Dünya
Hangi Batı?

2011 yılında Suriye’de patlak veren iç savaşın ardından Akdeniz’i ve Ege Denizi’ni geçerek Batı’ya ulaşmaya çalışan sığınmacılar, Batı’yı ve Batılı değerleri tehdit eden “şeyler” arasında en üst sıralara yerleşti. Elbette bu tehdit algısının Batı’da özellikle 11 Eylül olaylarından sonra ve son yıllarda artan bir popülizm ve korku siyaseti dönemine denk gelmesi rastlantı değildir.
Bugün tarihin en dramatik sürgünlerinden birine tanıklık ediyoruz. Dünya Mülteciler gününden iki gün önce (18 Haziran 2015) Ä°stanbul’a yaptığı bir ziyarette dönemin BirleÅŸmiÅŸ Milletler Yüksek Komiseri António Guterres, 2014 yılı sonu itibariyle yerlerinden zorla edilen nüfusun 59.5 milyon gibi rekor bir sayıya ulaÅŸması sonucunda dünyanın “afallatan” bir kriz ile karşı karşıya olduÄŸu uyarısında bulundu. 2011 yılının ilk aylarından itibaren bu sayısal artışın en temel nedeni tartışmasız bir ÅŸekilde Suriye’de yaÅŸanan iç savaÅŸ oldu. OCHA’nın tahminlerine göre 2014 yılının ortalarında, 22 milyon nüfusu olan Suriye’nin yarısı savaÅŸtan etkilenmiÅŸ, insani yardıma muhtaç hale getirilmiÅŸti ve kalıcı siyasi bir çözüm bulunamaması durumunda bu rakam hızla artacaktı. Nitekim BM’nin Åžubat 2016 verilerine göre yerlerinden edilen Suriyelilerin sayısı 13.5 milyonu buldu. 6.6 milyon Suriyeli, Suriye içerisinde yerlerinden edilip yardıma muhtaç hale getirilirken, 4.8 milyonu bölgedeki ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Uluslararası Af Örgütü’nün verilerine göre dünya genelinde en fazla Suriyeli sığınmacıya ev sahipliÄŸi yapan Türkiye’yi (2.5 milyon) sırasıyla Lübnan (1.1 milyon), Ãœrdün (635 bin), Irak (245 bin) ve Mısır (117 bin) takip etmektedir. Dünya genelinde ise Suriye krizinin baÅŸlangıcından itibaren 162,151 Suriyeliye yeniden iskan edilebilmiÅŸtir ki bu rakam Lübnan, Ãœrdün, Irak, Mısır ve Türkiye’de ikamet eden Suriyeli sığınmacı sayısının ancak yüzde 3.6’sına tekabül etmektedir. Yine Uluslararası Af Örgütü’nün Åžubat 2016’da yayınladığı verilere göre, içlerinde Bahreyn, Kuveyt, BirleÅŸik Arap Emirlikleri, Katar ve Suudi Arabistan’ın da bulunduÄŸu Körfez ülkeleri, Rusya, Japonya, Singapur ve Güney Kore gibi yüksek gelirli diÄŸer ülkeler ÅŸu ana kadar Suriyeli sığınmacılara hiç yeniden iskân saÄŸlamadı. Almanya ve Ä°sveç’i hariç tuttuÄŸumuzda 26 AB ülkesi 30 binden biraz fazla yeniden iskân taahhüt etti. Almanya yaklaşık 40 bin, Ä°sveç ise bugüne kadar yaklaşık 30 bin yeniden yerleÅŸtirme taahhüt etti. Tüm AB ülkelerinin, Almanya’nın ve Ä°sveç’in taahhüt ettikleri yeniden yerleÅŸtirme sayısını topladığımızda, 5 temel ev sahibi ülkenin misafir ettiÄŸi Suriyeli sayısının yüzde 2.08’ne, sadece Türkiye’nin ev sahipliÄŸi yaptığı Suriyeli sığınmacı sayısının (Göç Ä°daresi’nin en son verilerine göre 2.7 milyon) yüzde 3.7’sine denk gelmektedir. Dünyanın “süper gücü” ABD ise bugüne kadar 2 binden biraz fazla Suriyeli sığınmacıyı kabul etti. Bu sayısal veriler ışığında, genelde Batı’nın ve özelde Avrupa ülkelerinin Suriyeli sığınmacı sorununa yaptıkları katkı, bu ülkelerin savundukları ve bugün dünyaya hâkim olan Batılı deÄŸerler arasında bir tezat oluÅŸturmaktadır. Yazının devamında bu çeliÅŸkiyi, Batı’nın sığınmacı sorununu ele alış ÅŸeklini, ben ve diÄŸeri temsillerini inceleyerek, açıklamaya çalışacağım.
