Güncel
'Mültecilik doğurganlığı artırıyor'
ahçeşehir Üniversitesi öğretim üyesi Ulaş Sunata, mülteci topluluklarda var olan doğurganlığın daha da arttığını söylüyor. Sunata'ya göre bu, gelecek kaygısı taşıyan mültecilerin psikososyal bir dramı. Ancak bunu bilinçli yapmıyorlar.
20 Haziran Dünya Mülteciler Günü...
Türkiye Suriye kriziyle birlikte son yıllarda ciddi bir mülteci kriziyle karşı karşıya. Önceki yıllarda büyük ölçüde transit geçiş için kullanılan Türkiye artık bir çoğu için son varış noktası durumunda. Türkiye bu zorunlu göçle başa çıkmak için yoğun çaba sarfediyor. Ancak, mültecilerin sosyal hayata entegre olmaları için hâlâ bir çok sorun ortada duruyor. Türkiye ve dünyada artan bu mülteci akınını, çözüm önerilerini Bahçeşehir Üniversitesi Göç ve Kent Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi Direktörü Yard. Doç Dr. Ulaş Sunata ile konuştuk.
Türkiye’nin son yıllarda karşı karşıya kaldığı mülteci akını sorununun öne çıkan boyutları nedir?
Türkiye eskiden hep göç veren ve transit göçün geçtiÄŸi ülke olarak tanımlanan bir ülkeyken, birden göçün alıcı ülkesi, hatta dünya çapında en büyük mülteci göçü alan ülke haline geldi. Bu da, Türkiye’yi kilit ülke yaptı. Bu gerçekte boyut olarak çok büyük bir mülteci akını. Öte yandan, konuyla tek boyutlu ilgilenilemeyeceÄŸi, sadece kapıları açıp kiÅŸileri karşılamaktan ibaret olmadığı bunun devamında neler yapılması gerektiÄŸi konusuna çok hâkim bir ülke deÄŸiliz. Burada zorunlu bir göç hikâyesinden bahsediyoruz. Çok dramatik göç hikâyelerinin yaÅŸandığı, komÅŸumuzdan gelmiÅŸ bir göçten bahsediyoruz. Zorunlu göçte kiÅŸilerin yaÅŸadıkları farklı travmalar var. Farklı psikolojik boyutları var. Bunların hem rehabilite edilmeleri, hem de topluma entergre olmaları beklenen süreçteyiz. Burada da bizim için en sıkıntılı özellikle son yıllarda giderek artan terör mevzusuyla da birlikte aslında bir güvenlik sıkıntısı var. Ama, güvenliÄŸi kilit olarak düşünmek yerine güvenliÄŸi çözecek olan ÅŸeyin kiÅŸinin eÄŸitiminden geçtiÄŸini biliyoruz. Bu yüzden de eÄŸitimle ilgili çalışmalar yapılmasının acil öncelikli olduÄŸunu düşünüyorum.
Nasıl bir eğitimden bahsediyorsunuz?
Mesleki eÄŸitim olabilir yetiÅŸkin eÄŸitimi olabilir. Ama yine de en büyük baÅŸlığın Türkçe eÄŸitimden geçtiÄŸini düşünüyorum. Çünkü Türkçe bilmeden Türkiye’deki farklı sistemlere girmeniz mümkün deÄŸil. EÄŸitim sisteminin içine girmeniz mümkün deÄŸil. Çalışma sisteminin içine girmeniz mümkün deÄŸil. Ya da, gündelik hayatı idâme ettirme, daha eÅŸitlikçi, daha güçlü bir pozisyonda yer almanız mümkün deÄŸil. Bu, aynı zamanda kültürel yakınlaÅŸmayı saÄŸlar. Sadece onlar Türkçe öğrensin gibi bir yerden de bakmıyorum. Ama bunun çok elzem olduÄŸunu düşünüyorum ve altını çiziyorum. Meselâ, Türkiye’de de artık Arapça diline dair bütün ön yargıların kırılması ve Arapça bilen sayısının hem kurumlarda hem de halk arasında giderek daha sempatiyle yaklaşılması gerekiyor. Entegrasyon derken. karşılıklı bir etkileÅŸimden bahsediyoruz. Bu, bir ÅŸekilde kaynaÅŸma ve karşılama aslında.
Göçün farklı psikolojik boyutlarındna bahsettiniz? Nedir onlar?
