Sosyal Medya

Güncel

Dinde sahte otoriteler

Toplum için asıl tehlike, şeyh taslaklarından ziyade doğrudan dini öğretme mevkiindeki âlim taslaklarıdır. “Et kokarsa tuzlarsın ya tuz kokarsa, Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder” sözlerinin ve şu hadisin belirttiği gibi: “Nice hâmil-i fıkıh (fıkhı yük olarak taşıyan) vardır ki fakih (fıkhı yaşayan) değildir.”



Prof. Dr. Bedri Gencer / Yıldız Teknik Ünv.

Son yıllarda Türkiye’de yaÅŸanan korkunç ahlakî yozlaÅŸma, özellikle din ve dil alanına yansıyor. Dil alanındaki tedennî, sanal medyanın dipsiz kuyularında kaynayıp gidiyor, pek fark edilmeden Türkçe her geçen gün ölüme doÄŸru gidiyor. Ancak din alanındaki tedennî, toplumu uçlara savuruyor. Bunun ana sebebi, peygamber varisi âlim ve ÅŸeyhlerin câmiye baÄŸlı medrese ve tekke gibi kurumlar sayesinde yaÅŸattığı “sünnet olarak din” anlayışının çözülmesi. Bunun vahim sonucu ise dinde miyarın kaybı, tuz ile toz ÅŸekerin karışması gibi hakikî ile sahtenin, sapla samanın birbirine karışması, sû-i misalin emsal olması, dinde bir ÅŸeyin istismarının tenkidinin o ÅŸeyin ıslahı talebi yerine hemen inkârına yol açmasıdır. Mesela mezhep taassubu ve istismarının mezhepsizlik çaÄŸrısına, tasavvufun istismarının tasavvuf karşıtlığına dönüşmesinin örneklerini son günlerde sıkça görüyoruz. Bunların güya Ä°slâm’ın istismarına tepkinin bizzat Ä°slâm düşmanlığına dönüşmesinden ne farkı var? Bu, içindeki arızalı kısımları tamir etmek yerine bir evi tamamen yıkmaya benzer. Ne yazık ki samimi Müslümanlar iÅŸin doÄŸrusunu anlatıncaya kadar bu suikastlar yapacağı zihnî tahribatı yapıyor; geçiyor, ama delip de geçiyor.

Halkı kandıran sahte ÅŸeyhler ÅŸikâyeti, ülkemizde bilhassa Ä°kinci MeÅŸrutiyet’ten beri gündemde. Sahte ÅŸeyhler, Ä°kinci MeÅŸrutiyet’in ilanından sonra âdeta Ä°stanbul’u istilâ etmiÅŸti. Ancak aÅŸağıda saydığımız sebepler, bizi tasavvufun istismarıyla ilgili bu eleÅŸtirilerin samimiyetinden şüpheye sevk ediyor.

Birincisi, ümmetin büyüklerinden gelen sayısız farklı tarifin de belirttiÄŸi üzere tasavvuf, Ä°slâm’ın özüdür ve bundan dolayı iki ucu keskin kılıç gibidir; istifadesi kadar istismarı da mümkün ve büyüktür.

Şeriatsız hakikatçiler

Ä°kincisi, sûfîler, dindeki bu kritik öneminden dolayı tasavvufu Kitab ve Sünnet gibi iki saÄŸlam temele oturtmuÅŸlar, sıkı ölçü ve ölçütler koymuÅŸlar ve saÄŸlam bir (öz)eleÅŸtiri kültürü geliÅŸtirmiÅŸlerdir. “Hâcegân (Hocalar) silsilesi”nden anlaşılabileceÄŸi gibi, “ashâb ve ulemâ tarikatı” denen NakÅŸibendilik, bu konuda titizliÄŸiyle öne çıkmıştır. Merhum M. Osman Akfırat’ın Ali Arslan tarafından Türkçe’ye Erenlerin Kalp Gözü adıyla çevrilen 1923 (1341) tarihli Basîratü’s-Sâlikîn ve Hetkü’l-Mâkirîn min ‘Ulemâi’s-Sûi ve’l-Meşâyihı’l-Mübtedi’în adlı eseri, tasavvufun içindeki eleÅŸtiri geleneÄŸinin güzel bir örneÄŸidir. Günümüzde tesettür gibi dinin ÅŸiarlarından sayılan Allah’ın emirlerini inkâr eden ÅŸeriatsız ve tarikatsız hakikatçiler, zaten samimi Müslümanlar tarafından mahkûm edilmiÅŸtir.

