Güncel
Abdülaziz Tantik: 'Ramazan ayı mahrumiyeti kabul etmektir'

Abdülaziz Tantik hocamız ile Ramazan ayının sonlarına doğru yaklaşırken Ramazan ayını ve bu ayın müminler için neler ifade ettiğini konuştuk.
'Ramazan bir mümin için her şeyden önce bir muhasebe ayı olmalıdır.'
- Hocam Ramazan bir mümin için ne ifade etmelidir? Buradan başlayalım müsadenizle.
Ramazan yılda bir defa gelen çok özel bir misafirdir. Bu misafiri karşılamak için özel bir hazırlık gerektirmektedir: hem ruhen hem bedenen ramazana hazırlanmayız. Biz bu ruhen ve bedenen hazırlığa muhasebe deriz. İnsanın 11 ay içerisinde yapıp ettiğinin neye tekabül ettiğini kendi içinde tartması, düşünmesi, değerlendirmesi, eksikliklerini, hatalarını, zaaflarını görmesi ve bunlardan arınarak Ramazan ayını kulluğun simgesel yoğunluğu olarak kabul edip hayatını bu şekilde sürdürmesi lazım.
Yani, Ramazana bir hazırlık yapması şarttır. Bu çerçevede Ramazanın mahiyeti kulun kendisini bir muhasebeye tabi tutmasıdır, arınmasıdır ve bu arınıklık üzerinden Ramazan sonrası 11 ayı da Ramazan ayı gibi yaşama çaba ve gayretine zemin kılmasıdır.
'Aslında Ramazan insana müthiş potansiyel sunuyor.'
- Hocam Ramazan orucunun müminleri ruhen dirilttiğini gözlemliyoruz. Bu dirilmenin içeriğini bize açıklar mısınız?
Ramazan ayı, özellikle oruç ibadeti diğer ibadetlerden farklı olarak insanın çok yoğun bir şekilde hissedeceği bir vasatı bize sunar. Yani aslında biz 24 saat içerisinde sürekli bir kulluk içerisindeyiz. Akşamdan hazırlığa başlıyoruz. Sahura hazırlık yapıyoruz. Sonra teravihe başlıyoruz. Teravihten sonra sahuru bekliyoruz. Sahura kalkıyoruz. Alışkınlıklarımız değişiyoruz.
Bir kere orucun insanda yaptığı en büyük değişim, devrim, diriliş 11 ayın getirdiği alışkanlığı, o süreklileştirdiği alışkanlığı altüst ediyor olmasıdır. Gecenin yarısında sahur vaktinde kalkıyorsunuz, yemek yiyorsunuz, niyet getiriyorsunuz, sabah namazını bekliyorsunuz. Kuran okuyanlar Kuran okuyor, dinleniyor. İşe gidenler işe gidiyor. Gitmiyorsa Kuran okuyor, ilmi faaliyetlerine devam ediyor. Yani bununla 16-17 saat oruçlu olduğunu idrak ediyor; susuz oluyor, acıkıyor, meşru ihtiyaçlarından vazgeçiyor. Cinsellikten, yemekten, içmekten kendini sakındırıyor, tutuyor. Ve bunu uzun bir süreye yayıyor. Diyelim ki, bir sadaka verdiniz, bir zekât verdiniz. Yılda bir iki kere… Veya namaz… 5-10 dakika kılıyorsunuz, bitiyor… Ama oruç öğle değildir. 1 ay sürüyor. Uzun bir zaman dilimi… Nerdeyse günün tümünü o şuuru besleyecek zeminde yaşıyorsunuz.
Diyor ki Allah: “Al sana! Dirilmek mi istiyorsun? Takva sahibi olmak mı istiyorsun? Arınmak mı istiyorsun? Al bunu doya doya yaşa” Niye? Susadığın zaman oruçlu olduğunu biliyorsun, içmiyorsun. Acıktığın zaman oruçlu olduğunu biliyorsun. Nefsin bir şey çektiği zaman almaman gerektiğini biliyorsun. Yani oruç seni 24 saat boyunca ve 1 ay süresince böylece terbiye ediyor. İşte orucun insanı diriltmesi dediğimiz şey işte bu terbiye sonucunda kulun Allah’ı hatırlaması, idrak etmesi ve hayatını ona göre yaşaması ile ilişkilidir. Böyle bir gözeliği vardır Ramazanın.
