Sosyal Medya

Kitap - Dergi - Yayın

Lord NORTHBOURNE, Modern Dünyada Din

"Hakikat ezeli ve ebedîdir, zamanın değişmesiyle değişmez” Lord Northbourne



Sümeyye Tepetam

 

Lord NORTHBOURNE, Modern Dünyada Din

Çeviren: Şahabeddin Yalçın

İstanbul, İnsan Yayınları, 2003 (3.baskı)

 

Ä°ngiliz asıllı Müslüman yazar Lord Northbourne -Müslüman olduktan sonraki ismiyle Sidi Nuh-  (1896-1982), Oxford Ãœniversitesi'nde ziraat alanında öğrenim görmüş, "karşılaÅŸtırmalı din" (comparative religion), "dinî sembolizm" (religious symbolism), "gelenekçilik" (traditionalism) üzerine derinlemesine çalışmalar yapmıştır. Northbourne, öncülüğünü René Guénon (Abdulvahid Yahya) 'un yaptığı ve içerisinde Frithjof Schuon (Ä°sa Nureddin), Titus Burckhardt (Ä°brahim), Gai Eaton (Sidi Hasan Abdullah Abdulhamid), Martin Lings (Ebu Bekir Siraceddin), Seyyid Hüseyin Nasr gibi isimlerin de bulunduÄŸu “Neo-Geelenekçi” ekolün içerisinde yer almaktadır.

“Neo-Geelenekçi”  ekoldaha çok çeÅŸitli Ä°slami tarikatlararacılığıyla Müslüman olup, yeni temellendirmelerle görüşlerini ortaya koyan batılı düşünürler tarafından geliÅŸtirilmesiyle oluÅŸmuÅŸ ve giderek Müslüman dünyada yayılım göstermiÅŸtir. Northbourne'un kitabında ortaya koyduÄŸu görüşleri ele almadan evvel “Neo-Geelenekçi”  akımın görüşlerinin temelini oluÅŸturan fikirlere kısaca bakmakta fayda var.

Gelenek, pek çok kişi tarafından farklı açılardan tanımı yapılmış bir kavramdır. Gelenek üzerinde araştırma yapanlar onun genel çerçevesini çizmek amacıyla üç ana kategoride incelemişlerdir. (bknz., Mustafa Aydın, Modern Dönemlerde Gelenek, Din ve İslam). Bu kategoriler; metafizik çerçeve, felsefî-dilsel çerçeve ve sosyolojik çerçevedir.

Felsefî-dilsel çerçeve; genel olarak kastedilen geleneÄŸi ifade eder. Bu anlayışta gelenek, iÅŸlevseldir, tarihsel varlık kategorisi içerinde deÄŸerlendirilir ve sürekliliÄŸi saÄŸlayıcı bir unsur olarak ele alınır. Bu anlayışın kaçınılmaz olan deÄŸiÅŸim ve deÄŸiÅŸime karşı sürekliliÄŸi saÄŸlamadaki çabaları noktasında  kendi içerisinde düştüğü bir takım çeliÅŸkiler bulunmaktadır.

Sosyolojik çerçevede ise; gelenek tanımı dar anlamıyla göreneklerden daha güçlü normatif yapıyı ifade ederken, geniş anlamıyla her çağın kendi ihtiyaçları doğrultusunda ürettikleri sosyal hayatın tüm ögelerini kapsamaktadır. (Max Radin) Sosyolojik çerçeve içerisinde de üzerinde durulup tartışılması gereken pek çok alan vardır. Fakat biz yazarın savunduğu gelenek anlayışının bu doğrultuda olmaması sebebiyle bunların üzerinde durmayacağız.

Metafizik çerçeve içerisinde deÄŸerlendirilen gelenek anlayışı ele aldığımız kitaba da hakim olan anlayıştır. Seyyid Hüseyin Nasr ve René Guénon'un temellendirdiÄŸi bu anlayışa göre gelenek ilahi bir kökene sahiptir. Metafizik yönüyle gelenek dini kapsamaktadır. Guénon, geleneÄŸi “metafizik bir temaÅŸa, inisiyatik bir deneyim" olarak ifade etmektedir. Nasr'ın gelenek tanımı ise çok kapsamlı olup onun öne sürdüğü esas anlayıştan da daha geniÅŸtir.

