Güncel
Diyanet'in acı tarihi
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın tarihi İstanbul'un fethiyle kurum haline gelen 'Müftil Enam'lara kadar dayanıyor. Cumhuriyet döneminde 'Ankara Fetvası'nı veren, darbe zamanlarında fetva verirken asker gölgesi altında kalan Diyanet, bugün tüm dünyada Müslümanları birlik olmaya davet ediyor. Gerçek Hayat Dergisi, Diyanet'in şeyhülislamlıktan bugüne yaşadığı çalkantıları ve acı tarihini çarpıcı ayrıntılarıyla anlatıyor.
Biz yıllarca kendi ülkemizde cübbesiyle, sarığıyla dolaÅŸan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı göremedik." CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan bu üzüntüsünü sık sık dile getiriyor. Yakın geçmiÅŸimizde uygulanan başörtüsü yasağına 'tepeden tırnaÄŸa' göz yumarak, “Allah'ın emri yasaklanamaz" tepkisini vermekten aciz, temsil ettiÄŸi imamet makamının cübbesini vestiyere asan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlarımız oldu çünkü.
Neredeyse Cumhuriyetle yaşıt bu kurumun tarihine göz attığımızda bir bütün olarak şunu görüyoruz aslında, Diyanet'in zor ve acılı bir tarihi var. Başkanlığın geçmişi, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra ihdas ettiği 'Müftil Enam'lara kadar uzanıyor. Daha sonra Şeyhülislamlık makamı kurulmuş ve din işleri, yargı ve eğitim işleri kendilerine bağlanmıştı. Cumhuriyet dönemine kadar geçen sürede 127 Şeyhülislam görev aldı Osmanlı Devleti'nde. Bunlardan ikisi idam edildi, yüze yakınının da görevlerine son verildi.
Kadrosu 5 binden 8 kişiye düştü
1907'deki Islahat Fermanı ile yargı adliyeye, eğitim işleri Maarif Dairesi'ne bağlandı. Şeyhülislam sadece din ve vakıf hizmetlerinden sorumlu tutuldu. 3 Mayıs 1920 tarihinde oluşturulan hükümette Şeyhülislamlık hizmetleri 'Şer'iye ve Evkaf Vekâleti' adı ile bakanlığa devredildi. Cumhuriyetin ilanıyla da 3 Mart 1924'te Diyanet İşleri Nezareti kuruldu. 1930'dan sonra, Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenlerin İslam dinine ve dindarlara yaklaşımı değişince Diyanet'in de istikameti değiştirildi. 1946'ya gelindiğinde koskoca kurum 8-10 kişiden ibaret kaldı. Başkan'ın yardımcısı bile yoktu. 30'lu yıllarda sayıları 5 bin olan personel vakıflara bağlanarak Diyanet fiili olarak devre dışı bırakıldı.
Rıfat Börekçi'nin Türkçe ezana direnişi
Kurumun ilk başkanı olan Rıfat Börekçi'nin kadrosunda namaz kıldıracak imam bırakılmamıştı. Rıfat Börekçi kimdi peki? Ankara Müftüsü sıfatıyla, Kurtuluş Savaşı'na ve Mustafa Kemal'e destek veren bir din adamıydı. 'Ankara fetvasını' verdi ve Cumhuriyet, Börekçi'nin bu tavrıyla Anadolu'da meşruiyet kazandı. Bu yüzden de Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Diyanet İşleri Başkanı oldu. Ama kurulmasına ön ayak olduğu Cumhuriyet'in dine ve dindarlara savaş açmasının da karşısında durdu. Börekçi, Türkçe ezan okuyup, Türkçe namaz kıldıran imamı görevden alarak devlete karşı tavrını ortaya koydu. 1941'de vefat ettiğinde koltuğu önce ateşten gömlek oldu, sonra da belli dönemlerde dinle alakası olmayan kişiler tarafından 'işgal' edildi.
"Diyanet'in zor ve acılı bir tarihi var. Başkanlığın geçmişi, Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethinden sonra ihdas ettiği 'Müftil Enam'lara kadar uzanıyor. Daha sonra Şeyhülislamlık makamı kurulmuş ve din işleri, yargı ve eğitim işleri kendilerine bağlanmıştı. Cumhuriyet dönemine kadar geçen sürede 127 Şeyhülislam görev aldı Osmanlı Devleti'nde. Bunlardan ikisi idam edildi, yüze yakınının da görevlerine son verildi.