Şeyh uçmaz mürid uçurur

Bu arada Ä°slâm’da hikmetin zirvesi sayılan Ä°bnü’l-’Arabî gibi bir veliye dil uzatanlara “Kim benim veli kuluma düşmanlık ederse ben de ona harp ilan ederim” sahih kudsî hadisini hatırlatırız. Ä°slâm tarihi, Ä°bnü’l-’Arabî’ye dil uzattıktan sonra gördüğü rüyalarla piÅŸman olanların ibretli kıssalarıyla doludur. Sadruddin Konevî’nin Evhadüddin Kirmânî ile Ä°bnü’l-Arabî’yi kasd ederek “Ben, iki anadan süt emdim” dediÄŸi rivayet edilir. Osmanlı münevverleri de bunu “Biz iki anadan süt emdik; Ä°bnü’l-’Arabî ile Mevlânâ” olarak ifade etmiÅŸlerdir. Son yıllarda bir taraftan “ÅŸeriatsız hakikatçılar”, diÄŸer taraftan “hakikatsiz ÅŸeriatçılar” (Ä°slâmcılar) diyebileceÄŸimiz iki uç kesimin de Anadolu irfanının bu iki mimarına saldırması tesadüf deÄŸildir. 

Üçüncüsü, “et-Turuku küllühâ âdâbün” (Tarikatlar, edeplerden ibarettir) sözünün belirttiÄŸi üzere, tasavvuf, cemiyetin ana ahlakî eÄŸitim kanalıdır. Ä°mâm-ı Rabbânî gibi ümmetin büyüklerinin hep vurguladığı bu hakikati biz, “Din yolu sünnet, sünnet yolu tasavvuf” olarak formüle ettik. Yakınlarda TRT’de gösterilen Yunus Emre dizisi toplumda tahmin edilemeyecek kadar olumlu yankı buldu. Öyle ki, TRT’de çalışan bir arkadaşımın rivayetine göre, kanalı arayan birçok seyirci dizideki ÅŸeyhin nerede olduÄŸunu sorarak onunla tanışmak, baÄŸlanmak istediklerini söylemiÅŸler! Bu, tasavvufî irÅŸadın vazgeçilemez bir fıtrî-içtimaî ihtiyaç olduÄŸunun çarpıcı bir delilidir.

Dördüncüsü, ahlakî irÅŸad temel bir manevî ihtiyaç ise insan ve cemiyet, bu ihtiyacını dinî veya seküler, meÅŸrû veya gayr-i meÅŸrû bir ÅŸekilde karşılama mecburiyetini duyacaktır. Mesela bugün “sahte ÅŸeyh” denince hemen postta oturan geleneksel ÅŸeyhler anlaşılıyor. Hâlbuki irÅŸad insanın fıtrî bir ihtiyacı ise deÄŸiÅŸik ad ve kılıklarda bir ÅŸeyhi olmayan yoktur. Bugün özellikle gençlerin, insanların etkilendikleri, örnek aldıkları müteÅŸeytın ÅŸeyh, bir yaÅŸam koçu olduÄŸu gibi, bir yazar, ÅŸarkıcı, futbolcu, siyasetçi, hoca kılıklı ajan olabilir. Madonna bile Kabalacı Yehuda Berg’i ÅŸeyh edinmedi mi? Türkiye gibi Müslüman bir ülkede sosyete tarafından yogacı Budist ÅŸeyhler edinmek yadırganmazken Müslüman ÅŸeyh edinmek niçin yadırgansın?

BeÅŸincisi, her müessese resmî ve meÅŸrû bir çerçevede saÄŸlıklı iÅŸler, “yeraltına indiÄŸinde” yozlaÅŸma riskine uÄŸrar. Dolayısıyla bugün birtakım tarikatlarda istismar varsa bu ÅŸahsî sapmalardan ziyade ulus-devletleri çağında köklü medrese ve tekke geleneÄŸinin çözülmesinden kaynaklanır. Malum, tabiat boÅŸluk kaldırmaz, bir ÅŸeyin hakikisi yok olduÄŸunda sahtesi yerini doldurur. Son Osmanlı devrinde tekkeleri denetlemek ve idarî iÅŸlerine bakmak üzere 1866 yılında ÅŸeyhülislâmlığa baÄŸlı olarak kurulan Meclis-i Meşâyıh hangi ihtiyaçtan doÄŸmuÅŸtu? O halde sahte ÅŸeyh ve tarikatlar yerine asıl bunların zuhuruna imkân veren ortamı eleÅŸtirmek, cemiyetin ahlakî eÄŸitiminde gördüğü ikame edilemez iÅŸlevinden dolayı tasavvuf kurumlarının yok edilmesi imkânsızsa, istismarlara yol açacak imhâ tutumu yerine, onları tanıma ve düzenleme yoluna gitmek gerekmez mi?