Metafizik çerçeve içerisinde yer alan neo-gelenekçiler din ve gelenek iliÅŸkisinde farklı görüşler ortaya koymuÅŸlar ve bir kısmı (Frithjof Schuon) dini geleneÄŸin üzerinde ele almış, bir kısmı ise (René Guénon) geleneÄŸin dinden önce olduÄŸunu ve dinin geleneÄŸin zahirî kısmı olduÄŸunu savunmaktadır. Yazarımız Northbourne de Guénon'un bu anlayışını sürdürmüştür. Yalnız burada net olmayan bir nokta vardır ki Guénon geleneÄŸin ruhu dediÄŸi "inisivasyon" açıklamasıyla  din ve gelenek arasında net bir sıralama ortaya koymadığını belirtmekte hatta din ve geleneÄŸin özdeÅŸ olduÄŸu sonucuna varmaktadır. Ä°nisivasyon, yani kendi özünü, aslını tanıma, iç gerçekleÅŸme tasavvufî manada seyr-ü sülük diyebileceÄŸimiz hakikate ulaÅŸmada gidilen yoldur. Northbourne'nin kitabında da bahsettiÄŸi bu yola herkes baÅŸvurabilmekle birlikte neticeye yani ermiÅŸliÄŸe herkes ulaÅŸamamaktadır.  

Burada tasniflendirilmiş olarak aktardığımız gelenek tanımlarında netlik olmamakla birlikte genel olarak özellikle de Seyyid Hüseyin Nasr ve takipçilerinin gelenek anlayışı üzerinde durulabilir. Nasr ve geleneği onun izinden sürdüren takipçileri gelenek üzerinden insanların din içerisinde sorgulanması gerekli bir takım eklemlenmeleri eleştirmelerine karşı durmuşlardır. Müslüman dünyanın gerçek anlamda kültürel, ekonomik ve siyasî bağımsızlığını isteyenleri fundamentalist olarak tanımlamışlardır. Ayrıca modernizme karşı duruşun ise Kur'an ile sorgulanan/doğrulanan gelenek ile değil yaşanmış ve tecrübe edilmiş gelenek ile karşı çıkılacağını vurgulamaktadır. Oysa burada esas olan Kur'an ışığında yaşanabilecek olan gelenektir. Kur'an'la doğrulanmamış bir gelenek yani muharref gelenek, ne olursa olsun eksiklikleri, yanlışlıkları barındırması hasebiyle ne çağa cevap üretebilir ne de modernizm karşısında durabilir. (bknz. Hamza Türkmen, Türkiye'de İslamcılığın Kökleri, "Gelenek ve Gelenekselci Tavır" başlığı.)

Neo-gelenekçi anlayışı özetleyecek olursak; temelinde hakikat anlayışı olup, hakikatin tezahürleri din ve kutsallıktır. Ä°ddiaya göre bu ikisi gelenek çatısı altında birleÅŸir ve gelenek de içinde barındırdığı kutsallığı korumak amacıyla bir medeniyet oluÅŸturur. (bknz., Abdullah BaÅŸaran, René Guénon'da Gelenekselcilik). Guénon'un din-gelenek iliÅŸkisini daha iyi kavrayabilmek için dini nasıl ele aldığına bakarsak; dini zahirî ve batınî olarak iki kısma ayırır. Zahirî yönü; akide (entelektüel kısmı ifade eder), ahlak (sosyal kısmı ifade eder) ve ibadetlerden (ayinler, ritüelleri ifade eder) oluÅŸmaktadır. Burada Guénon, Kur’an tarihselcisi modernist düşüncede olduÄŸu gibi Ä°slam’ın ÅŸer'i yanını ahlakilik diye telakki etmiÅŸtir. Dinin batınî yönü ise metafizik alanı temsil eder. Ä°ÅŸte ÅŸimdiye kadar bahsettiÄŸi gelenek de bu metafizik alandır ve tasavvufî ögeler de bu alan içerisinde deÄŸerlendirilir. (bknz.,Hüseyin Yılmaz, Yitik Hikmetin Kapıları). Yani bu alanda Ä°slam’ın sabitelerinden çok müteÅŸabihlerinin ve deÄŸiÅŸkenlerinin öne çıkartıldığı zemindir.

Son olarak Nasr geleneği şu şekilde tanımlamıştır:

"Gelenek, kökleri vahiyde bulunan, dalları ve gövdesi asırlar boyu gelişmiş bir ağaca benzer."

Tanım ilk bakışta güzel bir benzetmeye dayansa da Seyyid Hüseyin Nasr'ın bunu nasıl temellendirdiğine bakmadan anlaşılamaz haldedir. Çünkü Nasr, vahiyle irtibatı kurulmuş olan her türlü yorumu ve tarihi birikimi ilahi ilkelere uygunluğuna bakmaksızın kabul etmektedir.

