Sosyal Medya

Güncel

Medyatik hocalar ve dinin kritik anlatımı

Yaşar Nuri Öztürk Hoca’nın medyatik vasıflar kazanması Hürriyet gazetesi yazarlığı ile başlasa bile onun esas itibariyle bir 28 Şubat hadisesi olduğunu söylemekte bence bir mahzur yoktur. 28 Şubat bütün askeri müdahaleler gibi bir taraftan dinî alanı tahrip edip biçimsizleştirirken diğer taraftan da yeni dinî anlayış ve arayışların önünü açmış, farklı ‘dindarlaşma’lara, yeni dinî tezahürlere kaynaklık etmiştir.



  • Prof. Dr. Ä°smail Kara / Marmara Ãœniversitesi Öğretim Ãœyesi

 


Memleketimizin hem siyaseten hem kültürel olarak bölünmüş olması meselelerimizi soÄŸukkanlılıkla ve sorumluluk-ahlâk dairesini terketmeden tartışmaktan bizi sürekli alıkoyuyor, iyiye doÄŸru hareket etmekten, problemlerimizi çözmekten giderek daha fazla uzaklaşıyoruz. Maalesef giderek daha fazla uçlara itilmeyi tabii ve normal kabul ediyoruz veya konformizme, uyaroÄŸlu olmaya kayarak yahut ümitsizlik, karamsarlık girdaplarına düşerek gayrıahlâki bir alana doÄŸru yol alıyoruz. Bölünmüşlük ve yarılma artıyor, büyüyor. Elbette bunu tahrik eden kiÅŸiler, gruplar, kurumlar, iç ve dış mihraklar, menfaati yarılmayı artırmakta olanlar da vardır, muhtemelen hep olacaktır ama bu bizim sorumluluÄŸumuzu azaltan bir ÅŸey deÄŸil.Uzun müddettir siyasi ve toplumsal yarılmayı, bölünmüşlüğü artıran unsurlardan biri de geniÅŸ mânada dinî alan olmuÅŸ. Daha doÄŸrusu dinle ilgili meseleler yarılmayı artıracak ÅŸekle büründürülmüş, öyle sunulmuÅŸ. Halbuki bugün bu topraklarda bir millet yaşıyorsa, -son yıllarda oluÅŸmuÅŸ/oluÅŸturulmuÅŸ bütün hassasiyetlere raÄŸmen buna Türk milleti demekte bence hiçbir mahzur yok- bu Ä°slâm sayesinde, Müslümanlıkla birlikte vücut bulmuÅŸtur. Anadolu’da bizim Müslümanlık dışında bir tarihimiz yok. Dolayısıyla kurucu ve yaÅŸatıcı unsur olarak Ä°slâm ve Müslümanlık burada ırktan, dilden, yerel özelliklerden hep önde olagelmiÅŸ. Hamurumuz onunla karılmış. Vatan zaten dârü’l-Ä°slâm yani Ä°slâm yurdu demek... Ä°slâm’la, dinle olan bütün geriletici problemlerine raÄŸmen Cumhuriyet ideolojisi de bu durumun bir ÅŸekilde farkındadır. Onun için baÅŸta Lozan mübadilleri olmak üzere bütün Cumhuriyet tarihi yakın Osmanlı geçmiÅŸini takip ederek “Müslüman-Türklerin” Anadolu’ya göç etmesine sıcak bakmış, bazen teÅŸvik etmiÅŸ ama hiçbir zaman mani olmamıştır. Paradoksal gibi gözükse de Anadolu’nun nüfus olarak tarihinde hiç olmadığı kadar MüslümanlaÅŸması bu sayede olmuÅŸ, homojenleÅŸme MüslümanlaÅŸma üzerinden saÄŸlanmıştır. Bu vâkıa hâlâ devam ediyor. Gelenleri “Türk” kılan Müslümanlıklarıdır, ırken, dil itibariyle Türk olup olmadıkları hiç deÄŸil. Onun için Cumhuriyet Türkiyesi’nin ne kadar Batı tipi “ulus devlet” olduÄŸu meselesi hiç deÄŸilse bu bakımdan tartışmaya açıktır.