Ayrıca Ramazan ayına mahsus bütün ibadetler bir arada ve hayata yayılarak devam ediyor. Sadakalar artıyor, namaz kılmalar artıyor ve dikkati çoğaltıyor. Yardımlaşma, toplumsal paylaşım çoğalıyor. Yani topyekûn bir artış ve arınma söz konusu…
'Ramazan ayının kıymeti- harbiyesi o ayın bir gününde, bir gecesinde Kuran nüzulünün başlamasıdır.'
-Bir de Hocam Ramazanın Kuran ayı olduğunu biliyoruz. Müminler için Ramazan ve Kuran ilişkisini biraz açıklar mısınız?
Evet… Ramazanı Ramazan kılan şey aslında vahiydir. Bu bazen unuttuğumuz bir noktadır ve bu çok tehlikelidir. Ramazan ayının kıymeti- harbiyesi o ayın bir gününde, bir gecesinde Kuran nüzulünün başlamasıdır. Kadir suresinde bu çok açık şekilde ifade edilir. Dolayısıyla Ramazan ayını bu kadar kıymetli hale getiren ve diğer kulluk edimlerinden farklı kılan şey de vahyin onda inmeye başlamasıdır.
Vahiy bir insanın hayatının bütününde süreklileştiği zaman zaten kulluk dediğimiz edim gerçekleşir. Yani ibadetle kulluk arasındaki farkı anlamamız gerekir. İbadetler namaz kılmamız, oruç tutmamız, bazı şeylerden sakınmamız vs. Kulluk ise hayatın bütün katmanlarında Allahın rızasına uygun, ya da Allahın gönderdiği emir ve nehiylere uygun muttakice bir hayatı süreklileştirmektir. Vahiy bu kulluğun en başat öğesidir. Yani vahiy olmazsa kulluk olmaz. Dolayısıyla biz vahiyle beraber hayatımızı düzene sokuyoruz. Allah diyor ki “Namaz kıl” namaz kılıyoruz. Namazı neden kılıyoruz? Allah emrettiği için kılıyoruz. Başka bir şey için namaz önemli değil. Onun emri olduğu için önemlidir. “Oruç tut” diyor oruç tutuyoruz. Allah emrettiği için.” Gecenin yarısı kalk yemek ye” diyor, sahur ya... “Akşama kadar bir şey yeme” diyor. 14-15 saat yemiyoruz, bekliyoruz. Ezan okunuyor hemen iftar açıyoruz. Neden? Emrettiği için açıyoruz. Yani Allahın emir ve nehiyleri bizim hayatımızın mihenk noktalarını belirliyor. Onu belirleyince Ramazanda bunu en çok hissettiğimiz ve yaşadığımız zemin olduğu için önemlidir. Ama bu önemlilik, Ramazanın bu kıymeti, değeri Kurandan geliyor. Kuran o yüzden insanın kalan 11 ayının da en önemli ilkeleri olmalıdır ve hayatını ona göre düzenlemelidir. Böyle davrandığı zaman Ramazandan istifade etmiş olur. Ayrıca vahiy Allah tarafından insanın tarihine yapılan en önemli müdahale ve insanın hayatını ilahi rızaya uygun bir şekilde yaşamasına zemin oluşturacak yegâne vasıtadır
‘Yani ibadetle kulluk arasındaki farkı anlamamız gerekir.’
Bir şey daha vardır. Ramazan bir kulun muttaki olmasının vasatını temin eder. Yani bir mümin Ramazana girdiği zaman muttakidir. Emre riayet eder, nehiylere uyar, kendine dikkat eder, birisi sataştığı zaman “ben oruçluyum” der. Bu zaman ister istemez bir muttakilik söz konusudur. İnsan Ramazana girdik der ve kendisine bir çeki düzen verir. Kuranı-Kerimde Bakara suresinde “zalikel kitabu la reybe fihi huden lil muttakin” diyor. Yani ‘bu kitap ittika edenler, muttakiler için bir hidayet rehberidir.’ Siz de Ramazan’da bir muttaki olduğunuz için Kuran size de hidayet rehberi olur. Dolayısıyla, Ramazanı aklı başında bir mümin doğru bir şekilde yani Ramazanın, orucun doğasına uygun davrandığında, aslında hidayet kitabı olan Kuranın da kendisi için hidayet rehberi olmasının da zeminini teşkil etmiş olur ki bu da ayrıca çok muhteşemdir.