Lord Northbourne'un dokuz farklı başlıkta ele aldığı kitap, din-modernizm ilişkisini incelemektedir. Dinin ilahî yönünü ve günümüzde etkisini sürdüren modernizmin dünyevî yönünü eleştirel bağlamda ama bağlı bulunduğu "geleneksel ekol" çerçevesinde ele almıştır.

Öncelikle din algısındaki çarpıklığa değinen Nourthbourne insanların dini iki şekilde konumlandırmasından bahsediyor. İlki dinin insan üstü olarak algılanışı; "bizim hakkımızda hüküm veren şey" olması, ikincisi ise insan ürünü olarak algılanışı; bizim hakkında hüküm verme salahiyetinde bulunduğumuz şey" olması şeklindedir. Yazarın bu tespiti yerinde ve günümüzde de haklılığını koruyan bir tespit ama bizim hakkımızda hüküm veren şey sudur eden/taşan ruhu güç müdür, ideler dünyası mıdır; yoksa her şeyi yoktan var eden ve ölçü gösteren Allah mıdır? Bunu şimdilerde insanların dini hayatlarına yansıtma oranlarından ve şekillerinden, ortaya çıkmış çeşitli akımların Kur'an'ı Kerim'den yaşam tarzlarına uyacak şekilde zorlama yorumlar çıkarmasından gözlemleyebiliyoruz.

Yazar vahiy ve din ilişkisini açıklarken dinin tanımının Tanrı temelli yapılabileceğini ve dolayısıyla da bunun vahiy olduğunu belirtiyor. "Din sadece soyut bir Allah inancı değil, aynı zamanda O'nun kendini açmasına yani 'biçim almasına' inanmayı da gerektirir. Bu biçimin taklidi, böylece dinin somut veya pratik yönü haline gelerek onun dünyada gerçekleşip etkili hale gelmesinin aracı olur." Bu sözlerine yazar dinin ferdi ilhamı da barındırdığını ve bunun içinde engellenmeden faaliyet gösterdiğini de ekleyerek dinin tasavvufi yorumuna kapı aralamış bulunuyor. Buradan dinin gelenekle bağlantısına gelerek insanın vazifesinin onu vahye bağlayan gelenek zincirini olduğu gibi koruması olduğunu söylüyor. Geleneğin tam olarak adet, stil olmadığına vurgu yapıp geleneği kendisi şu şekilde tanımlıyor; "Gelenek, geçmişten tevarüs edilen ve dini olarak tavsif edilebilecek olanlar dahil bir medeniyeti meydana getiren tüm ayırıcı nitelikleri kapsar." Geniş bir gelenek tanımında bulunan yazarın, tanımın devamında geleneği vahiy ile tamamen bütünleştirmesi dikkat çekici bir noktadır. Tanımda anlaşılmayan nokta da şudur ki; gelenek mi vahye bağlıdır, vahiy mi geleneğe bağlıdır? Bizler geleneğin varlığını kabul etmekle birlikte gelenekteki unsurların vahyi doğrultuda düzenlenmesi ve düzenlenemeyen yönlerinin ise bırakılması kanaatinde olarak yazarın geleneğin tamamen dini temsil ettiği görüşünü benimseyemeyiz.

Vahyin bütün olarak düşünülmesi gerektiÄŸini ve dinin doktrinel, ameli ve ahlaki hükümlerinin birbirinden ayrılamayacağını söylerken buna dinin yorumlanıp anlaşır kılınmasının "entelektüel seçkinler zümrenin salâhiyetinde" olduÄŸunu eklemesi dinin anlaşılırlığında hep bir zorluÄŸun olduÄŸu ve belli kimselerin tekelinde kalması gerekliliÄŸi gibi bir anlam çıkmaktadır. Dinin bütünü dururken, meseleyi uzmanlık gerektiren konularda “rasihun” diye ifade edilen uzmanların sadece ÅŸura içtihadına gerek duyulan konulara hapsetmeleri, içtihad yerine de keÅŸf soyutlaması içinde bulunulması “havas” denilen ruhbanlığa bir öykünmeyi de ifade etmektedir aslında. Bu anlayış tarihsel süreç içerisinde insanların dini anlayabilecekleri noktasında hep bir soru iÅŸareti oluÅŸturarak onların dini daima belli zümrelerden öğrenerek kendi muhakeme yeteneklerini arka plana atmalarına neden olmuÅŸtur.