Fiziksel ve siyasal sınırlar
Göç çalışmaları uzmanlarına göre 21. yüzyılın “göç çağı” olacağı 20. yüzyılın sonunda belliydi. 1990’lı yıllarda Yugoslavya parçalanıp, sivil halk katli ve etnik temizlik siyaset araçları olarak kullanılırken tüm dünya geliÅŸmeleri çaresizce izledi. Egemen ulus devletlere dayanan küresel sistemin neye dönüşeceÄŸi henüz belli deÄŸilken göç, SoÄŸuk SavaÅŸ sonrasında ortaya çıkan yeni bir güvenlik ajandasının merkezinde yer aldı. Nitekim 2011 yılında Suriye’de patlak veren iç savaşın ardından, Akdeniz’i ve Ege Denizi’ni geçerek Batı’ya ulaÅŸmaya çalışan sığınmacılar, Batı’yı ve Batılı deÄŸerleri tehdit eden “ÅŸeyler” arasında en üst sıralara yerleÅŸti. Elbette bu tehdit algısının Batı’da özellikle 11 Eylül olaylarından sonra ve son yıllarda artan bir popülizm ve korku siyaseti dönemine denk gelmesi rastlantı deÄŸildir. Bunların sonucunda daha sert, sınırlayıcı ve güvenlikleÅŸtirici bir politik yaklaşıma meyleden Batı ve billhassa Avrupa devletleri sınırlarının fiziksel ve siyasal olarak korunması için harekete geçti. Nitekim 2015 yılının sonunda Avusturya hükümetinin kararıyla Avusturya ordusu ülkenin güneyinde, Spielfield sınırına 3.7 kilometrelik dikenli tel çekerek Avrupa’nın pasaportsuz geçilebilen Schengen bölgesinde bir ilki gerçekleÅŸtirmiÅŸ oldu. Aynı ÅŸekilde, Avrupalı ve Afrikalı liderler Avrupa’ya yönelik göçe bir çözüm üretmek için Malta’da görüştükleri sırada (Kasım 2015) Slovenya Hırvatistan ile olan sınırına, Sutla nehri boyunca dikenli tel çekiyordu. BaÅŸbakan Miro Cerar’ın “teknik bariyer” olarak adlandırdığı bu sınırlamanın amacı İçiÅŸleri Bakanı Bostjan Sefic’e göre “Slovenya’ya geçiÅŸleri engellemek ya da önemli derecede azaltmak deÄŸil... Ä°nsan akınını güvenli noktalara yönlendirmek”ti. Bu ya da baÅŸka ÅŸekilde gerekçelendirilen fiziksel sınırlamaların ve siyasi kararların Batı deÄŸerleri açısından bir çeliÅŸki arz ettiÄŸi gerçeÄŸinin yankısı 2016 Mart ayında Avrupa BirliÄŸi ve Tükiye’nin, Yunanistan’a geçen Suriyeli sığınmacıların Türkiye’ye geri gönderilmesi hususunda yaptıkları anlaÅŸma ile ayyuka çıktı. 1951 yılında Cenevre SözleÅŸmesi ile uluslararası hukuka kazandırılan, Avrupa Ä°nsan Hakları SözleÅŸmesi ile kutsallaÅŸtırılan geri göndermeme ilkesine (non-refoulment) olan inanç Avrupa’nın Suriyeli sığınmacılara uygulamak istediÄŸi çifte standart ile sarsıldı. AnlaÅŸmanın Türkiye’nin Suriyeli sığınmacılara saÄŸladığı korumayı ilerletmekten ziyade aksi yönde iÅŸlev göreceÄŸi hakkındaki imalı Türkiye eleÅŸtirilerini bir tarafa koyarsak, bu karar Batı ve özellikle Avrupa açısından ciddi bir kırılmaya iÅŸaret etti ve Avrupa’nın sınırlarının nerede baÅŸladığı hakkında fikir verdi.
