Dünya
Oryantalizmden İslamofobyaya: Doğu/İslam karşıtlığının sürekliliği
Seküler elitlerin, Müslüman dünyada kolonizasyon sonrası süreçte uyguladıkları geleneksizleştirme ve İslamsızlaştırma politikaları, bu toplumlarda yerli bir ‘öteki’nin üretilmesinde doğrudan etken olmuştur.
Said’in, Foucault’dan mülhem bir metodoloji ile oryantalist paradigmaya karşı yönelttiÄŸi eleÅŸtiri, bilen özne olarak Batı’nın DoÄŸu’ya karşı kültürel tahakkümünün ifÅŸa edilmesi olarak okunmalıdır. Foucault, cehaletin ve hurafenin körleÅŸtiriciliÄŸinden arınmış, doÄŸru kavramlarla ve yöntemlerle teçhizatlanmış insanoÄŸlunun, gerçekliÄŸi gerçekte olduÄŸu gibi kavrayacağı ve objektif olarak dünyanın doÄŸru bilgisini üretebileceÄŸi Aydınlanma varsayımını reddetmiÅŸtir. Bunun yerine Foucault, bizim hakikat ÅŸeklinde algıladığımız ÅŸeylerin, aslında daima gerçekliÄŸi tasvir veya temsil eden belli bir biçimin ve söylemin ürünü olduÄŸunu iddia etmiÅŸtir. Dolayısıyla bizim hakikat olarak gördüğümüz ÅŸey hakikatin yerine geçen söylemin bizzat kendisidir. Bu nedenle, DoÄŸu denilen muhayyel kategori, DoÄŸu’nun hakikatini yadsıyan söylemsel bir üretim olarak karşımıza çıkmaktadır. Zachary Lockman’a göre: bir söylem, gerçekliÄŸin bize nasıl gözüktüğünü, ne gördüğümüzü (veya görmediÄŸimizi) ve onun nasıl gördüğümüzü belirleyen bir süzgeç iÅŸlevi gören, belli bazı ÅŸeyleri ön plana alan ve diÄŸer ÅŸeyleri görünmez kılan, algıladığımız ÅŸeylerin bizim için ne anlama geldiÄŸini belirleyen “bilinçsizce taktığımız bir gözlüğe” benzetilebilir. Said’in ifade ettiÄŸi gibi oryantalizmi bir söylem olarak algılayıp onu çözümlemedikçe amacımıza ulaÅŸmış sayılmayız.Oryantalizm, Åžark ile uÄŸraÅŸan, onu tanımlayan ve ona iliÅŸkin görüşleri meÅŸrulaÅŸtıran, onu belirleyen ve ona hâkim olan bir Batı paradigması olarak incelenebilir. Bu paradigma, gündelik hayat söyleminden edebi ve bilimsel bir söyleme evrilmesi sürecinde temel bir ontolojik ön-kabulden hareketle hayatiyet bulmuÅŸtur. Bu ön-kabul nesnesi ise, üzerinde hemen her alanda bilgi üretilen ve speküle edilen DoÄŸu’nun kendisidir. Fakat speküle nesnesi olan DoÄŸu, salt bir coÄŸrafyaya ve sosyolojiye karşılık gelmekten ziyade kolektif muhayyilede üretilen imgelerin etkisinde biçimlenen muhayyel bir kategori olmuÅŸtur. Oryantalist söylem tarafından inÅŸa edilen bu muhayyel DoÄŸu kurgusu, Edward Said’in deÅŸifre ettiÄŸi biçimiyle belirli bir iktidar örgüsünün hizmetinde iÅŸlevselleÅŸtirilmiÅŸtir. Yani Oryantalist literatür DoÄŸu’yu Rana Kabbani’nin ifadesiyle, geriliÄŸin ve noksanlıkların diyarı olarak resmetmekte ve bu noksanlıkların tamamlayıcısı olarak Batı’ya bir tür kurtarıcılık atfetmekte ve nihai kertede onu yardıma çağırmaktadır. Dolayısıyla Oryantalist söylem, DoÄŸu’yu sadece zihinsel olarak kuran ve onu tanımlayan bir çerçevenin dışında, daha derin bazı yapısal/kültürel baÄŸlantıların ve mikro-makro iktidar ve hiyerarÅŸik iliÅŸkilerinin de tesis edildiÄŸi temel bir politikanın uzantısıdır.