- Hocam, biz aslında orucu, ibadet olarak düşünüyoruz ama dediğiniz, yani benim anladığım Ramazan aslında hem de kulluk bilincini ortaya çıkarmaktır…
Tabii… Bütün ibadetlerin amacı insanın kulluğunun şuuruna varmasını sağlamaktır. Namaz kılmamızda, oruç tutmamızda, sadaka vermemizde, haramlardan sakınmamızda, helallere yapışmamızda, Kuran okumamızda da kulluk şuuruna varmamıza zemin hazırlamak vardır.
'Takva dediğimiz şey zaten özel bir şeydir. Bütün ümmetin fertlerinin tek-tek takvalı olmasını beklemek de doğru olmasa gerekir.'
- Hocam Ramazan ayında ki etkinlikler… Bazı insanlar bu etkinliklerin insanları Ramazan ayının asıl maksadından uzaklaştırılmasına, ruhunu kaybettirmesine neden olduğunu düşünerek tenkit etmektedirler. Siz ne düşünüyorsunuz?
Şöyle bir yaklaşım biçimi geliştirilmesi gerektiğini düşünüyorum ben. Kültür dediğimiz şey, İslam kültürü kendi içerisinde bütün toplumu kuşattığı zaman doğal olarak içerisinde bir eğlenceyi de taşır. Yani mesela Ramazan pidesi almak için gidersiniz fırında sırada beklersiniz. Bu bir kültür olmakla beraber sizi orucun farkına vardırır, orucun zevkini tattırır. Yani gidiyorsun çocuk ya da büyük sırada bekliyorsun, sabrediyorsun, sıcak ekmek alıyorsun, eve götürüyorsun. Niye yapıyorsun? Normal şartlarda hiç kimse gidip fırında sırada beklemez. Ama bu Ramazana has bir şeydir, bir kültürdür. Bu Ramazanın bereketini, atmosferini, psikolojisini öne çıkaran belirtilerdir. Aşırıya kaçmamak koşuluyla, bunu tamamen eğlence sektörüne, tüketim sektörüne dönüştürmeden tadında yapılırsa böyle etkinlikler yapılabilir... Bunlar geçmişte de yapılmıştır. Çocukları eğlendirmek için gölge oyunları gibi… Eskilerde de etkinlik yapılıyordu. Panayırlar, kitap fuarları vs. İnsanlar gider iftarını açar oradan bir şeyler alır, eğlenceli bir şey izler filan… Bunların her birinin kendi içinde bir ağırlığı vardır. Bunların hepsi Ramazanın kültüre dönük ümmeti, o toplumu kuşatan özelliği ile ilişkilidir. Ama şunu unutmamak lazım; Takva dediğimiz şey zaten özel bir şeydir. Bütün ümmetin fertlerinin tek-tek takvalı olmasını beklemek de doğru olmasa gerekir. Toplumdaki ahlaki alan açısından her birimiz farklı-farklı şekillere sahibiz. Yani kimimiz kuranı hızlı okur, 15-20 dakikaya okuyup bitirip kalkıyoruz. Kimi yarım saatte okur, kimi bir saatte. Kimi ömür boyu okur. Sahabeden birisi 7 senesini vermiş Bakarayı okumak için. Tek-tek ayetleri anlamaya çalışmış, hayatına geçirmeğe çalışmış, öyle yaşamıştır. Bu ahlaki farklılıklardır, hiyerarşidir. Dolayısıyla bütün toplumun aynı düzeyde Kuran ile haşir neşir olmasını, Ramazanı bütün boyutları ile idrak etmesini beklemek yerine toplumun, toplumsallaşmanın kendisinin Müslümanlaşması bağlamında bu yapılanların aşırıya kaçmaması şartıyla - özellikle altını çiziyorum – bir yere kadar Ramazan atmosferi ile ilişkisinin olduğunu düşünmeliyiz. Tabii ki muttaki için muhsin derecesinde, mümin derecesinde meseleyi ciddiye alan insan için Kurana göre hayatını idame ettirmek, fakir fukaraya yardım etmek, infak etmek, dostlarına arkadaşlarına, akrabalarına iftar vermek, onların ihtiyaçlarını gidermek… Bu artık başka şeydir.
