâ anlamayarak, “Ne duruyorsunuz burada!” diye onları itekleyen ÅŸehir magandaları, durumdan sosyolojik çıkarım yapanlar… (Evet, bu benim.)
Metrobüs birbirlerini bir daha hiç görmeyecek insanlar için âdeta grup terapisi iÅŸlevi görüyor. YumruklaÅŸanlar, dert yananlar, birbirlerine nefret kusanlar, itiÅŸip kakışanlar… Mesela, sigaradan sararmış diÅŸleriyle, seyrek gülüşlü, kirli sakallı bir adam az önce fırsattan istifade birinin pahalı ayakkabılarını ezdiÄŸi için kendisini Ulubatlı Hasan ilan ediyor, cama yansıyan sarı gülüşüyle rakibini selamlıyor. Yolculuk esnasında da deÄŸiÅŸmiyor dram. Yanınızda kendi hacminin kapladığı alanın iki katından üç fazla oturarak, sizin camla bütünleÅŸmiÅŸ olduÄŸunuzu “ısrarla” anlamayan adam; çantalarıyla kendini olabildiÄŸince muhafaza eden genç kıza “ısrarla”, “Hepimiz kardeÅŸiz” diyerek kol kanat germek isteyen abiler, amcalar… Yeryüzünde yalnız kendisinin, kızının ve yeÄŸeninin kaldığını düşünerek metrobüsün diÄŸer ucundaki yakınına avaz avaz yanındaki yerin boÅŸaldığını haykıran teyzeler…
Ä°smet Özel’in metrobüste gizlice çekilmiÅŸ fotoÄŸrafını gördüğüm o gün, o fotoÄŸrafı onun mahremiyetine yapılmış mütecaviz bir hamle olarak görmekle birlikte, ya bir gün bu gruplardan birinin içerisindeyken onunla karşılaşırsak diye düşünüp elimde olmadan dehÅŸete kapıldım. Güya ben metrobüste sosyolojik çıkarım yapan gruptayım ve hep o grupta olacağımı varsayıyorum, diÄŸerlerini bol keseden daraÄŸacına asıyorum ya…
Vadedilen duraklar
Bu kadar ümitsiz bir tablo çizdikten sonra hâlâ insanlığın ölmediÄŸi, kuralların olması gerektiÄŸi gibi iÅŸlediÄŸi, insanların birbirine mesafeler bıraktığı durakları, vadedilen durakları anlatmadan da olmaz. Mesela Beylikdüzü son duraÄŸa (Tüyap) gittiÄŸinizde gözyaÅŸlarınıza hâkim olamayabilirsiniz. Ä°nsanlar gerçek anlamda iki sıra hâlinde beklerler durakta. Metrobüs geldikten sonra, koltuk kapmaca oyunundaki gibi deÄŸil sakince ve sıra ile yerleÅŸirler boÅŸ koltuklara, ancak koltuklar dolduktan sonra, eÄŸer ayakta gitmek isteyenler varsa arkadan da olsa gelip geçebilir, kimse araya kaynamaz fakat. “Hayırdır sen arkada deÄŸil miydin?” gibi iÄŸneleyici cümleler çalınmaz kulağınıza. O hâlde sabahları sükunet içinde son duraktan binen insanlara ne oluyordur ki, akÅŸamları CevizlibaÄŸ’da vahÅŸete sebep oluyorlardır?,
Kaynak: NÄ°HAYET
Henüz yorum yapılmamış.