Özellikle mülteci toplulukları genel olarak var olan mevcut doğurganlıklarından daha artı bir doğurganlık yaratırlar. Çünkü bu durum böyle de bir şeye sebep olur. Bu gayet anlaşılır. Bütün çalışmalarla da desteklenen bir şey. Böyle bir durumda kişiler daha doğurgan oluyorlar. Suriyelilerde de böyle oldu. Artı Suriyeliler de zaten genel olarak daha doğurgan bir toplum zaten. Bir de, yapılan araştırmalar şunu gösteriyor, mülteci durumunda böyle bir travma içinde toprağını kaybediyorsun, toprağından ayrılmak zorundasın ama hâlâ soyunu ve devamını düşünüyorsun, aslında geleceği kurgulamak istiyorsun. Zaten şimdiye dair bir şey yapamıyorsun. Bu, böyle psikososyal bir dram aslında. O dramın içinde çocuk yapmak, aslında bir çeşit bunu geleceğe dair hafifletmeye yönelik bir mekanizma. Bunu böyle bilinç düzeyinde de yapmıyor kimse. Ben geleceğimi kurgulayayım, çocuk yapayım o zaman diye değil. Yani, hani bu böyle bir durumda en çok gördüğümüz üremeye yönelik tavırlar. Yani, bu çıkmazın içinde bunu yapıyor. Ama bu bilinçli ve rasyonel bir tercih olarak okunmamalı. Burada çok bu tarz elşeştiriler var. Bu şekilde yaklaşmak çok mantıklı değil. Bu durumun yarattığı sonuçta onların yaşadığı hayatı, onların giydikleri ayakkabıyı giyip anlamak başka bir şey gerçekten. Onu anlamak da çok mümkün değil. Onların kendilerini anladığını da sanmıyorum, ama bu durumda olanları bilimsel araştırmalar söylüyor. Böyle durumlarda kişiler normalde olduklarından daha doğurgan olabilirler.
Türkiye bu yoğun göçe karşı nasıl bir imtihan veriyor?
Ä°htiyacı olana kapı açmak gibi bir geleneÄŸimiz var zaten. Ama şöyle de bir algı oldu. Ensar, muhacir ikilemi içinde kaldı. Bu da, kiÅŸiler muhacir, ama misafir statüsünde muhacir. Yani, geldi ama gidecek. Neredeyse Almanya’ya giden işçilerimiz gibiydi. Almancılar da biliyorsunuz geçici olarak görüldüler. Konuk işçi dendi onlara. Bizi yanılgıya düşüren kısmı burası. Çünkü, misafirlik bizde üç gün olur, beÅŸ gün olur. Misafir karşılanır, ağırlanır. Sürekli yardım edilmesi gereken, yardıma muhtaç bir insan deÄŸildir. Ama onlar misafir deÄŸiller. Çünkü, onlar geçici deÄŸiller. Birincisi, buraya gelmek zorunda kalmış bir grup insanlardan bahsediyoruz. Bu insanlar gelelim burada hayatımız daha iyi olsun, daha iyi maaÅŸlar kazanalım ya da baÅŸkalarının ellerinden iÅŸlerini alalım, evlerinin kiralarını artıralım gibi bir amaçla kimse gelmedi. Orada büyük bir savaÅŸ yaÅŸanıyor. Büyük bir dram yaÅŸanıyor. Ve inanın gelenlerin yaÅŸ gruplarına baktığmızda büyük bir kısmının genç olması da mânidar. YaÅŸlıların çoÄŸu gelmiyor. Oradalar hâlâ. Çünkü evlerini bırakmıyorlar onlar. Gençler geliyor, çünkü ancak onlar yine hayatı devam ettirecek unsurlar olabilirler. O doÄŸurganlıkla bunların hepsinin iliÅŸkisi var aslında. Åžu anda yapılması gereken onların misafir deÄŸil, buraya zorunlu olarak gelmiÅŸ, büyük bir olasılıkla da ömürlerini burada geçirecek kiÅŸiler olarak algılanmasıyla mümkün. Yani, onlar bizim misafirimizdir. Geldiler, geri dönecekleri gibi bir algıdan kurtulmamız gerekiyor. Artık toplumu farklı bireylerle paylaÅŸabileceÄŸimiz mertebeye geçmemiz gerekiyor.