'Günümüz kültürü iyiye de kötüye de yorumlana bilir.'
- Asrı-saadet dönemi Ramazanları ve günümüz Ramazanları arasındaki ilişki nedir? Günümüzün Ramazan ruhu o döneme uygun mu?
Başta da söylediğimiz gibi Ramazanı bir tüketim kültürüne dönüştürmememiz, kapitalizmin nesnesi haline getirmememiz gerekmektedir. Yapılan araştırmalar doğruysa Ramazan ayında tüketilen gıda diğer aylara göre daha fazla oluyor. Hâlbuki Ramazan ayında daha az tüketilmesi gerekiyor. Yani sahura kalkıyorsunuz birde akşam iftarda yiyorsunuz. Ama öyle bir yığınak yapılıyor ki, insanlar açlıktan ölecekmiş gibi. Yani görüyorsunuz işte 5 yıldızlı otellerde yapılan iftarlar, belediyelerin tamamen eğlence sektörüne dönüştürdüğü kutlamalar, hoca efendilerin vaaz ağzıyla dinin özünden çok hikâyeler anlattığı programlar vs… Bunları asrı-saadetteki Ramazanla mukayese yapmamız tabii ki doğru olmaz. Sanırım asrı-saadetle ilgili söylene bilecek yegâne şey bile bildiğimiz kadarıyla cami merkezli bir yaşam vardır işte, erkekler önde, çocuklar ortada, kadınlar arkada… Asrı-saadetle ilişkili bir şey varsa oradadır. Ama şunu da biliyoruz ki, Peygamber efendimiz bir ay boyunca her gün cemaatle teravih de kılmamıştır. Bu açık ve nettir. Bu sonradan İslam’ın kendisinden hareketle oluşturulmuş kültürdür. Ve bu kültürü de yabana atmak doğru değildir. Her kültür iyiye ve kötüye yorumlana bilir. Eğer onu olumlu şekilde kullanırsanız olumlu olur, olumsuz olarak kullanırsanız olumsuz olur. Bazen namaz kılmaya gidiyorsunuz, çok denk geliyor; adam 20+13 rekâtı 20-25 dakikada bitiriyor. Oradan sizin Ramazanın ruhuna uygun gıda almanız, beslenmeniz potansiyel olarak mümkün görünmüyor. Öyle yapacağınıza 4 rekât kılın, 8 rekât kılın, ama tadını alarak kılın. Rükunün farkına varın, secdenin farkına varın, kıyamın farkına varın, dua ettiğiniz şeyin farkına varın ki, o hakikaten sizin hayatınızı değiştirsin. Çünkü Ramazan ayının bir ay sürmesi, 24 saat boyunca bu duyguyu sürekli sana vermesi aslında kulluk şuuru dediğimiz o şuurun seviyesinin yükselmesi ile ilişkilidir. Eğer bu seviye yükselirse o zaman mümin için tezyin olur, onu süsler, onu gözeleştirir. Ramazanın bizim ihsanımızı, müminliğimizi, Müslümanlığımızı, muttakiliğimizi güzelleştirmesi lazım. Bunları güzelleştirdiği zaman Ramazan işlevine kavuşmuş olur. Ama “Saldım çayıra, Mevla’m kayıra” diye her kes akşama kadar oruç tuttuk, dışarıda iftarımızı açtık, hurra… Gidelim müzik dinleyelim, eğlenelim, sonra camilere dolalım, kalk eğil, kalk eğil… Öyle bir durumun Ramazan ruhuna uygun olduğunu söylemek de akıl işi değildir.