CHP'li vekilin alay ettiği Başkan kalp krizi geçirdi
Diyanet'in üçüncü başkanı olan Ahmet Hamdi Akseki, yazdığı yazılar nedeniyle iki kez idamla yargılanıp beraat etti. Uzun yıllar Diyanet çatısı altında hizmet veren Akseki Hoca, görev başındayken vefat etti, fakat bu sıradan bir vefat değildi. Akseki döneminde kurum, siyasetin hedefine oturtuldu. Görevinin son günlerinde teşkilatı yeniden düzene sokmak ve din görevlilerinin maaşlarını normal seviyeye getirmek için uğraştı. Bu maksatla da TBMM Bütçe Encümeni'nde bir konuşma yaptı. Ancak konuşması esnasında CHP milletvekillerinden bazıları Akseki Hoca'nın cübbesine ve sarığına laf atarak alay ettiler. Zaten kalp hastası olan Akseki Hoca buna çok üzülerek rahatsızlandı. Fakat ona asıl krizi, 6 Ocak 1951 günü Diyanet'in tüzüğü müzakere edilirken geçirttiler. Bu müzakereden 3 gün sonra, yani 9 Ocak'ta kaldığı hastanede vefat etti. Sebilürreşad dergisinin Ocak 1951 sayısında yer alan açıklamaya göre, Akseki Hoca ile alay eden CHP'li vekillerden biri, sonradan başbakan olan Van Milletvekili Ferit Melen'di.
Kadroları Menderes verdi
Diyanet kronolojisinde, Demokrat Parti ve Menderes dönemine ayrı bir parantez açmak gerekiyor; Devlet tarafından tasfiye edilen Diyanet, 1950'de Demokrat Parti'nin iktidara gelmesiyle yeniden iÅŸlevsel hale getirildi. BaÅŸbakan Adnan Menderes sayesinde ezan yeniden Arapça olarak okutulmaya baÅŸlayınca Diyanet de bu zulmün bir parçası olmaktan kurtuldu. 29 Nisan 1950'de yürürlüğe giren kanunla Diyanet Ä°ÅŸleri ReisliÄŸi'nin adı “Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı" olarak deÄŸiÅŸtirildi. 1935'te Evkâf Umum Müdürlüğü'ne devredilen cami ve mescitlerin idaresi ile imamların kadroları tekrar Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı'na verildi. Devletin din ve dindarlar ile yeniden kaynaÅŸma süreci de Demokrat Parti iktidarına karşı yapılan 27 Mayıs Darbesi ile son buldu. 10 yıl süren DP iktidarının ilk günlerinde Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı'na getirilen Eyüp Sabri HayırlıoÄŸlu, darbeye kadar görevinin başında kaldı. HayırlıoÄŸlu, 9 yıl süren baÅŸkanlığından darbe ile el çektirildikten 120 gün sonra vefat etti.
"Diyanet'in üçüncü başkanı olan Ahmet Hamdi Akseki, yazdığı yazılar nedeniyle iki kez idamla yargılanıp beraat etti. Uzun yıllar Diyanet çatısı altında hizmet veren Akseki Hoca, görev başındayken vefat etti, fakat bu sıradan bir vefat değildi.
'Menderes'in katli vaciptir' fetvası istediler
Tekrarlamakta beis yok; Diyanet'in gerçekten de acılı bir tarihi var. 1960'ta yapılan darbe sonrasında görevdeki Diyanet İşleri Başkanı azledilerek o zaman Türkiye'nin en büyük âlimlerinden biri olan İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen, Diyanet İşleri Başkanı oldu. Devamında ise ibretlik gelişmeler yaşandı.