Altıncısı, irÅŸad denen “uçmak” insanın fıtrî bir ihtiyacı ise “uçurmak” da tabiî bir eÄŸilimidir; “Åžeyh uçmaz mürid uçurur” sözünün belirttiÄŸi gibi. Ancak kendini bilen bir ÅŸeyh, Seyyidü’l-’Âlemîn ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmın “Meddahların yüzüne toprak saçın” [Müslim, Tirmizi] emrince bu tür tavırlara izin vermez. Bu hususta “ilme’l-yakîn ve ‘ayne’l-yakîn” (kamuoyuna yansıyan ve bizzat bildiÄŸim) vakıf olduÄŸum iki örnek verebilirim. Bizzat bildiÄŸim bir örnek olarak yakında rahmet-i Rahman’a kavuÅŸan merhum hocamız Ahmed YaÅŸar (1934-2016)’ı anabilirim. Merhum, kendisi odaya girdiÄŸinde bile ayaÄŸa kalkılmasına, kendisine “hazretleri” gibi tazim ifadeleriyle hitap edilmesine kızan, ister binlerce, isterse üç kiÅŸi olsun, anlatacağı doÄŸruyu her kesime aynı ÅŸuurla anlatan, hayatında bir kere bile elini kolunu sallayarak abartılı hareketler yapmayan, edeb, itidal ve istikameti asla elden bırakmayan bir mücahid veliydi.

Bu hususta muhterem büyüğüm -ve hemÅŸerim- Osman Nuri TopbaÅŸ’ın kamuoyu açıklaması da takdire deÄŸerdir: “Son zamanlarda ÅŸahsım hakkında yapılan birtakım aşırı iltifatlarla dolu, ÅŸiir ve ilâhilerle süslenmiÅŸ, çeÅŸitli resim, slayt ve videolar internette yayınlanıp yayılmaktadır. Ä°yi niyetle de yapılmış olsa, bu tür aşırı iltifat ihtiva eden yayınları aslâ tasvip etmediÄŸimin, bunlara hiçbir ÅŸekilde izin ve rızam olmadığının, o yayınlarda ifade edilen aşırı yüceltmelerle uzaktan-yakından bir alâkamın bulunmadığının, siz kardeÅŸlerim tarafından bilinmesini arzu ederim. Ne Ä°slâm ahlâkının ne de tasavvufî âdâbın hiçbir ÅŸekilde tasvip etmeyeceÄŸi; gurur, kibir ve şöhrete zemin hazırlayan ve reklâm edercesine yapılan bu tür övgü ve yüceltmelerden rahatsız olduÄŸumu, Kur’ân ve Sünnet ölçüleri dışına taÅŸan her ÅŸey gibi, ÅŸahsıma gösterilen “aşırı muhabbet ve hürmeti” de son derece mahzurlu bulduÄŸumu, tekrar ve açıkça ilan ederim.

Yedincisi, genel kaide olarak “sû-i misal emsal olmaz”, bu gibi “hüsn-i misaller emsal olur.” Varsa tasavvufu istismar eden ÅŸeyh ve tarikatların istismarı, bütüne teÅŸmil edilemez. Bu konuda iÅŸin hakkını verenler dâhil herkesi töhmet altında bırakacak hedefi belirsiz serseri atışlar, iyi niyete haml edilemez. Bu eleÅŸtirileri iyi niyetle yapanlara düşen, tasavvufun doÄŸrusunu, hakkını verenleri arayıp bulmaktır.

Sekizincisi, “Âyinesi iÅŸtir kiÅŸinin, lafa bakılmaz” fehvâsınca, tarikatlara baÄŸlı cemaatlerin iÅŸlevine, toplum için ürettikleri faydaya bakarak iÅŸin hakkını verip vermedikleri anlaşılabilir. Ä°skenderpaÅŸa, Erenköy, Ä°smailaÄŸa, Menzil ve diÄŸer tüm sünnî cemaatlerin topluma yaptıkları faydalı hizmetleri inkâr mümkün mü? Tasavvufu istismar (!) edenler bu kadar fayda üretebilirler mi?