 

 

Peki hocalara ne demeli?

Demem o ki Türkiye’de ‘birleÅŸtirici’, kurucu en önemli unsur olan dinin, Ä°slâmiyetin,tam aksi istikamette bir tartışma, yarılma, bölünme aracı ve alanı haline dönüştürülmesi, hem de hocaların kısmi katkılarıyla buraya doÄŸru itilmesi,-dinle irtibatı hangi düzeyde olursa olsun- herkesin önemseyerek anlamaya çalışması ve çözümler havuzuna katkıda bulunması gereken bir mevzudur. Bugünün dünyasında dinî alanı tartışmaların tamamen dışında tutalım demiyoruz. Bu mümkün deÄŸil, tarihte de mümkün olmadı. Türkiye’yi taşıma kapasitesi olan bir üsluptan, bir seviyeden, bir derinlikten bahsediyoruz

Bu nazik meselenin tarihi hocalarla, ulema ile, din adamlarıyla baÅŸlamıyor elbette. Bir genelleme yapacak olursak hadisenin kaynağında dinin, Ä°slâmiyet’in modernleÅŸme süreçlerine uyumlu hale getirilmesinin, buna paralel olarak direnç noktası olabilecek dinî-geleneksel unsurların zayıflatılmasının yattığını söyleyebiliriz. Fakat bu hassas bir noktadır, çünkü uyum hattını ihmal ederseniz geleneksel dindarlık kodlarıyla yaÅŸayan büyük kalabalıkların yeni sürece katılımını saÄŸlamakta zorlanıyorsunuz. Uyum hattında kantarın topuzunu kaçırır, dinî ölçüleri zorlar veya baskı altına alırsanız o zamanda din merkezli sert bir muhalefetle karşılaÅŸabilir yahut toplumu taşımakta güçlük çekersiniz.

Hocaların devreye girdiği yer bu nazik nokta. Aslında ilk bakışta tarihî konumlarına uygun olarak ortada bir yerde duruyorlar; halktan devlete itaat taşıyor, devletten halka adalet, şefkat, merhamet talep ediyorlar. Hem fikren hem fiilen. Ama artık devlet eski devlet olmadığı gibi halk da o eski halk değil. Yine de İslâm dünyasının bütün coğrafyalarında ulemanın, hocaların modernleşme (hatta bazen doğrudan laikleşme) süreçlerine ciddi katkılar verdiklerini, Cumhuriyet ideolojisinin yerleştirmeye çalıştığının aksine uyum hattını kuvvetlendirdiklerini görmek ve söylemek lazım. Çağdaş İslâm düşüncesine, İslâmcılık hareketine, yeni (modern/ist) düşünce ve kurumlara, yeni devlet yapılanmalarına, bu arada Cumhuriyete hocaların kattıkları görülenden, tahmin edilenden çok fazladır.

Bir tarafı müspet olan bu katılımın, katkının iki önemli ve ciddi problemi var. Biri modern projenin tabiatına uygun/tâbi olarak dinde, dini yorumlama biçimlerinde de tektipleÅŸme istikametinde kuvvetli bir hareket doÄŸuyor. Buna kısaca yeni Selefîlik diyebiliriz sanıyorum. Bu çizgi yeni dinî-siyasî birliÄŸi saÄŸlamak, dağılmayı önlemek için kaynaklara (Kur’an ve Sünnete, Asr-ı Saadete) dönme iradesiyle saÄŸlam ve sahih bir bölge, bir tutamak ararken Ä°slâm tarihine, Müslümanların engin ve derin tecrübelerine, geleneklere, Müslüman kültüre, yerel imkânlara karşı dar, daraltıcı, dışlayıcı bir tutum takınıyor. Bu yarılmayı besliyor.