Okuyacağınız satırları, Prof. Dr. Mehmet Görmez'in 2015'te katıldığı bir radyo programındaki anlatımından aktarıyorum: “Ömer Nasuhi Hoca baÅŸkan olarak atanır, Ä°stanbul'dan trene biner ve Ankara Garı'na indiÄŸinde bir polis memuru ile bir ÅŸoför kendisini arabaya alırlar. 'Hocam sizi otelinize götürüyoruz' deyince 'Hayır olmaz' der. 'Nereye gitmek istiyorsunuz?' diye sorduklarında, 'Önce Eyüp Sabri HayırlıoÄŸlu'nun evine gidelim' deyince polis memuru ÅŸaşırır. Yolda arabayı saÄŸa çeker. Arkasına döner, 'Hocam, bu ülkede bir ihtilal oldu biliyor musun?' Hoca 'Biliyorum, evladım' der. 'Bu ihtilal Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı'nı görevden aldı biliyor musun?', Hoca 'biliyorum' der. 'Seni de Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı yaptı.' 'Evet, biliyorum.' 'Peki, yeni Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı'nın Ankara'ya geldiÄŸinde ilk iÅŸi görevden azledilen Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı'nı ziyaret etmek mi olmalıdır?' der. Hoca, 'Evladım, siz gitmek istemiyorsanız ben evi bilirim, yaya da giderim' der. Ve gider, kapı çalınır. Eyüp Sabri HayırlıoÄŸlu, karşısında Ömer Nasuhi Hoca'yı görünce ÅŸaşırır tabii. Ömer Nasuhi Bilmen: 'Efendim, bana bir vazife yüklediler. Ben de Ankara'ya geldim, o makama, göreve baÅŸlamadan önce sizden izin almaya geldim.' Eyüp Sabri Hoca, Ömer Nasuhi Hoca'yı içeri alır ve ona: 'Devir, devri mefsedet (fesat) devri, celb-i maslahat (iyilik) devri deÄŸil. Zor günler geçireceÄŸiz. Ben hamdettim Allah'a, seni bu makama getirdiler. Çünkü sen yine devletimizi, milletimizi Diyanet'in tarihinde olduÄŸu gibi nice kötülüklerden, yanlışlıklardan vazgeçireceksin inÅŸallah' der. Böylece Ömer Nasuhi Hoca'ya icazet verilir. Hoca göreve baÅŸlar ve 8 ay sonra istifa etmek zorunda kalır. Çünkü o zaman Menderes ve arkadaÅŸlarının idamıyla ilgili 'katledilmelerinin dinen de caiz olduÄŸu hatta vacip olduÄŸu' ÅŸeklinde bir hutbe okumasını isterler. Bunu kabul etmez ve onurlu bir ÅŸekilde istifa eder."
Bilmen'in ardından 4 yılda 5 baÅŸkan deÄŸiÅŸti kurumda. 64'te baÅŸkan olan Tevfik Gerçeker, Anayasa Mahkemesi BaÅŸkanı'ydı. Gerçeker'in dini eÄŸitimini “babasından aldığı" söylendi. Bir yılın sonunda görevi bıraktı ve ardından makama getirilen Ä°brahim Bedrettin Elmalı da 10 ay dayanabildi.
“Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı'nı tutuklayın!"
Bu tarihin can yakıcı ayrıntılarından biri de 1924 ile 1965 yılları arasında hiçbir Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanının resmi bir ziyaret amacıyla, Hac vazifesi dâhil olmak üzere yurtdışına çıkamamış olmasıdır. Yurtdışı ziyareti gerçekleÅŸtirebilen ilk baÅŸkan olarak tarihe geçen Ä°brahim Bedrettin Elmalı, görevden alınan ilk baÅŸkandı aynı zamanda. Bu ziyarete cesaret etmesi görevinin sonu olmuÅŸtu. 1965 yılında Tunus CumhurbaÅŸkanı Habib Burgiba'dan davet alan BaÅŸkan Elmalı, dönemin basınının ve kamuoyunun olumsuz tutumuna raÄŸmen Tunus'a gitmek ister. Bakanlar Kurulu'nda, “sarığı, cübbesi ile gidebilir mi diye" tartışma çıkar. Sonunda 'kerhen' de olsa izin verilir ve Elmalı, Roma üzerinden Tunus'a gitmek için yola koyulur. Fakat basın o daha yoldayken çok ağır yayınlar yapınca “git" izni veren devlet, Elmalılı Hoca'yı Roma'da aktarma yaptığı sırada geri çağırtır. Hoca bu çaÄŸrıya uymaz ve “senelik iznimi kullanıyorum" diyerek Tunus'a uçar. Burada çok iyi karşılanır ve ziyareti bitince önce Bingazi'ye geçip, yurda oradan dönmek ister. Bu isteÄŸi bardağı taşıran son damla olur ve dönemin DışiÅŸleri Bakanı, Libya BüyükelçiliÄŸi'ne Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı'nın “gerekirse derdest edilerek Türkiye'ye gönderilmesi" ÅŸeklinde nota çeker. BaÅŸkan Elmalılı planladığı programı yarıda keserek Türkiye'ye döner ve istifa etmesi için kendisine baskı yapılır. Direnir ve görevinden ayrılmaz. Devlet kararlıdır, iki ay sonra Bakanlar Kurulu kararıyla görevine son verilen ilk baÅŸkan olur Ä°brahim Bedrettin Elmalı.