İmgesel yanılgı
Oryantalist birikimin eleÅŸtirisini yapan Said’in temel argümanı da Batı’nın DoÄŸu’ya tek, özsel, deÄŸiÅŸmez bir kimlik empoze ettiÄŸi ve bu kültürel nitelemenin yanlış olduÄŸunu göstermektir. Tarihsel bir sürekliliÄŸe sahip olan Batı zihnindeki söz konusu imgesel yanılgı, politikadan medyaya, azınlık siyasetinden insan hak ve özgürlüklerinin de içinde yer aldığı oldukça geniÅŸ bir alanda etkisini hissettirmektedir. Son dönemde Batı, sosyo-politik yaÅŸamının önemli bir meselesi olarak görülen Ä°slamofobya, benzer bir imgesel yanılgının modern bir formunu oluÅŸturmaktadır.
Ä°slam karşıtlığının modern bir kavramsallaÅŸtırması olarak okunabilecek Ä°slamofobya kavramı, 11 Eylül sonrasında Müslüman göçmenlerin yoÄŸun olarak yaÅŸadığı kamusal alanlarda görülen modern ve seküler bir söylem olarak kabul edilse de kökü Avrupa tarihinde yüzyıllar öncesine dayanan bir olgudur. Haçlılardan OrtaçaÄŸ’a, Osmanlı imparatorluÄŸundan Avrupa kolonyalizmine ve oradan da 2000’lerin Ä°slamofobik eylemlerine uzanan bir hatta yaÅŸanan her olay söz konusu tarihsel imgelerin pratikteki yansımalarıdır. Bu yansımaların modern bir epistemolojiye dönüşmesi ve Ä°slamofobyanın akademisyenler ve politikacılar tarafından destek görmesi, Batı/DoÄŸu-Ä°slam dikotomisinin pekiÅŸtirilmesine neden olmaktadır.
Özellikle 11 Eylül olaylarından sonra baÅŸta Ä°ngiltere ve Amerika olmak üzere çeÅŸitli Avrupa ülkelerinde Ä°slam’a ve Müslümanlara yönelik ÅŸiddet kullanımı, ayrımcı ve dışlayıcı uygulamalar gündeme gelmiÅŸtir. John Esposito’nun yerinde tespitiyle, Ä°slam adına yapıldığı iddia edilen terör eylemleri, Müslümanların potansiyel birer terörist olarak algılanmasına neden olmuÅŸ; bu da her alanda baÅŸlatılacak bir dışlayıcılığın habercisi olmuÅŸtur. 11 Eylül’den sonra zirve yapan Ä°slam karşıtı yayın ve propagandalar, Müslümanları Batı için bir tehdit olarak görmeye baÅŸlamış ve bu doÄŸrultuda onlara ayrımcılık uygulanmıştır. Said’in oryantalizmin devamı niteliÄŸinde sayılabilecek çalışması Covering Ä°slam, Batı medyasının Müslümanlara yönelik nasıl bir algı ürettiÄŸini ele almaktadır. Said’e göre medya bir ‘öteki’ olarak kabul ettiÄŸi Müslümanları, inandıkları din olan Ä°slam’dan kaynaklanan bir ÅŸiddet sarmalı içerisinde deÄŸerlendirmektedir. Åžiddet Ä°slam’dan kaynaklanıyor, çünkü Ä°slamiyet zaten budur ifadeleri medyanın Ä°slam’a karşı takındığı özcü tavırları ortaya koymakta, Ä°slam ve DoÄŸu imgeselliÄŸinin tarihsel sürekliliÄŸini tescil etmektedir.
Medyada temsil sorunu
Günümüz dünyasında söylemin, etkin bir mecra olarak kendini konumlandırdığı medya organları, bu yanlış bilincin kamusallaÅŸmasına aracılık etmektedir. Politik/kültürel kurguların söylemsel düzeyde etkisini artırma adına sistematik bir sürdürülebilirliÄŸi temin eden kitle iletiÅŸim araçları, modern dönemde demosu ikna etme adına önemli bir iÅŸlev üstlenmektedir. Son zamanlarda ciddi bir literatür oluÅŸturan Ä°slam ve Müslümanların medyatik temsili konusu, Batı ana akım medyasının Müslümanlara iliÅŸkin söylem ve imajlarının olumsuz ve önyargılı olduÄŸu yönündedir. 11 Eylül öncesi ve sonrasının medya dilini karşılaÅŸtıran çalışmalar, Müslümanların suçluluÄŸu iddiasını vurgulayan Ä°slami fanatizm, Ä°slami köktencilik, Ä°slami aşırıcılık gibi kelimelerin 11 Eylül’den sonra sıklıkla kullanıldığını gözlemlemiÅŸtir.