Halbuki nasların, dinin ‘meÅŸru’ bir çerçevede anlaşılması, yorumlanması ve yaÅŸanması hiçbir zaman tektipleÅŸme sınırları içine sığmaz, sığmamıştır. En yukarıya tevhid (birlik, Allah’ın bir ve tek oluÅŸu) akidesini ve fikrini koyan Ä°slâm aÅŸağıya doÄŸru inildikçe çeÅŸitlenir, renklenir, yayılır, her ÅŸeyi belli bir seçmeden geçirerek içine alır, hayatın her tarafına sirayet eder, yerlileÅŸir, yerlileÅŸtirir.GeçiÅŸkenlikleri olan bir kademeler manzumesiyle karşıkarşıyayız artık. Ãœst ilkelerde birleÅŸen diyelim ki kelâm, fıkıh, tasavvuf, felsefe ilimleri ve âlimleri aynı meseleye, aynı hükme bütünüyle aynı önceliklerle ve tektip mantıkla bakmaz, bakması gerekmez.

Yeni Selefîlik ise yeni kelâm ağırlıklı bir din yorumudur, lafızcıdır; esas itibariyle kademe gözetmez, farklı öncelik ve anlayışlara meşruiyet tanımak istemez, tektipçidir. Bambaşka yerlere, diyelim ki biri daha dindarlığa, diğeri laikliğe, dindışılığa varmak istemelerine rağmen Yeni Selefîlikle modern projeyi (bizde aynı zamanda Cumhuriyet ideolojisini) yakınlaştıran da bu noktadır. Pek ihtimal verilmeyen ve bu yüzden üzerinde düşünülmeyen bir nokta burası...

Ä°kinci ciddi ve önemli problem bu din anlayışının halk Müslümanlığı ile cemaat ve tarikat dünyaları ile arasını ciddi ÅŸekilde (bazen kategorik olarak) açması, kendisinin de içinden geldiÄŸi Ä°slâm’ı yaÅŸama biçimlerini hurafe ve bâtıl inançla (uç noktalarda ÅŸirkle), yanlış anlaşılmış ve yaÅŸanmış Ä°slâm’la eÅŸitlemesi, onlara mahkum etmesidir.

Bu içeriye, Müslümanlara dönük dışlama ve itme de yarılmayı ve bölünmeyi artıran bir şeydir.

Kuvvet ve zaafları

Yaşar Nuri Öztürk merhum molla sayılacak kadar hafızlık ve medrese eğitimi almış olmasına rağmen esas itibariyle İmam Hatip Okulu ve Yüksek İslâm Enstitüsü/İlahiyat Fakültesi standartlarında yetişmiş biridir; zihniyet dünyası ve ufku oralıdır. Zeki, çalışkan, cerbezeli, iddialı ve ihtiraslı bir insan olduğu için elbette onların ortalamasının yukarısında ve dışında özellikleri var. Fakat netice itibariyle Yeni Selefîliğe yakın, kaynaklara dönüş fikrine bağlı, modern dünya ile İslâm arasında karşıtlıktan çok yakınlık gören bir din ve dünya anlayışına sahip biri var karşımızda.

Erken teÅŸekkül eden tasavvuf ve tarikat ilgisi onu yüksek tahsil yıllarında ve ilk akademik metinlerinde, sonraki yıllarından hayli farklı çalışmalara sevketmiÅŸti. Ben kendisini 70’li yılların daha başında tanıdım, Hareket dergisinde tasavvufî metinler, baÅŸarılı diyaloglar yazıyor, aynı zamanda bir camide imamlık yapıyor ve judo çalışıyordu. Hareket Yayınları’ndan çıkan Tarih Boyunca Tasavvufi Düşünce (1974) kitabı bu denemelerinin ürünü bir ilk kitaptır. Doktora tezi bir tarikat ÅŸeyhi üzerine idi: KuÅŸadalı Ä°brahim Halveti (1982). Ä°lk hacimli eserinin baÅŸlığı her yönüyle o yıllardaki yöneliÅŸlerini ele veriyor: Kur’an-ı Kerim ve Sünnete Göre Tasavvuf (1985). Demek ki Kur’an ve Sünnet’e uyan ve uymayan tasavvuflar var kafasında. Ayrıca bir tarikata intisap etmiÅŸ ve Bayazıt Camisi’nde o çevrenin Ramazan mukabelesini okuyacak kadar onlara yakınlık kazanmıştı. Ä°htisas alanı da Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi’dir, kendisinin de sonraki yıllarda öyle göstermeyi tercih ettiÄŸi Ä°slâm Felsefesi deÄŸil. YÖK’ün ilk yıllarında Tasavvuf bilimdalı Ä°slâm Felsefesi üst baÅŸlığının altına yerleÅŸtirildiÄŸi için doktora ve doçentlik iÅŸlemleri böyle yapılıyordu.