'Şii’siyle, Sünni’siyle, Alevi’siyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla bütün bu farklılıklarımız Müslümanlık paydası altında bir ve eşittir.'
- Hocam Ümmetin hali ortada. Ciddi bir parçalanmışlık bölünmüşlük var maalesef. Ramazan bu durumun onarılması yönünden bize ne katar… Mesela Ramazanda hilalin görülmesi konusunda bile ciddi ihtilaflar meydana geliyor
Yok, hilal konusunu parçalanma olarak değerlendirmemek lazım. Bizim bir gün önce başlamamız, onların bir gün sonra başlaması ve ya bayram namazlarını farklı günlerde kılmamız, farklı coğrafyalarda olduğunuz için problem değildir. Ama aynı coğrafyadaysak iş değişir. Aynı mahallelerdeyseniz, aynı şehirdeyseniz birisi bir gün önce birisi bir gün sonra tutarsa burada bir problem var demektir. Ama coğrafyalar farklıysa bu ayı görmeğe bağlıdır. Bunları ayrışma, çatışma vesilesi olarak değerlendirmek yanlış olur.
Ama ümmetin içerisinde bulunduğu sosyoloji, siyasi, iktisadi durum çok vahimdir. İşte Irak’ta, Suriye’de olan olayları görüyoruz. Ümmet bu alanda siyasi anlamda bir bölünmüşlük yaşıyor. Ama beklenen şey ne olmalıydı? Biz bu coğrafyada yaşıyoruz. Şii’siyle, Sünni’siyle, Alevi’siyle, Kürt’üyle, Arap’ıyla bütün bu farklılıklarımız Müslümanlık paydası altında bir ve eşittir. Peki, bizi parçalayanlar kimler? Avrupa’sı, Amerika’sı, Rusya’sı ve s. – yani, dışarısı. Peki, bunlar bizimle aynı dine mensuplar mı? Hayır. Bunlar bizim hayrımızı isterler mi? Hayır. O zaman biz neden bunların isteklerine çanak tutuyoruz? Onlarla neden birlikte hareket ediyoruz da bir birimizle mücadele diyoruz. İşte Ramazan ayının muhasebe ayı olması bunu bize sağlamalı. Bunu sağlaması için benim zihnimde belirginleşen iki temel unsura ihtiyacımız var. Birincisi: Bu modern kültür, modern dünya bir sistemdir. Dolayısıyla Müslümanların da bir sistem inşa etmeleri gerekiyor. Entelektüellerin, ilimle, bilgiyle uğraşanların İslam’ın kendisinden hareketle, Müslümanlığın ruhundan beslenmiş bir sistem. Yani A’dan Z’ye bir müslümanın ne yapması gerektiğini siyasi, sosyal, iktisadi, işte psikolojik olarak ve ya kulluk edimleri olarak – ne varsa – hayatı bütün olarak kuşatan bir sisteme ihtiyaç var. Fakat bu bilgiyle olacak yani, entelektüellerin, ulemanın sorumluluğunda olmalıdır. Ama bunun yanında her Müslüman hayatı Müslümanca yaşamanın azmi içerisinde olmalıdır. Bakın “azmi” diyorum. İrade beyanında olunması gerekiyor. Ve bir Müslüman için bulunduğu hali Müslümanlaştırması onun sorumluluğudur. Dünyayı değiştirmek gibi bir sorumluluğu yoktur.