Cevdet Sunay ihramlı fotoğraflarını yaktırdı
Elmalılı'nın başına gelenler darbe zihniyetinin din karşıtı anlayışının, devletin tüm hücrelerine sirayet ettiğini gösteriyor. Benzer bir durum da Cumhurbaşkanı sıfatıyla Cevdet Sunay'ın yaşadıklarıyla ortaya çıktı. Şöyle ki; 1966'da resmi ziyaret için Suudi Arabistan'a giden dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay teamül gereği umre de yapar. 'Zaruri' olarak da ihram giyer. Bu aslında bir ezber bozmadır. Osmanlı padişahları bile gidememişken Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı kutsal topraklardadır ve Allah'ın evini tavaf etmiştir. Fakat acı gerçek yıllar sonra öğrenilir. Cumhurbaşkanı Sunay, baskı ve korkunun sonucu olarak umre görevini ifa ederken çekilen ihramlı fotoğraflarını yaktırmıştır.
Başkan Yardımcısı Albay
Diyanet'in acı hikâyesine geri dönelim. 12 Mart 1971 darbesinden sonra muvazzaf bir Albay Diyanet'e baÅŸkan yardımcısı yapılır. Cunta yönetimi, halkın dini inançlarını merkezinden kontrol etmek istemiÅŸtir. Öyle ki bu dönemde fetvalara da müdahale ederek, Diyanet'e “futbol milli bir ibadettir" dedirtmiÅŸlerdir.
1980'lerin ortalarına gelindiÄŸinde 12 Eylül geride kalmış ve devleti artık sivil siyaset yönetmeye baÅŸlamıştı. Ãœlkenin seçilmiÅŸ muhafazakâr BaÅŸbakanı Turgut Özal, tıpkı Menderes döneminde olduÄŸu gibi Diyanet'in makûs talihini bir kez daha deÄŸiÅŸtiren isim olmuÅŸtu. Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı'nın artık Türkiye sınırlarının dışına çıkma zamanı gelmiÅŸti. Çünkü 80'li yıllarda Türkiye, Avrupa'ya yoÄŸun biçimde göç vermekteydi. Ä°nsanlar Avrupa'ya gönderilmiÅŸti ama “onların manevi hayatı ne olacak, cenazeleri nasıl defnedilecek, cumayı, bayram namazını nerede kılacaklar" diye hiç düşünülmemiÅŸti. Uzun yıllar kendi imkânları ve sivil toplum kuruluÅŸları aracılığı ile dini hizmet alan gurbetçiler, kendilerinden ziyade çocuklarının inanç dünyalarını düşünerek Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı'nın kapısını çaldı. Fakat Diyanet'in Avrupa teÅŸkilatlanması hiç de kolay olmadı. Her cemaatin kendine ait camileri vardı ve Diyanet buralara müdahil olamamıştı. Almanya'daki din hizmetleri Süleymancı, Nurcu ve Milli Görüşçüler tarafından verilmekteydi. Diyanet teÅŸkilatlanmaya baÅŸlayınca çok zorlandı. Çünkü kurum bu gruplara karşı mesafeliydi. Süleymancıları ziyaret ettiÄŸi için görevden alınan Diyanet görevlileri oldu. Aynı ÅŸekilde Süleymancı, Nurcu ve Milli Görüşçüler, Diyanet'in camisine gelmiyordu. Bu sebeple 1986'ya kadar 8 yıl Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı yapan Tayyar Altıkulaç, Berlin'e gittiÄŸinde "hiç bir camiye girmeyecek" denilmiÅŸti. Altıkulaç, buna raÄŸmen diÄŸer grupların camilerine gitmek istedi ve ancak MSP'nin kurucularından Avukat Ali OÄŸuz'u arayarak birkaç camiye gitmek için “izin" alabildi.