Fakat tasavvuf ve tarikatlar onun giderek uzaklaÅŸacağı, bir müddet sonra hatırlatılmasını dahi pek istemeyeceÄŸi bir tarafıdır. Hareket dergisinde yazdığı yıllarda tercüme ettiÄŸi iki kitap ise Müslüman KardeÅŸler’e yani radikal ve Yeni SelefîliÄŸe yakın bir harekete mensup yazarların eserleridir; Seyyid Kutup’tan Ä°slâm Kapitalizm UyuÅŸmazlığı (1972), Mustafa Sibai’den Ä°slâm Sosyalizmi (1976) tercümeleri onun “A. NiyazoÄŸlu” müstear adını taşır.

Yeni din adamı ve anlatımı

Bugün bilinen ve hatırlanan YaÅŸar Nuri Öztürk tablosu bu özelliklerle birlikte fakat onlardan daha ziyade medyatik bir tiptir, hatta baÅŸarılı bir televizyon eseridir. Hocanın medyatik vasıflar kazanması Hürriyet gazetesi yazarlığı ile baÅŸlasa bile onun esas itibariyle bir 28 Åžubat hadisesi olduÄŸunu söylemekte bence bir mahzur yoktur. 28 Åžubat bütün askeri müdahaleler gibi bir taraftan dinî alanı tahrip edip biçimsizleÅŸtirirken diÄŸer taraftan da yeni dinî anlayış ve arayışların önünü açmış, farklı “dindarlaÅŸma”lara, yeni dinî tezahürlere kaynaklık etmiÅŸtir. 28 Åžubat süreci Ak Parti’ye de zemin hazırladı veya yol verdi. Başörtüsü meselesini/başörtülü tipini bambaÅŸka vadilere sürükledi. Dindarların yaÅŸama tarzlarını hayli tebeddülata ve dejenerasyona uÄŸrattı. Cemaat ve tarikatlara yeni roller biçti ama konumuz itibariyle esas yaptığı ÅŸey Kemalist dindarlık veya Cumhuriyet ideolojisi ile tam uyumlu din anlayışı diyebileceÄŸimiz bir kategori ortaya çıkarmış olmasıdır. Åžimdilik müspet veya menfi etiketler yapıştırmadan bu süreçlerde YaÅŸar Nuri’nin etki ve katkılarının ciddi boyutlarda olduÄŸunu, birçok insanın dinî bilgi ile Kur’an meâliyle onun sayesinde tanıştığını söyleyelim.

Yeni medyatik hoca tipinin bazı özellikleri var: Hakikat veya dinî doÄŸruluk artık bir “piyasa” ve görünürlük iÅŸidir, iÅŸ yapan, ilgi gören, reyting alan en iyi ve en doÄŸu hocadır; piyasanın açık veya örtük patronları olduÄŸu gibi reklamla, piarla oluÅŸan hevesli, markaya baÄŸlı müşterileri, takipçileri de vardır. (YaÅŸar Hoca kitap fuarlarında kafasını iÅŸaret ederek bunu görmeyen standa yaklaÅŸmıyor ve kitap almıyor diyordu). Reklam, ucuzluk, kolay ulaşılabilirlik (kolay anlaşılırlık), güven telkin eden bir eda, kesinlik ve netlik, rahat taşınabilirlik (aktarılabilirlik) tabloyu tamamlar. Fizikî ÅŸartlar, albeni de önemli tabii.

