Sosyal Medya

Genel

Tasavvuf tartışmaları, tasavvuf tarihi, tasavvuf ahlâkı

İnsan okudukça bir şeyler öğrendiği kadar, neler bilmediğini de öğreniyor. Yaklaşık bir yıl boyunca akademik düzeyde “Tasavvuf Dersi” almama rağmen, konuya dair bildiklerim zerreyi aşmıyor.



Cemile Bayraktar - Yeni Åžafak
 
 
Başlık biraz iddialı, farkındayım. Elbet bir köşe yazısında, tüm başlığın hakkını vermek pek mümkün görünmüyor ancak elimden geldiğince, katkı sunmak adına kendi zaviyemden mevzuya dair birkaç şey söylemek isterim.
Ä°nsan okudukça bir ÅŸeyler öğrendiÄŸi kadar, neler bilmediÄŸini de öğreniyor. Yaklaşık bir yıl boyunca akademik düzeyde “Tasavvuf Dersi” almama raÄŸmen, konuya dair bildiklerim zerreyi aÅŸmıyor.
Ä°lâhiyatlar ve Ä°lâhiyatçılar genellikle Ä°slâm Düşüncesi'nin akılcı yorumunu va'z ettikleri gerekçesiyle itham edilirler. Buraya ciddi itirazım var zira burada ciddi bir haksızlık yapılıyor, bunu yapanlar hakka giriyor… ÖrneÄŸin, modern ve akılcı bir meÅŸreple yaklaÅŸtığım Ä°slâmi Ä°limler konularına, ilâhiyat eÄŸitimimin etkisiyle bakış açım oldukça deÄŸiÅŸti. Özellikle Ä°slami Ä°limler okumalarının modernist ve akılcı yorumlama merakına ilmi derinlikteki itirazları, bununla birlikte yaÅŸadığım manevi tecrübeler sonucunda, konunun ilâhiyatçılarca tahrip edildiÄŸi yaftası oldukça hatalı diye düşünüyorum.
Dünyanın neresine giderseniz gidin, bir konuda liyâkat sahibi olmayan kimselerin, meşru olmayan zeminlerde, uzmanlık gerektiren konularda yorum yapamayacağını görürsünüz. Ancak Türkiye özelinde, mevzu din/İslâm olunca maalesef atış serbest. Derinlikli ilmi konuları, konuyla ilgili bilgisi, samimiyeti, hayreti olmayan televizyon kanallarında, liyâkât sahibi olmayan kişilerce, magazinsel figürler ile, karikatürize edilmiş kişiler ile, dinin murat ettiği şeyi ıskalayarak, reyting canavarına kurban vererek, düşmanca bir üslup ile tartışma ahlâkını kaybedenlerce sulandırılmasından oldukça rahatsızım. Hayır! İlmin konuşulmasını, konuşulacak ortamı kendi tasarrufum altına almıyorum, ilmin tebliğinin değersizleştirilmesine, manevi bir konunun metalaştırılmasına, alınıp/satılacak bir nesne haline dönüştürülmesine itiraz ediyorum.
Gelelim asıl mevzumuza…
Mevzu tasavvuf olunca görüş bol… Hatta tasavvuf/sufi kelimelerinin kökenleri konusunda bile onlarca iddia var; sûfilerin yünlü giymeleri nedeniyle, “sûf/yün” anlamı verenler olduÄŸu gibi, Yunanca filozof manasına gelen “sofia”dan geldiÄŸini söyleyenler var. Şüphesiz bu tanımlar, tasavvufun kaynağı nedir, Ä°slâm Düşüncesi içerisindeki meÅŸruluÄŸu nedir tartışmalarıyla da baÄŸlantılı.