İdeal- pratik çatışması
Ä°slam karşıtlığının yaygınlaÅŸması ve Müslümanlara iliÅŸkin önyargıların somut bir biçimde her alanda görülmesi, Ä°slam’la iliÅŸkili olan her unsurun, kamusal alanda önemli problemlere maruz kalmasına neden olmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerinde başörtülü olanların devlet kurumlarında hizmet veren statüsüyle çalışmaları, kültürel dokunun bozulduÄŸu gerekçesiyle engellenmektedir. DiÄŸer yandan Müslümanlara çeÅŸitli sektörlerde iÅŸ verilmemesi ve kamusal görünürlüklerinin sınırlandırılması, entegrasyon politikalarını da zora sokmaktadır. Ä°slam ve Müslüman karşıtlığının en güncel sonuçlarından biri de Suriyeli mülteciler konusunda karşımıza çıkmaktadır. Bazı Avrupa ülkelerindeki yetkililerin mülteci kabulünde Hristiyanları öncelemesi ve aşırı saÄŸcı grupların Suriyeli mültecilerin cihad politikası güderek Avrupa’ya sığınmaya çalıştıkları iddiasını dile getirmeleri (Terrorism hijra) Ä°slam karşıtlığının aktüel çıktıları olarak görülmelidir. Batı bir yandan çokkültürcülük politikaları ihdas etmekte diÄŸer yandan da Müslümanları Avrupa’dan uzaklaÅŸtıracak siyasalar üretmektedir. Hans Koechler’in “çok kültürlülük ikilemi” olarak adlandırdığı bu durum, ideal ve pratik arasındaki çatışmayı da gözler önüne sermektedir.
Ä°slam karşıtlığının tarihsel süreç içerisinde geldiÄŸi nokta politik saiklerin etkisiyle çeÅŸitlenmiÅŸ ve siyaset yapma biçimlerinde de etkili olmuÅŸtur. Batı ile ittifak içerisinde bir siyasi misyona sahip olmayan ülkeler de Ä°slamofobik politikalara maruz kalmışlardır. Mısır’da Ä°hvan tecrübesinin siyaset yapma imkânından yoksun bırakılması, Türkiye’deki siyasi iktidarın zaman zaman Batılı çıkarların hilafına politikalar üretmekle suçlanması (eksen kayması) yoÄŸun tartışmalara neden olmuÅŸtur. Ä°slam’ın liberal demokrasiyle özü gereÄŸi uyumlu olmadığı tezinden hareketle, Türkiye ve Mısır gibi ülkelerdeki tecrübelerin özcü bir biçimde mahkûm edilmesi, Ä°slam ve Müslümanlara iliÅŸkin tarihsel süreç içerisinde oluÅŸmuÅŸ önyargı ve karşıtlıklarla iliÅŸkili bir durum olarak deÄŸerlendirilmelidir.
Batı’nın kendi kimliÄŸini Hegelyen bir perspektifle öteki üzerinden kurması, sadece Batı’ya özgü bir politika olarak kalmamış, Batı-dışı toplumların da modernleÅŸme sürecinde karşılaÅŸtıkları bir proje olmuÅŸtur. Seküler elitlerin, Müslüman dünyada kolonizasyon sonrası süreçte uyguladıkları geleneksizleÅŸtirme ve Ä°slamsızlaÅŸtırma politikaları, bu toplumlarda yerli bir ötekinin yaratılmasında, Ä°brahim Kalın’ın ifadesiyle yerli Ä°slamofobya’ların üretilmesinde doÄŸrudan bir etken olmuÅŸtur. BaÅŸka bir yazının konusu olacak yerli Ä°slamofobya meselesi, OrtadoÄŸu coÄŸrafyasının sosyo-politik konjonktürü göz önünde bulundurulduÄŸunda, önemli bir sorunsal olarak karşımızda durmaya devam edecektir.
Henüz yorum yapılmamış.