Bizim, gençlerin Suriyeli algısıyla ilgili bir araÅŸtırmamız oldu. Normalde eÄŸitim düzeyi yükseldikçe göçmenlere, mültecilere sempati artar diye biliyoruz. Türkiye’de bunun böyle olduÄŸu konusunda sıkıntılar var. Biz eÄŸitimli kesimle yapmaya çalıştık çalışmayı. Çok daha yüksek eÄŸitimlilerde, master doktorası olanlarda biraz daha pozitife gidiÅŸ var. Ama, lise ve üniversite mezunlarında hâlâ sıkıntılar olduÄŸunu farkediyoruz. Yani, normalde beklenenden çok daha düşük bir göçmen toleransı var. Özellikle siyasi kimliÄŸiniz aslında mültecilere bakışınızı çok daha doÄŸrudan etkiliyor. Bu iÅŸte sorgulanması gereken bir ÅŸey. Yönelim olarak AK Parti’ye yakınsanız mülteciye de daha yakın oluyorsunuz. Muhalifseniz daha uzak. Bu biraz karmaÅŸaya sebep veren bir ÅŸey. Bu kiÅŸilerde “kim kapıları açıp çağırdıysa ÅŸimdi onların sorumluluÄŸudur” deme anlayışına getiren nokta. Aslında biraz tehlikeli bir nokta. Mevcut kutuplaÅŸmaların giderilmesi gerekiyor ki, bu olay daha da dramatik hale gelmesin. Buradaki savaÅŸ üzerine çalışan akademisyenler bu savaşın kolay kolay bitmeyeceÄŸini söylüyor. Bitse bile Suriye’nin yaÅŸanabilir bir ülke olması en erken 15-20 yıl sonra mümkün. Bu durumda burada doÄŸan çocuklar var. Burada büyüyen çocuklar var. Bunlar buranın çocukları olacak. Büyük bir nüfustan bahsediyoruz evet. Bu nüfusu da bizim bu toplumumuza entegre etmemiz gerekiyor. Alışması gerekiyor Türk toplumunun.
Peki bu nüfusun entegrasyonu nasıl sağlanmalı?
Entegrasyon için karşılıklı, yani gelen toplumla gelinen toplum arasındaki bağların kuvvetlendirilmesi gerekiyor. Biz ne kadar kültürel olarak yakınız, aynı dinden geliyoruz gibi bunu bu kadar basite indirgememek gerekiyor. Yine de farklılıklarımız var. Kültürel ve dini farklılıklarımız var. Şimdi bunları bir araya getirmek gerekiyor. Hep benzerlikler üzerinden değil farklılıklarla birlikte yaşama kültürünü yükseltmemiz gerekiyor. Bizim için en değerli şey bu tecrübeden bizi yükseltebilecek bir şey. Çünkü, biz hep farklıları elimine edip, hep benzerlikler üzerinden güçlenmeye çalıştık. Halbuki biz farklılıklarla da kuvvetlenebiliriz. Farklı olanı içimize alıp onunla birlikte yaşamayı öğrenebilirsek o farklıyla bilikte yaşamayı öğrenebilirsek en büyük kazancımız bu olacaktır. Bundan sadece ekonomik olarak değil, toplumsal ve politik olarak da büyük bir kazanç sağlanabilir. Hep mağdurluk üstünden, hep kayıp üstünden konuşuyoruz. Ama göç, aslında potansiyeli çok yüksek, çok daha dinamik bir şey.
Bir diğer unsur, eğitim planlanması gerekliliği. Eğitici kişilerin de nasıl eğitilecekleri önemli. Çünkü bunlar hassas gruplar. Yani büyük bir travmadan çıkmış, yakınlarını kaybetmiş bir grupan bahsediyoruz. Belki de ilk başta onlar öğrenme aşamasına geçemeyecek durumdalar. Onları önce bir rahatlatmak gerekiyor. Normal hayata geçmelerini sağlayıp ondan sonra bir şeyler öğretebilirsiniz. Ciddi bir planlama eksikliğimiz olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar zaten politikacılardan bir kaç kere entegrasyon yapılmalı üstüne söylem duyduk. Bu çok az. Şu anda altıncı yıla girdik, acil bir şeyler yapılması gerekiyor. Yapılmıyor mu? Yapılıyor bir şeyler. Ama çok farklı kanatlardan. Kimse kimsenin ne kadar, ne yaptığını tam bilmiyor. Birlikte hareket etme konusunda gerçekten kötü bir sınav veriyoruz. Bunları daha iyi düzeltmemiz gerekiyor.
Nasıl düzelecek?