Günümüzde dinin çöktüğünü ve profan (din dışı) -ilerici, salt akılcı, eşitlikçi, aşırı duygusal- bakış açısının giderek yaygınlaştığını, buna da modernizmin neden olduğunu belirten Northbourne, her devirde dinin suistimallere uğradığını ve hurafelerle karşılaştığını ama Allah inancının günümüzdeki kadar basite indirgenmediğini ve şeytanın da modası geçmiş bir telakki olarak algılanmadığını belirtmiştir. Yazara burada hak vermek gerek. Gerçekten de aşırıya gidilerek cennet-cehennemin varlığının, Allah'ın adaleti ve ahlakiliğinin devamlı sorgulanacak kadar ileri gidilmesi bu serzenişteki haklılığı göstermektedir. Yalnız yazar din adına sorulan soruların sırf gelenekten cevap bulması gerektiğini öne sürerek indirgemeci ve eklektik bir yaklaşım içerisine girmiş, dinin dinamikliğini, ıslah edici ve içtihadî yönünü göz ardı etmiştir.

"Modernleşmiş bir din, eski bir dinin gelişmiş bir şekli olarak kabul edilir. Bu anlayış ilk vahyin mükemmellik ve yeterlilik mefhumuna ve insanın onun mükemmelliğini zamanın ilerleyişine karşı mümkün olduğunca muhafaza etme vazifesine aykırıdır."

Yazarın bu tespiti aslında günümüz insanının içine düştüğü boşluğu da açıklar niteliktedir. Dini yani mutlak gerçekliği ve en nihai güven kaynağı olan şeyi hayatınızdan sürdüğünüz zaman, dünyevi hazlarla kapamaya çalıştığınız ama bir türlü kapanmayan bir boşluk oluşmuş olur. Nourhbourne, kişinin bunun farkına varmasıyla yeniden dine yöneleceğini ama çoğu kimsenin de esas dini unutmuş olması sebebiyle sahte dini hareket içerisinde yer alacağını, bu hareketlerin ise dini inkardan bile daha tehlikeli olduğunu belirtir.

Yazarın toplumsal bakış açısının deÄŸiÅŸimi yönünde yaptığı ÅŸu tespitler de önem arz eder. Modern uygarlığın temelinde hayat standardı yer alır ve ilerlemeci bakış açısı hakimdir. Bu bakış açısı ve eÅŸyanın hakikatini maddeye indirgeyen modern bilim, dini giderek ötelemektedir. Zaten modern bilimin de amacı hakikati ortaya koymaktan ziyade insanın evrene daha çok hakim olmasını saÄŸlayarak ona daha fazla kazanç elde ettirmek ve gözlem-deney yoluyla genellemelerde bulunarak kuramlar ortaya koymaktır. Bunun sonucunda giderek hakikatten sapan ve dünyevileÅŸen akıl artık din olgusunu salt kendi bakış açısından açıklamaya çalışır. "Dini modern bilimsel terimlerle izaha çalışmak demek yüksek olanı aÅŸağı olanın terimleriyle izah etmek demek olur ki bu imkansızdır. Modern bilimin gerçek ilkesi ve gayesi karşılaÅŸtırılamaz olana yer bırakmamak ve böylece kendisinden büyük olan her ÅŸeyi dışlamaktır." Burada ÅŸunu da eklemek gerekir ki; sınırlı idrak kapasitemizle gözlem gücümüzün ötesindeki evreni ve yaratılış sebebini izah etmeye çalışmak izafiliÄŸi aÅŸamaz; ama Kur’an’da “Hak” olarak bildirilen Allah’ı da, evreni de, vahyi de kavramanın yolu gene de idrak dünyamıza ait bir sorumluluktur.

Modern sanat ve kadim sanat anlayışına da deÄŸinen yazar, bu iki sanat anlayışının ilham kaynakları bakımından ayrıştığını, kadim sanatın ilhamını gelenekten dolayısı ile dinden aldığını ve  modern sanatın ise ilhamını çevresinden ve kendi zihni kurgularından almakta olduÄŸunu belirtmektedir. Bunun sebebi hakikat kaymasındandır. Bunun da yapılan iÅŸin giderek sanat özelliÄŸini kaybetmesine yol açmakta olduÄŸu belirtmektedir. Oysa gizemli olanı veya hayatın bütününü vahye dayanarak veya dayanmayarak ya da vahyi olanı beÅŸeri sezgi ve sanılarıyla bütünleÅŸtirerek izah etmeye kalkışan tüm inanç ve izahlar da dindir. Önemli olan “din”in yani dünya görüşünün “yakin” ifade eden korunmuÅŸ olan vahye dayanıp dayanmadığıdır.

