Güncel
Türkiye'nin 'Yeni Suriye' Politikası...
Tablo her geçen gün daha da netlik kazanıyor. Türkiye, "Yeni Suriye" sürecindeki yerini alıyor. Bunun makro anlamı "Yeni Ortadoğu" ile eşdeğer. Türk dış politikasındaki hızlı normalleşme süreci Ankara'nın bu konuda başta Washington ve Moskova olmak üzere ilgili başkentlerle belli bir mutabakata vardığını gösteriyor. Dolayısıyla mevcut Suriye politikasına "format atma" zamanı...
Prof. Dr. Mehmet Seyfettin Erol - Milli Gazete
Tablo her geçen gün daha da netlik kazanıyor. Türkiye, "Yeni Suriye" sürecindeki yerini alıyor. Bunun makro anlamı "Yeni Ortadoğu" ile eşdeğer. Türk dış politikasındaki hızlı normalleşme süreci Ankara'nın bu konuda başta Washington ve Moskova olmak üzere ilgili başkentlerle belli bir mutabakata vardığını gösteriyor. Dolayısıyla mevcut Suriye politikasına "format atma" zamanı...
Eğer durum böyle ise, o zaman şu dört kritik soruya verilecek cevap büyük bir önem arz ediyor. Birincisi, karşımıza nasıl bir "Yeni Suriye" çıkacak İkincisi, Türkiye bu "Yeni Suriye" sürecinde nasıl bir rol üstlenecek Üçüncüsü, Türkiye'nin buradaki kazancı ne olacak Sonuncusu ise, Türkiye tüm bu süreçte kimlerle birlikte hareket edecek
Suriye konusunda eskiye dönüşün mümkün olmadığı artık ortada. Nüfuz alanlarına bölünmüş, bir süreliğine kâğıt üstünde bir bütünlük arz edecek olan, Irak modelinin ileri versiyonu olarak karşımıza çıkması muhtemel bir "Yeni Suriye" süreciyle karşı karşıya kalacağız. Yani, bir tür mandaterlik süreci söz konusu. Dolayısıyla, ufukta şu an için bağımsız devlet ya da devletler görünmüyor, özellikle de bağımsız bir Kürt devleti...
Bunun en önemli nedeni ise, Suriye'deki iç savaşın artık kontrol edilemez bir hale gelmeye başlamış olması. Bu geçiş sürecinde hiç kimse küçük çaplı da olsa bir savaş istemiyor. Çünkü küçük de olsa bu savaşın bölgeyle sınırlı kalmayacağını, Üçüncü Dünya Savaşı'nı tetikleyeceğinin hemen herkes farkında. Dolayısıyla krizi ya da iç savaşı dondurma eğilimi ağırlık kazanmış görünüyor. Bunun için de taraflar en azından kendilerine işbirliği noktasında "ortak bir düşman" belirlemiş görünüyor.
Hedef Sadece IŞİD mi
Vekâleten savaşın temel unsurlarının "kısmi tasfiye" süreci, en azından Suriye boyutuyla, ön plana çıkmış vaziyette. Bu da, Suriye'deki grupların "ılımlı" ve "radikal" bazda tasniflerinin yapıldığı anlamına geliyor. Ve görünen o ki, 2012'de ABD'nin bu konudaki teklifine çok da sıcak bakmayan Ankara, bu sefer "kısmi evet" diyor.
"Kısmi evet"in karşılığı ise şu an görünürde IŞİD. Fakat arka planda farklı gruplar da olabilir. Hatta buna şu an için "doğru tarafta" mücadele verdiğini zanneden gruplar da dâhil edilebilir. Nitekim Ortadoğu tarihi aynı zamanda "satışlar tarihi" olarak da bilinir. Hiç kimse vazgeçilmez değildir.
Bu bağlamda Türkiye'ye yönelik canlı bomba eylemlerinde IŞİD'in adının telaffuz edilmesi ve basında, özellikle de ABD'nin CIA orjinli istihbarat bilgilerine dayalı bilgiler çerçevesinde IŞİD'in Türkiye'nin değişik kentlerinde çok daha büyük çaplı eylemler yapacağını açıklaması bir tesadüf olmasa gerek. Aynı şekilde, başta Batı basını olmak üzere, IŞİD'in bu noktaya gelmesinden Türkiye'deki yönetimi sorumlu tutması ve baskı altına almaya çalışması da dikkat çekici.