Nazik kayıtsızlık
Fiziki ve siyasi sınırlamaların ÅŸiddetlenmesine yol açmanın yanı sıra Suriyeli sığınmacılar, Batı’nın kendisini tanımlamak için ihtiyaç duyduÄŸu “diÄŸerleri”ni de saÄŸlamaktadır. Bu yeniden tanımlama süreci Batı’nın Suriyeli sığınmacılar, yani “diÄŸerleri” ile ilgili temsil ÅŸeklinden ve bu temsilin inÅŸa ettiÄŸi algılardan müteÅŸekkildir. Bugün Batı medyasında sıkça yer alan, botlar üzerinde ve yığın halinde Akdeniz’i ve Ege Denizi’ni geçmeye çalışan göçmenler görüntüsü bu inÅŸa sürecinde iki ÅŸekilde iÅŸlev görmektedir. Ä°lk olarak sığınmacılar içinden geçtikleri süreçten soyutlanarak, gayri siyasi bir çerçevede “maÄŸdur ve yardım edilesi kitleler” olarak resmedilmektedir. Bu nedenle medya kullanıcıları için “yapılması gereken” bu sığınmacılara acımak ve Batı’nın bununla ilgili tüm kararlarını desteklemektir. Ä°kinci ve daha önemlisi ise, yığın halinde Batı’ya doÄŸru hareket eden sığınmacıların “düzensizliÄŸi ve karmaÅŸası” Batı’yı doÄŸrudan tehdit eden bir hareket olarak resmedilmektedir. Bu iki yönlü temsil sürecinde temsil edilen “Batılı” ise hem masum insanlara yardım etmesi gereken ama aynı zamanda da kendini dış tehditlerden koruması gereken biri olarak ortaya çıkmaktadır. Bu temsil sürecinin oluÅŸturduÄŸu algıları ve Batı toplumların tüm kesimlerinde ne kadar etkili olduÄŸunu anlamak için son dönemin en popüler Batılı filozoflarından Zizek’in Channel 4’da verdiÄŸi bir röportajdan yapılan aÅŸağıdaki alıntıya bakmak faydalı olacaktır. Zizek’in söyledikleri çarpıcı bir ÅŸekilde farklılığı baÅŸlangıç noktası alarak arzulanan Batı’yı tasvir etmektedir: “Çok fazla entegrasyonun iyi olduÄŸunu düşünmüyorum. Sanırım, çok kültürlü, karışık toplumuzda ihtiyacımız olan ÅŸey bir derece uzaklıktır. Bugün benim idealim, farklı kültürlerden, ırklardan herkesle beraber yaÅŸamak, birbiriniz sevmek deÄŸildir. Onlar hakkında benim anlamadığım ÅŸeyler var. Muhtemelen onlara göre de benim yaptıklarımda acayip görünen pek çok ÅŸey var. Ben nazik kayıtsızlık (ignorance) istiyorum ve elbette sonrasında -zaman zaman- iÅŸler harika olur.”