Özal: Bildiğin gibi yap arkanda ben varım
Altıkulaç'tan sonra göreve gelen Mustafa Said YazıcıoÄŸlu henüz 37 yaşındaydı, yöneticilik tecrübesi yoktu fakat en büyük destekçisi Turgut Özal'dı. Diyanet'in teÅŸkilatlanmasında ve siyasetin merkezinden uzaklaÅŸmasında önemli payı olan YazıcıoÄŸlu, daha sonra Özal'ın kendisine verdiÄŸi desteÄŸi şöyle anlatacaktı: “Ziyaretine gittiÄŸimde elini omzuma koydu ve 'Sana en zor görevlerden birini verdik. Siyasetin burayla ilgili bir sürü talebi olur. Onları fazla kırıp dökmeden bildiÄŸin gibi yap, arkanda ben varım' dedi. O yüzden ben ayrıcalıklı bir bürokrattım."
28 Şubat ve aranan adam: Mehmet Nuri Yılmaz
Diyanet, açılmaz kapıları çalıp gönüller fethederek cemaat ve gruplarla kaynaÅŸma projeleri üretti ve Müslümanların olduÄŸu her noktada teÅŸkilatlanma çalışmaları yaptı. Ancak yine bir darbe vurgunu gelip çatmıştı. 28 Åžubat süreci baÅŸladı ve kurum yeniden siyasetin merkezine oturtuldu. Çok yönlü darbe döneminin Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı ise Mehmet Nuri Yılmaz'dı. Kelimenin tam anlamıyla 'aranan' adamdı. Yılmaz, baÅŸkanlığı döneminde dine ve dindarlara askerin gölgesi ve siyasetin ön açması ile savaÅŸ açılmasına karşı çıkmadığı. Sözde irticaya engel olmak amacıyla yürürlüğe konulan uygulamaları da destekledi. Türk halkının dini hayatını çok geniÅŸ bir ölçüde etkileyen süreçte; başörtüsü önce okullarda sonra kamuda yasaklanmış, zorunlu temel eÄŸitim 8 yıla çıkarılarak imam hatip okullarının orta kısmı ve Kur'an kursları kapatılmış, ilahiyat fakültelerinin kontenjanları azaltılıp bu fakültelerin giriÅŸ puanları yükseltilerek öğrencilerin tercih yapmaları imkânsız hale getirilmiÅŸti. Mehmet Nuri Yılmaz'ın gözleri önünde cereyan eden baskı ve yasakların merkezinde artık Diyanet de vardı. 28 Åžubat sürecinin mimarları, Diyanet'in verdiÄŸi din hizmetlerine de direkt müdahalelerde bulunmaya baÅŸlamıştı. Emekli Albay OÄŸuz KalelioÄŸlu, Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanı Mehmet Nuri Yılmaz'a danışman yapılmıştı. Albay KalelioÄŸlu, Yılmaz'ın odasının karşısındaki odaya kurulmuÅŸ ve din hizmetlerini denetlemeye baÅŸlamıştı. Albay KalelioÄŸlu, müftüleri toplayıp onlara çeÅŸitli telkinlerde bulunup talimatlar veriyordu. 28 Åžubat sürecinin Diyanet'teki direkt etkileri arasında “merkezi hutbe" ve “merkezi vaaz" uygulamaları da vardı. Hutbe ve vaaz metinlerinin Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı merkezinde hazırlanmasıyla, camilerde “sipariÅŸ hutbe" dönemi baÅŸlamıştı. Sinan Aygün'ün baÅŸkanlığındaki Ankara Ticaret Odası ve Osman DurmuÅŸ'un bakanlığı döneminde SaÄŸlık Bakanlığı, Diyanet'ten hutbe sipariÅŸ eden kurumlar arasındaydı.