Tasavvuf ehli, kendisini ifade ederken Hz. Ebu Bekir, Hz. Ali kanalıyla, Hz. Muhammed (SAV)'e dayandırıyor. Tasavvufa eleştiri getirenler ise, tasavvufu daha çok mistik dinler, Eski Doğu Dinleri ile ilişkilendirip, sonradan olma bid'at olarak değerlendiriyor.
Tasavvuf tarihine şöyle bir baktığımızda, henüz tarîkâtler oluÅŸmadan zâhidlerin, zühd hayatı yaÅŸayan sahabenin ve hatta tüm peygamberlerin münzevi hayatının ilk örnekleri oluÅŸturduÄŸunu görüyoruz. Ancak ilerleyen zamanlarda, mevzunun aÅŸk, his, duygu ile alakası olması hasebiyle biraz maksadını aÅŸtığını görüyoruz. Ä°bn Arabî düşüncesi, Hallac-ı Mansur ÅŸatahâtları (aÅŸk ve cezbe ile sûfinin kendinden geçerek söylediÄŸi ifadeler), sekr (aÅŸk ile sarhoÅŸluk hâli) halinde söylenen ifadeler Ä°slâm toplumunda ciddi rahatsızlıklara sebebiyet veriyor. Åžeriat dairesi dışına çıkan sûfi ifadeler, siyaset ile dinin iç içe girmiÅŸ (Ä°slam devleti, Emevi, Abbasi, Selçuklular, Osmanlı… silsile içerisinde dini olan ile siyasi olan ayrışması mümkün deÄŸil, tarih böyle geliyor) olduÄŸu coÄŸrafyalar da mevzuya eklenince ortaya ister istemez, aÅŸkın bir tasavvuf savunması yahut ÅŸiddetli bir tasavvuf düşmanlığı çıkıyor.
12. asra gelindiğinde artık tasavvuf kurumsallaşıyor ve tarîkatler ortaya çıkıyor. Tarîkatlerin İslam toplumları üzerinde olumlu yönde birçok etkisi var. Hatta Türkler, Ahmet Yesevî (1166)/Yeseviyye eliyle İslâm ile şerefleniyor. Tekkeler, ahîlik teşkilatları dini bir ahlâk seviyesi üzerinden ictimaî hayata nüfuz ettiriyor. Ancak yine bu etkili kurumlara sızan ve dinin tebliğdeki muradını aşan bazı kişi ve kurumlar, şeriat dairesi dışına çıkmaya, üzerlerine vazife olmayan siyasi meselelere müdahil olunca seddi zerai kabilinden önleri kesiliyor. Ancak mutedil bir tasavvuf anlayışı varlığını ve olumlu etkisini sürdürüyor.
Burada mühim isim önemli: Gazâlî. İmdada İmam Gazâli (1111) yetişiyor. Hüccetü'l İslâm'ın yaşadığı dönem mühim; Bâtınîlik tehlikesi var. Bununla birlikte tasavvuf ucu çok açık bir ilim halini almış, zahitler, sûfiler var ancak henüz tarîkatler oluşmamış, şeriat ve Ehl-i Sünnet dairesi dışında doğru yürüyen tasavvuf meraklıları var, bu noktada Gazâli, tasavvufu Sünni daireye, şeriat dairesine çekmeye çalışıyor, oldukça da başarılı oluyor. İmam'ın girişimiyle tasavvuf bu badireyi de atlatıyor.
Özellikle Osmanlı İmparatorluğu döneminde tarîkatler çok aktif. Toplum tasavvuf ahlâkıyla şekillenen bir yapı alıyor, belli bir estetik zevk, musiki, mimari, insani ilişkiler, ders halkaları, talebe/öğrenci ilişkileri hemen her şey haddini bilen tasavvuf ahlâkı ile şekilleniyor, medeniyetin zirvesini görüyoruz.