Batı’nın göç meselesini gayri-siyasileÅŸtirilmiÅŸ mazlum insanlar olarak resmediÅŸindeki yanlışlığa katılmakla birlikte, Zizek’in yukarıdaki eleÅŸtirisinin altında yatan “biz biziz onlar da onlar” yaklaşımının Batı’nın göç meselesini giderek daha güvenlikleÅŸtirici ve sınırlayıcı bir çerçeveden almaya devam edeceÄŸinin iÅŸareti olarak düşünebiliriz. Sonuç olarak bu yaklaşım ve göç edenlerle ilgili temsil ÅŸekli, güneyden kuzeye, doÄŸudan batıya göçün nedenlerini anlaşılamaz halde bırakmakta ve Batı’nın olduÄŸuna inandığı ÅŸeyi (mazlumlara kucak açan ve insani deÄŸerleri koruyan) yeniden üretmektedir. Bu olumlu temsilin en çarpıcı örneÄŸini Almanya-Danimarka sınırında mahsur kalan Suriyeli bir çocuk ile oynarken resmedilen Danimarkalı polis imgesinde görebiliriz. Benzer bir örnek Kanada’da yolda kalmış Suriyeli sığınmacıları gidecekleri yerlere ücretsiz götüren halk otobüsü ÅŸoförü imgesinde de bulunabilir. Sığınmacıların maÄŸdur ve yardım edilmesi gereken kitleler olarak resmedildiÄŸi bu temsil ÅŸeklinde beliren “yardımsever Batılı birey” yukarıda bahsettiÄŸim, Batı’nın temsil ettiÄŸi deÄŸerler ile uygulamaları arasındaki çeliÅŸkinin bertaraf edilmesinde oldukça iÅŸlevseldir. Sonuçta, bu imgeye maruz kalan, özellikle Batılı izleyiciler için eleÅŸtiriyi bir tarafa bırakma ve imgenin temsil ettiÄŸi deÄŸerlerle özdeÅŸleÅŸme kaçınılmazdır. Zira görselin aktardığı gerçeklik “budur” ve izleyici bununla baÅŸa çıkmak zorundadır. Ä°mgenin gücünü anlamak için, Kanada’ya sığınmak üzere ailesiyle baÅŸladığı yolculuÄŸun sonunda hayatını kaybeden ve cansız bedeni Bodrum sahiline vuran Aylan Kurdi’yi hatırlamak yeterli olacaktır. Tüm dünyanın ve nihayet Batı’nın Suriye ve Suriyeli sığınmacılar sorununa dikkatlerini çekebilen bu imge, iç savaÅŸta hayatını kaybedenlerin, sakat kalanların, yetim ve yardıma muhtaç bırakılanların ve bunları görmezden gelenlerin kıyıya vuran insanlığının temsilcisidir. Ancak bu imge bile henüz, Batı’nın tüm dünyaya hakim olan deÄŸerlerini yeniden sorgulamasını ya da en azından temsil ettiÄŸi deÄŸerler ile uygulamaları arasındaki çeliÅŸkiyi fark etmesini saÄŸlayacak paradigmatik bir deÄŸiÅŸimi tetiklemekten uzaktır.
Ölümcül ironi
Bugün yaÅŸadığımız dünyada, Suriyeli sığınmacılara yapılan BM yardımlarının önemli bir kısmının, aşırıcı gruplara kaptırılacak korkusuyla, ülkesinin ancak yüzde 20’sini Rusya ve Ä°ran’ın desteÄŸiyle yönetebilen sözde bir lidere teslim edilmesi ölümcül bir ironi ve uluslararası örgütlerin iÅŸlevsizliÄŸinin kanıtıdır. Suriye’de devam eden iç savaÅŸ ve Suriyeli sığınmacı sorunu Batılı devletlerin ve temsil ettikleri deÄŸerlerin sınandığı önemli (Bosna’da, Rwanda’da, Vietnam’da vs. olduÄŸu gibi) bir turnusol testidir. Bu sınavdaki baÅŸarısızlığı henüz Batı’nın (siyasi, askeri ve ekonomik) hâkimiyetini ve Batılı deÄŸerlerin hükmünü kaybettiÄŸi ya da en azından yakın bir zamanda kaybedeceÄŸi anlamına gelmemektedir. Aksi takdirde bu kadar insan “Batı”ya raÄŸbet etmezdi. Ancak, Avrupa devletlerinin göçmenleri sınırlarının çok ötesinde tutmaya yönelik çabası, sınırları içerisindeki göçmenlere yönelik güvenlikleÅŸtirici yaklaşımı ve en önemlisi göç üreten ülkelerdeki sorunların çözümsüzlüğüne katkıları Batı’nın temsil ettiÄŸi deÄŸerlere aykırıdır ve daha önemlisi tüm insanlık adına sulhun tesis edilmesinde engelleyicidir.
Henüz yorum yapılmamış.