Yeni medyatik din anlatımlarının da bazı özellikleri var: a) Din anlatımı bilgi ağırlıklıdır. Her hocaya göre deÄŸiÅŸen “doÄŸru” ve “Kur’anî” bilgidir bu. Enteresan bir ÅŸekilde ibadet, özellikle ahlâk burada önemli bir yer tutmaz, tarih de ahiret hayatı da yoka yakındır. b) Verilen bilgi ve hükümler tektiptir, katıdır, kesindir, hepsi “dır”la biter. DoÄŸru tek yorum hocanın bildiÄŸi, kurduÄŸu ve aktardığı yorumdur. Güvenle okunan Kur’an âyetleri hocanın görüşlerini desteklemek için inmiÅŸ gibidir. BaÅŸkalarının görüşleri, farklı yorumlar, geçmiÅŸ ulemanın deÄŸerlendirmeleri sadet haricidir. Bunları zikretmek hem kendisi hem de verilen hükümleri zayıflatır. c) Kur’an-ı Kerim’i, Kur’an âyetlerini zikretme ve kullanma biçimi herhangi bir metni zikretme ve kullanma biçiminden farksızdır, geliÅŸigüzeldir; tutum ve ifadelerde kutsallık, dinîlik, maneviyat, üst saygı farkedilecek ÅŸekilde yoktur. d) Muhalif görüşlere, farklı yorumlara karşı kabalık ve dışlayıcılık, meydan okuma üslubu hakimdir.

Aslında görsel medya üzerinden oluÅŸmuÅŸ “hoca cemaatları”ndan, dini anlatım biçimlerinden bahsetmek doÄŸru olur. ÇoÄŸunlukta olan yeni Selefi hocalara, ilahiyatçılara karşı yine medyatik özelliklere sahip geleneksel din anlayışını dillendiren, bir kısmı tarikat mensubu, medreseli hocalar da vardır. Fakat iki tarafın üslupları karşı tarafa, tenkit ve reddettiklerine çok yakındır; tektipçi, meydan okuyucu, karşı taraftaki meslektaşını kaba ifadelerle ve cahillikle suçlayan, daha ileri gidip tekfir eden, dinî alanın dışına iten bir üslup...

Yazının başında temas ettiğimiz meseleye dönecek olursak medyanın hevesli ve iddialı hocalar aracılığıyla, yeni yorumlar ve enteresanlıklar üzerinden dinî bilgi ve yorum alanını dağıttığı, izafi ve güvensiz hale getirdiği, böldüğü şüphe götürmez. Hocaların -doğruyu ve iyiyi değil kullanışlılığı, çıkarı, gücü ve yönlendirmeyi esas alan-medya mantığı ve etiği üzerinde hiç kafa yormadan ihtiraslarına kurban olarak veya körlükleri sebebiyle bu yarılma süreçlerine fütursuzca alet olmaları gerçekten düşündürücü bir mevzudur. Onların medya vasıtasıyla yaygınlaşmasına katkıda bulundukları dinî bilgi ve hissiyatın müspet fonksiyonlarının olduğu şüphe götürmez, fakat bunun yarılmaların yanında ne kadar dengeleyici bir unsur olduğu müzakereye açıktır.

YaÅŸar Nuri Hoca bütün ÅŸahsi zaaflarına ve şöhrete, makama, maddiyata, siyasete olan düşkünlüklerine raÄŸmen bilgi, kabiliyet, beceri ve kapasite itibariyle boÅŸ ve sıradan bir insan deÄŸildi. Fakat bütün cerbezesine raÄŸmen arkasındaki uyarılmış büyük medya desteÄŸi çekildiÄŸi zaman hiçbir ÅŸey yapamadı, “çıplak uyarıcılığı” bir iÅŸe yaramadı; kitaplarının satışı çok çok geriledi, Ulusal Kanal dışında kendisine mikrofon uzatan televizyon, Aydınlık dışında köşe tahsis eden gazete kalmadı. Vefatından sonra hakkında yazılan çok az sayıdaki yazılardan “en iyisi” de DoÄŸu Perinçek’e aitti.

Nereden nereye deÄŸil mi? Ve ne kadar çok araÅŸtırılıp öğrenilecek, ibret alınacak hadise var. Ramazan günü bir dua ve latife ile bitirelim: Yüce Allah YaÅŸar Nuri Hoca’nın ve hepimizin taksiratını affetsin. Ey medyatik hocalar, siz de ibret alın!

[email protected]

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.