Devletin bence şöyle bir ayrım yapması gerekiyor. Öncelikle göç konusunu bilen akademisyenlerle, farklı sivil toplum örgütleri ile hem yerelden, hem ulusal, hem de uluslararası farklı göç konusunda deneyimi olan kurumlarla iÅŸbirliÄŸi yapması gerekiyor. Bunları bir araya getirmesi gerekiyor. Uluslararası ya da yerel çalışırken özellikle akademisyen ayağını unutmamak gerekiyor. Bu ciddi tarihçesi olan da bir ÅŸey. Türkiye’nin kendine özgü tarihi de var. Osmanlı’dan gelen muhacirler, farklı göçmen, mülteci akınları deneyimimiz var. Bunun da bir tarihçesinin çıkarılması gerek. Bunun üzerinden gidilmesi gerek. Yeni durumla da karşılaşıldığında da nasıl tepki verilmesi gerektiÄŸi üzerine ciddi düşünüp, birlikte ortak akıl üretebilecek bir ekip oluÅŸturulması gerekiyor. Bunun da biraz daha bakanlık düzeyinde yapılması lazım... Çünkü, göç öyle bir ÅŸey ki altında dolu baÅŸlık var. SaÄŸlıktan tutun çalışma, istihdam, eÄŸitim iÅŸte hayattaki bütün baÅŸlıklar onun altına girebilir.
Siz merkez olarak sosyal projeler üzerinde çalıştınız. Onlardan bahseder misiniz?
Biz bir kaç proje ürettik. Biri çiftlik projesi. Mültecilere iki yol veriliyor gibi Türkiye’de. Ya kampta kalacaksın ya da ÅŸehir ormanına düşeceksin. Åžehirde, Ä°stanbul gibi bir yerde yaÅŸamak zor, yepyeni bir dünya. Burada yaÅŸamak hiç de kolay deÄŸil. Bunu tercih etmemiÅŸsen, birden bire böyle bir ortamın içine düştüğünde ciddi sorunlar devam ediyor. Suriyeli toplum aynı zamanda çok tarıma da yakın bir toplum. Türkiye’de de tarımın geri gitmesi konusunda ciddi kaygılar var. Bu yüzden kırsal kalkınma politikalarının artırılması düşünülüyor. Mesela, biz bununla bunu birleÅŸtirelim. Kentlerde de kentten bıkkınlık düzeyine gelmiÅŸ eÄŸitimli, emekli kesimden kiÅŸiler ile bilikte kırsal bir projeye dönüştürelim dedik. Kırsal kalkınma projesi. Birlikte yaÅŸam projesinin köyde de kentte de olabileceÄŸini örnek model ile geliÅŸtirelim diye düşündük. Önümüzdeki dönem mimarlık fakültesi bunun üzerinde çalışacak. Yapacakları tasarımlarla Türkiye’nin çeÅŸitli yörelerinde bu nasıl uygulanabilir, onu çalışacaklar. DiÄŸer bir projemiz, emlakçıların aradan çekilip kiraların artışına dair bir çözüm önerisi. Hem de barınma kültürlerini birleÅŸtirme ve ortaklaÅŸtırma ve daha ortak bir dil yakalamak için... Aslında ev sahibi ile ev arayan kiÅŸilerin bir araya gelebilecekleri çeÅŸitli platformlar yakalamak. Bunun gibi bir kaç projemiz var.
Avrupa ülkelerinin mültecilere yönelik tavırlarını nasıl değerlendirmek gerekir?
Bir yandan sadece kendi sorunları gibi algılayıp ama uzakta kalsın ve onu orada çözmeye çalışalım gibi bir ÅŸekilde yaklaÅŸtı. Ama bu normalde ne insanlık deÄŸerlerine ne de Avrupa’nın kendisine biçtiÄŸi, kendisinin kimliÄŸine özgü altını çizdiÄŸi deÄŸerlere uyan ÅŸeyler. Mültecilik hakkı verdiyseniz. Böyle bir durumda kapılarınızı kimseye kapatamazsınız. Ya da böyle farklı anlaÅŸmalar yoluna gitmezsiniz. Türkiye’yle yapılan AB anlaÅŸmasından bahsediyorum. Ya da almamak üzerine kendinize bir yol haritası çizemezsiniz. ÇeÅŸitli korkuları var, özellikle Ä°slamofobi dediÄŸimiz ÅŸey, müslüman fobi de diyebiliriz, onun ÅŸu anda Avrupa’da baÅŸat olduÄŸunu görüyoruz. Korkuyla bezenmiÅŸ güvenlik politikaları var. Mültecileri, müslümanı dışlama, bir tekilleÅŸtirme mekanizması var. Ciddi kötü bir sınav veriyorlar. Bunun farkındalar da bence. Yanlış ya da sıkıntılı davrandıklarının farkındalar. Bütün çeliÅŸkileri ortaya çıktı. Bu da aslında kendi içlerinde ciddi çatışmalara sebep veriyor. Ne yapacaklarını bikemiyorlar. Geri adım atıyorlar. Vazgeçiyorlar. Bunlar ciddi sıkıntılı durumlar.
Henüz yorum yapılmamış.