Batı'nın iÅŸgal ve sömürgesi ile Ä°slâm coÄŸrafyaları güç kaybetmeye baÅŸlayınca, kısmen modern döneme geçilince, bu kez Ä°slâm coÄŸrafyalarının geri kalınışının faturası tasavvufa kesilmek isteniyor ve bir “miskinlik” olarak tarif edilen tasavvuf günah keçisi ilan ediliyor. Oysa bu gerçeÄŸi yansıtmıyor zira Afrika, Hint Alt Kıtası gibi bölgelerdeki direniÅŸ hareketlerine baktığımızda çoÄŸunun tasavvuf kökenli olduÄŸunu görüyoruz.
Yakın zamana geldiÄŸimizde ise, modern dönemin rasyonalist kuruluÄŸundan boÄŸulmuÅŸ olan ruhâni varlık insan, tutunacak bir dal aradı ve post modern dönemlerde bu dal mistik dinler oldu. Özellikle Hint dinleri, mistik arayışlar, arınma çabaları yeniden “moda” oldu. Aynı potada bu kez de tasavvuf eritilmek istendi. Eklektik bir din anlayışı arzusu, önüne geleni cennetlik ilan etme hastalığı, içerisinden seyr-ü sülük adabı, ÅŸeriat/mârifet/hakikât silsilesi çıkarılmış sadece posası kalmış bir tasavvuf anlayışı bina edilmeye çalışıldı. Elif Åžafak gibi reklam figürleri, edebiyatı da katlederek bu alanda kalem oynatmaya baÅŸladı. Dahası artık internet çağıyla birlikte saniyeler içerisinde tüketen bir topluma dönüştük, bu toplumda tasavvufun da içeriÄŸi boÅŸaltıldı.
Ä°slâm Düşüncesi içerisinde elbet tasavvufun da eleÅŸtirilecek yönleri vardır. Ancak bütünüyle tasavvufu yok sayamaz, kapı dışarı edemeyiz. Ä°bn Arabi zenginliÄŸinden faydalanır, panteizme varan görüşlerini üslubunca reddederiz. Åžer'i dairedeki tarîkatlerde zikre devam eder, ÅŸatahat söylemlerini yine üslubunca reddederiz. Åžeriatsız tasavvuf olmadığının, olamayacağının altını çizer, tasavvufun ahlâkının etkisiyle kaybettiÄŸimiz erdem, hikmet, nezaket, sevgi, anlayış, edep, hâyâ gibi hasletleri yeniden inÅŸa ederiz. Kalbimizi, nefsimizi kirden temizleyecek zikirlere devam ederiz. Gönül kırmamaya, Kâbe'yi yıkmamaya özen gösteririz. Allah'ı aklımızdan çıkarmaz siyasi hesaplar peÅŸinde heder olmaz, fitne giriÅŸimlerinde bulunmayız. Bir lokma, bir hırka yaÅŸar, bu dünyanın yalan olduÄŸunu hatırlarız. “Birbirimizin kusurunu örtmede gece gibi oluruz.” Yaratılanı, Yaratan'dan ötürü severiz. Ä°ftira atmayız, su-i zanda bulunmayız. Çok konuÅŸuyoruz, konuÅŸtukça laflarımızın kölesi oluyoruz, belki biraz susar kendimize döneriz, baÅŸkalarını yermez, yergiye kendi nefsimizden baÅŸlarız…
Bunların hepsi tasavvufun öğretisidir, hepsi İslâm'ın öğretisidir. Nihayetinde tasavvuf güzel ahlâktır. Bunu unutmayız, keşf ve ilhamın bir bilgi edinme yolu olduğu iddiasında bulunanlara, bunun yalnızca kendilerini bağladığını, asla vahiy ile eşit olamayacağını, şer'i hüküm veremeyeceğini, üzerine akaid bina edilmeyeceğini yine üslubunca söyler, tasavvufun edebi ve ahlâkıyla besleniriz.
Sizce de ahlâki bir kırılma yaşadığımız şu rahatsız edici günlerde, tasavvufun erdemine muhtaç değil miyiz?

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.