Yazar burada eskiden yapılan bir tahıl ambarının, bir kulübenin nasıl sanat eseri niteliği taşıdığını ama beton binalar, plastik konteynerler gibi günümüz yapılarının tüm dünyada aynı formlarda yapıldığı ve sanatsal bir güzellik taşımadığını ifade etmiştir. Yalnız burada değinilmesi gereken nokta sanatsal nitelik taşımaktan ziyade buna neden olan sebebin ne olduğuna yönelik bir sorgulama yapılması gerektiğidir. Bize göre bunun sebebi de insanların giderek tüketime itilmesi ve insanın doğaya hakimiyeti noktasında yaşadığı zihni bulanıklık sebebiyle fıtratına uygun olmayan bir yaşam tarzına sürüklenmesinden kaynaklanmaktadır.

Yazar son olarak gaybe dayanan dinin çöküşünden, sapmasından ve saptırılmasından bahsetmektedir. Çöküşü zayıflama-gücün azalması-, sapmayı yoldan çıkma -gücün boşa harcanması-, saptırmayı da niyet bozukluğu-gücün kötüye kullanılması- olarak ele almış, dinin ruhunun çökmediğini, çöken şeyin onun beşeri toplumlardaki müşahhas halinin olduğunu, aslında çökme ve sapmanın tesirsiz olup saptırmanın yolunu açtıklarını, saptırmanın da etkisini hissettiren bir durum olduğunu vurgular.

Yazarın son bölümde ortaya koyduğu şu nokta da dikkat çekicidir;

                "Dine bilimci bir bakışla yaklaÅŸmak zorunlu olarak onu herhangi bir fenomen olarak görmeyi içerir. Bu ÅŸekilde yaklaşıldığında din, insanlığın psikolojik bir unsuru olarak ve insanın fıtratında bulunan bir ihtiyacı -tıpkı uyku, yemek veya eÄŸlence gibi- karşılayan bir ÅŸey olarak görülür. Bu ustaca bir yanlış göstermedir; zira bu yorum bir yarı hakikat olup uyku, yemek ve eÄŸlencenin insanın varoluÅŸ sebebi olmadığını fakat dinin bu anlama sahip olduÄŸu gerçeÄŸini gizlemektedir."

Giderek dini sadece bilimsel, psikolojik, sosyolojik boyutlarıyla açıklama eÄŸilimine düşerek imanî boyutu arka planda bıraktığımız ÅŸu günlerde yazarın bu durumu eleÅŸtirmesi yerindedir. Ama ÅŸu da vardır ki Kur'an'da dindarlık eÄŸilimi boyutuyla olmasa bile A'raf Sûresinde yer alan elest bezminde "ÅŸahit olduk bizim Rabbimizsin" cevabı ile evrensel olarak tüm insanlığın Rabb'ini birleme fıtratı ile yaratıldığı da unutulmamalıdır. Yalnız yazar bu söylemlerinin ardından bu düşüncelerin -profan bakış açısının- sebebinin modernizm olduÄŸunu söylemektedir. Burada günah keçisi olarak bütün deÄŸiÅŸimlerin, sapmaların sebebini modernizm olarak görmek sosyolog Lütfi Sunar'ın kullandığı tabirle "modernizm yorgunluÄŸu"dur. Modernizme baÄŸladığımız her sonuç bizim bakış açımızı gün geçtikçe daraltmakta ve çözüme dair umutlarımızı kaybettirmektedir.  Buradaki sıkıntıyı gidermek için ayırt edilmesi gerekilen bir nokta vardır ki bu da ; modern olan teknik ve evrensel bilgi insanlığın ortak malıdır. Bu birikimi Occident/Batı paradigmasıyla yorumlama modern olan dediÄŸimiz ÅŸeyler deÄŸil "modernite"dir. Hem modern araçları -evrensel bilgi ve tekniÄŸi- iyi düzeyde  kullanmakla birlikte aslında bunların tamamen Batı ürünü olduÄŸu için kötü araçlar diye nitelendirmek anlamsızdır. Bunlara kötülüğü yükleyen ÅŸey Batılı paradigmanın yüklediÄŸi hadaret-kültür türüdür. Bunları tartışmaktan ziyade Charles Taylor'un da dediÄŸi gibi "esas olan ahlaki seçimin doÄŸasının ne olduÄŸunu konuÅŸmaktır". 

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.