Asıl tehlike âlim taslağı

Dokuzuncusu, toplum için asıl tehlike, ÅŸeyh taslaklarından ziyade doÄŸrudan dini öğretme mevkiindeki âlim taslaklarıdır. “Et kokarsa tuzlarsın ya tuz kokarsa, Yarım hekim candan eder, yarım hoca dinden eder” sözlerinin belirttiÄŸi gibi. Ben, Seyyidü’l-’Âlemîn ‘aleyhi’s-salâtü ve’s-selâmdan ÅŸeyh taslaklarıyla ilgili deÄŸil, ama fakih taslaklarıyla ilgili bir hadis hatırlıyorum: “Nice hâmil-i fıkıh (fıkhı yük olarak taşıyan) vardır ki fakih (fıkhı yaÅŸayan) deÄŸildir.” Allah Rasûlü’nün burada âlim yerine hâmil-i fıkıh ve fakihlerden söz etmesi, günümüz açısından ne kadar mânâlı. Zira bugün en azından eleÅŸtirilecek ÅŸeyhler olsa da eleÅŸtirilecek âlimlerin varlığı şüpheli; medreselerin kapanmasıyla âlim neslinin tükenmesinden sonra açılan ilahiyat fakültelerinden çıkan ilahiyat profesörleri âlim deÄŸil, akademisyen kategorisine giriyor.

Ne hazindir ki bugün hadiste geçen ne fakih, hatta ne hâmil-i fıkıh, ancak “Ä°slâm hukuku profesörü” kaldı. “Ä°slâm hukuku profesörü” tabiri ise haddizatında yaman bir çeliÅŸkiyi barındırır; zira bir kilise unvanı olan “profesör” aslında “papaz” demektir. Bugün üniversite ve diyanet mensuplarının giydiÄŸi kolu bantlı cübbeler de aslında kilise hiyerarÅŸisini gösterir. Bir zamanlar birinin “Bana general deÄŸil, paÅŸa deyin” dediÄŸi gibi, ilahiyat profesörlerinden de “Bana entelektüel deÄŸil, hoca deyin” diyenler çıkabilir. Ancak bu ülkede antrenörlere, koreograflara da “hoca” denmiyor mu? Dilimizdeki “Sakalımız yok ki sözümüz dinlensin” sözünün belirttiÄŸi üzere, eskiden ÅŸahitliÄŸi bile kabul edilmeyen sakalsız kiÅŸilerin hoca sayılmasıyla “hoca, hocaefendi” kavramlarının içi boÅŸaltılmadı mı? Vel-hâsıl, günümüzde bütün kavramların içi boÅŸaltılmış durumda. Ancak hadisteki “hâmil-i fıkıh” tabiri, fıkhı yaÅŸamaktan ziyade yük olarak taşıyan günümüz Ä°slâm hukuku uzmanlarına tam uyuyor.

Çağımızda Cemaleddin Afgânî’nin açtığı çığırda “dinde mühendislik” yolunda teolojik olarak Ä°slâm hukukçuluÄŸu, ideolojik olarak Ä°slâmcılığı tamamlıyor; ikisi de “fıkıhçı modernleÅŸme” denen ÅŸeyle toplumu sekülerizm yönünde dönüştürüyor. Sultan Abdülhamid’in Ä°ngiliz ajanı olduÄŸu için göz hapsine aldığı Afgânî hayranı birinin hadiste kasd edilen mânâda fakih olması imkânsızdır; Afgânî gibi birinin peÅŸinden giden, istikamet ve felah bulamaz. Evet, hadisin belirttiÄŸi fıkıh hâmillerinin fetvalarıyla bu toplum bozulmadı mı? Erkeklere altın alyans, ev için kredi (faiz), namahremle tokalaÅŸma gibi hususlarda ibahî fetvalarla bu toplumu harama onlar alıştırmadılar mı? Allah rahmet eylesin, Ahmet DavudoÄŸlu ve Sadrettin Yüksel gibi mücahid âlimlerin vefatından sonra meydanı boÅŸ bulanlar, yıllarca din (ilahiyat ve diyanet) camiasında mafya-vârî bir saltanat sürdüler, kendi din anlayışlarına aykırı gördükleri ehl-i sünnete hayat hakkı tanımadılar. Yıllarca Ä°ngiliz ve Acem paraleliyle iÅŸ tuttuktan sonra maÄŸdur rolü oynayanlar da bunlardı. Hâsıl-ı kelam, sahte ÅŸeyhleri dert edinenlerin önce aynaya bakmaları gerekir. Hedefi belirsiz serseri atışlar, sonunda bumerang gibi dönüp sahibini vurur.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.