Müslüman önce kendini değiştirecek ve içinde bulunduğu hali Müslümanlaştıracak. Her birimiz, her Müslüman harekete geçince, kendini değiştirince bakacağız ki, dünya değişmiş. Konunun özü budur. Ama şöyle bir problem de var: Biz topu taca atmayı çok sevdiğimiz için hep başkalarının değişmesini bekliyoruz da kendimizi değiştirmeği ise erteliyoruz. Oysa belki bu Ramazan ayını vesile kılıp her mümin mahallî düzeyde, tekil düzeyde, tikel düzeyde kendi yapması gereken şeyleri Müslüman’ca yaparak hayatını devam ettirmesidir. Ne olup bittiğine bakmaksızın, sen yapman gereken şeyi yap. Ulema da, entelektüeller de diyecekler ki, kardeşim bizim bu Batının sistemine karşı, onları geri püskürtecek bir şeye ihtiyacımız var: Müslüman’ca bakışa, Müslüman’ca düşünceye. Onlar da bunun için kafa yoracaklar, zihin yoracaklar, ne gerekiyorsa onu yapacaklar. Bu ikisi bütünleştiği zaman, o zaman bambaşka dünyaya uyanacağız. Yani bütün mesele bu ayı şuurlu bir şekilde kullukla geçirmeğe çabalamak, gayret etmek, irade beyanında bulunmak lazımdır. O zaman bazı şeyler değişe bilir.
'Ahlak ve samimiyet temel ilkelerdir.'
- Hocam Müslümanların kendilerini değiştirmeleri konusunda miheng taşı ne olmalı?
Bizim için basit düzeyde şu var: İslam’ın ahlakı 1500 senedir hiç değişmemiş. Mesela yalan söylemek kötüdür, aldatan bizden değildir. Hiçbir Müslüman, âlim, hoca bunlara itiraz edemez. Bakın, hayatınızın merkezine aldatmamayı koyun, görün nasıl dünya, toplum, siyaset, sosyoloji değişiyor. Ahlak dediğimiz şey temel ilkelerdir. Yalan söyleme bak nasıl her şey değişiyor. Benim kastettiğim şey budur. Bir Müslüman ahlakını düzeltecek Müslüman olmak zaten ahlakla ilişkili şeydir. Sizin namazınız sizi ahlaki olarak düzeltmiyorsa bir anlam ifade etmiyor. Namaz sizi fahşâdan, münkerden, bağydan uzak tutmuyorsa o kıldığınız namazın bir anlamı yok. “An salatihim sâhun” olur o zaman. Bir şova, bir gösteriye dönüşür. Dolayısıyla buradaki temel vurgu ahlakadır. Ve ahlak 1500 senedir hiç tartışma konusu olmamıştır.
Falan hoca şu fetvayı vermiş diğeri bu fetvayı vermiş, beni hiç ilgilendirmez. Ben kalbime bakarım. Peygamber diyor ya fetvayı buraya, kalbine sor. Bir sürü yamuk fetva veriliyor, mesela faizle ilgili… O zaman kalbine sor, kalbini yokla. Burada en temel şey samimiyettir. Samimi olunursa yamuk olanların yamukluğunu anlarsın. Hiçbirine uymazsın. Uymadığın zaman da dünyan değişmez. Biraz zorluk çekersin, mahrum kalırsın o kadar. Bir de zaten kardeşim, Müslüman olmak mahrum olmak değil midir? Çünkü Müslüman olmak sınırları kabul etmektir. Müslüman olmak Allahın senin için çizdiği sınırlarda yaşamayı kabul etmektir. Sınırlar içerisinde yaşamayı kabul etmek de mahrumiyeti kabul etmektir.
- Bu güzel Ramazan söyleşisi için teşekkür ederiz hocam.
Abdulaziz Tantik kimdir:
01.01.1963 Mardin - Mazidağı doğumlu. Adana İmam Hatip Lisesi Mezunu. Evli ve 8 Çocuk sahibi. 4 eseri yayınlanmıştır. Yüzleşme, Şehrin Yalnızlığında Benliğin Aşk Düşü, Fıtrat ve Kulluk adlı kitapları Çıra yayınlarında yayınlandı. İslamcılığın Arayışı ise Pınar yayınlarında yayınlandı. Özgün İrade Dergisi Editörlüğü ve Yazarlığı, Özgün Düşünce dergisi Genel Koordinatörlüğü ve Yazarlığı Özgün Duruş Gazetesi kurucu Yayın Kurulu Üyeliği ve Yazarlığı. Dünyaya Yeni Söz gazetesinde yazıları yayınlanmıştır. Halen dusuncemektebi.com sitesinde yazıları yayınlanmaktadır. Muradiye İlim Merkezinde Eğitim faaliyetlerini yürütmektedir...
Henüz yorum yapılmamış.