Dolayısıyla, Türkiye içinde başlatılan operasyonlar öyle görünüyor ki sınır ötesinde de ağırlık kazanacak gibi. Türkiye'nin bu bağlamda "güvenli bölge" inşası için alana inmesi ve burada başta IŞİD olmak üzere tehdit olarak gördüğü bütün unsurlar ile "daha etkin" bir mücadeleye girmesi kaçınılmaz görünüyor. Yani, hedef sadece IŞİD olmayacak! Bu hedefin, aynı zamanda Rusya, Suriye ve İran'ın da ortak hedefi olması Türkiye'nin işini fazlasıyla kolaylaştırıyor.
"Direnç Cephesi" ile Sil Baştan mı
Türkiye'nin Rusya ile başlattığı normalleşme sürecine İran'ın anında verdiği destek oldukça önemli. Esad rejiminin de Kuzey'den duymaya başladığı rahatsızlık da göz önünde bulundurulduğunda, yeni süreç kafada daha da netleşiyor. Bu husus, hiç kuşkusuz ABD'nin planları ya da bölgedeki hedefleriyle çok örtüşmüyor ama mevcut şartlarda yapabileceği çok şey yok. Türkiye ile anlaşmak zorunda!
Türkiye'nin Çin ile imzaladığı nükleer işbirliği anlaşması da dikkate alındığında, aslında Ankara'nın Doğu ya da "Direnç Cephesi" ile yeniden bir başlangıç içerisinde olduğu söylenebilir. "Temkinli" de olsa, tarafların karşı karşıya kaldığı "mecburiyetler", böylesi bir "konjonktürel ittifakı" kaçınılmaz kılıyor. O yüzden meseleye sadece turist ve domates olarak bakmamakta fayda var. Mevzu daha derin.
Nitekim Rusya bu hususta Türkiye'ye ABD'den bir adım daha yakın olduğu mesajını şu şekilde veriyor: "Esed ve PKK/PYD vazgeçilmez değil". Merak edenler bu hususta Rusya Milli Güvenlik Akademisi Dış İlişkilerden sorumlu Başkan Yardımcısı Talat Enveroviç'in açıklamalarına bakabilir. Bu arada şunu da belirtmekte fayda var: Rusya'da herkes kafasına göre açıklama yapamaz!
Normalleşme Sürecindeki Anormallikler...
Normalleşme sürecinin kendisi bile aslında başlı başına bir anormal durum. Çünkü bu kadar keskin bir dönüşü hiç kimse tahmin edemiyordu. Fakat bu sürecin, içinde bulunduğumuz anormal sürecin bir sonucu olduğunu da kabul etmek gerekiyor.
Mevcut sürece şöyle bir baktığınızda bunu siz de üç aşağı beş yukarı göreceksinizdir. Nitekim bu anormalliklerin bir sonucu olarak başta yakın çevremiz olmak üzere, tüm dünya büyük bir bilinmeze, derin bir kaosa doğru sürükleniyor ve bu hepimizi korkutuyor.
Ankara'nın normalleşme adına attığı bu adımlar istenilen sonucu ne kadar beraberinde getirir, bunu hep birlikte göreceğiz. Fakat arkada çok büyük enkazların ve hayal kırıklıklarının da bırakıldığı bir gerçek. "Normalleşme" sürecinde "anormal" bir görüntü olarak karşımıza çıkan bu tablo ortadan kaldırılmadıkça, alanda gerçekten ne kadar başarılı olunabilir, bu da bir diğer büyük soru işareti. Suriye kökenlilere verilecek olan vatandaşlık belki de bunu telafiye yönelik bir girişimdir. Eğer böyle ise, bu sayı üç milyon ile sınırlı kalmaz.
Türkiye'nin artık bundan sonrası için hata yapma gibi bir lüksü yok. O yüzden son atımlık barutu çok iyi kullanmak gerekiyor. Aksi takdirde hiç bir normalleşme süreci bizi kurtaramaz. En azından ilgili çevrelerin artık bunun farkında olması gerekiyor.
Not: Tüm okuyucularımın Ramazan Bayramı'nı da en içten duygularımla kutluyorum...
Henüz yorum yapılmamış.