Emekli askerlerin DİYAM'ı kapatıldı
28 Şubat'ın 'gizli figür'lerinden Mehmet Nuri Yılmaz'ın görev süresi dolduğunda, iktidarda beşinci ayını yaşayan AK Parti vardı. Göreve Ali Bardakoğlu getirildi ve 28 Şubat'ın izleri yavaş yavaş silinmeye başladı. Mehmet Nuri Yılmaz döneminde Türkiye Diyanet Vakfı'nın kurduğu 'Diyanet Araştırma Merkezi'nin kapatılması ile başlandı işe. DİYAM'ın kurucu başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ, Başkan Yardımcısı ise Emekli Tümgeneral Yaşar Karagöz'dü. DİYAM'ın Genel Sekreteri yine emekli Tuğgeneral Yavuz Ölçen'di. Ayrıca, emekli Asker Ferruh Sezgin ve emekli Kurmay Albay Mustafa Küçükçakır da grup başkanı ve araştırmacı sıfatıyla DİYAM'ın yetkilileri arasındaydı. Toplamda 800 bin dolara kurulduğu gazetelere haber olan ve danışmanları binlerce dolar maaş alan dernek kapatıldı. 28 Şubat'ta kendi kitaplarını sansürleyen Türkiye Diyanet Vakfı'nın yayın politikası da elden geçirildi. Özellikle ilahiyat öğrencilerinin kaynak yayınevi olan TDV Yayın'ın maddi olarak zarar etmesi de engellendi. Diyanet teşkilatları elden geçirilmeye ve yapılandırılmaya başladı. Kurulduğunda 'soydaş eksenli' düşünülen yurtdışı teşkilatları, 2004 yılında bu bakış açısını önce 'dindaşlık' hukukuna taşıdı sonra da tüm insanlığı kapsayacak şekle bürüdü. Fakat bu dönüşüm hiç de kolay olmadı. Mehmet Görmez, başkan yardımcısı olduğu dönemde ilk defa Zürih'e gitmişti. Soruşturdu ve 15 bin civarında Müslüman'ın bayram namazına geldiğini öğrendi. Diyanet o zamana kadar diğer grupları hiç ziyaret etmemişti ve Görmez bu gruplarla buluşmak istedi. Zürih'teki Diyanet müşaviri bunun Türkiye Büyükelçisine sorulmasını tavsiye ettiği halde Görmez ısrar edince ziyaretler gerçekleşti ve birliğin temelleri bir kez daha atılmış oldu. Diyanet'e kapısını açmayan kurumlar, 2008'lere gelindiğinde Diyanet'ten camilerine imam, Kur'an kurslarına öğretmen talep etmeye başladılar.
Diyanet'in tarihi 80 ülkede yeniden yazılıyor
1976'da Diyanet'in çatısı altında kurulan Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü, uzun yıllar dar çerçevede hizmet vermiÅŸti. Afrika'da ve diÄŸer ülkelerde faaliyet göstermesi söz konusu bile deÄŸildi. Fakat 2006 yılında Diyanet 'Kara Kıta'yı keÅŸfe çıktı. KadrolaÅŸma çok zordu çünkü Türkiye Hariciyesi çok sayıda ülke için “burada Diyanet'e ihtiyaç yoktur" raporu vermiÅŸti. Diyanet ise bu topraklarda kendilerine ihtiyaç olduÄŸunu bilerek ısrar etti. Bu ısrar karşılığını da buldu. Bugün 80 ülkede ve 120 noktada (17'si Almanya) Diyanet Ä°ÅŸleri TeÅŸkilatı hizmet veriyor. BaÅŸkan Mehmet Görmez bu alt yapı için, “80'li yıllarda oluÅŸturulsaydı hem teÅŸkilatımız hem de ülkemizin konumu bugünkünden çok daha iyi olurdu" diyor. Tek parti hükümeti döneminde kadrosu 8'e kadar düşürülüp, Türkiye'nin Müslüman halkına bile din hizmeti vermesi engellenen Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, son 10 yılda yaÅŸadığı dönüşümle sadece din hizmetlerinde çığır açmadı insanlığın da vicdanı oldu. Gönül bağı ile hizmete adanmışlıkla, dünyadaki Müslüman halkların imkânsızlıklarını da göğüslüyor. Acıları dindiriyor, savaÅŸlarla psikolojik enkaza dönüşen toplumları manevi bakım ile besliyor. Suriye'deki savaÅŸtan kaçarak Türkiye'deki çadır kentlere yerleÅŸen Müslüman halkın da hizmetinde olan bir Diyanet'ten söz ediyoruz. Kendi vatandaÅŸlarımıza verilen neredeyse bütün din hizmetlerini Türkiye'de barınan masum Suriye halkına da saÄŸlayan Diyanet Ä°ÅŸleri BaÅŸkanlığı, geçmiÅŸindeki trajikomik hikâyenin üzerini büyük bir öze dönüş ile kapatıyor.
Henüz yorum yapılmamış.