Yunus Torpil, İslami hareketin önemli simalarından. Kendisi esasında tekstil işiyle uğraşmasına rağmen birçok sivil toplum kuruluşunda da oldukça faal bir isim. İslami camianın pek ilgilenmediği, yahut ilgilenmeyi biraz aksattığı güzel bir işle, eğitim ve tebliğ faaliyetleriyle uğraşıyor. Özellikle Balkanlı öğrenciler üzerine yoğunlaşmış durumda.
Eğitim ve tebliğ gibi meseleler Müslümanların geleceklerini etkileyen oldukça önemli meseleler. Bu alanda itidalli Müslümanların yaptığı çalışmalar fazlasıyla önem arz etmekte. Bu röportajda genelde uluslararası misafir öğrenciler, özelde ise Balkanlardan gelen öğrencilerin durumunu ortaya koymaya çalıştık. Yunus Torpil uzun yıllardır sahada; kendisinin Balkanlar ve oradan gelen öğrenciler hakkındaki fikirleri de önemli. Onun hayat hikâyesinden başlayarak, Balkanlarla alakalı öğrenci merkezli tespitlerini dinledik. Söylenecek söz varmış ki, uzun bir röportaj oldu. Oldukça verimli geçen bu röportaj umarım Balkanlar hakkında merak sahibi olanlara da güzel bilgiler sağlayacaktır.
Bizler genelde savaÅŸ olan coÄŸrafyalarla ilgilenip barış olan bölgeleri ıskalıyoruz. Ä°lgimiz Türkiye’nin meselelerine yoÄŸunlaÅŸmış durumda olsa dahi, gene Türkiye’yi direkt etkileyen Balkanlar her an potansiyel anlamda karışabilir bir coÄŸrafya olma özelliÄŸini sürdürüyor. Buraya olan ilgimizi bir ÅŸekilde, özellikle geleceÄŸe yatırım yaparak sürdürmemiz gerekiyor. Bu röportaj biraz da buna katkı saÄŸlamak niyetiyle yapıldı.
Biraz kendi hayat hikâyenizden, İslami hareketlerle nasıl tanıştığınızdan bahsedebilir misiniz?
Ben 1969 yılında imam hatip lisesine kaydedildim. Bir Kuran kursu hocasının yönlendirmesiyle baÅŸladı bu iÅŸ. Allah ondan razı olsun. Sınıfın en küçük öğrencisiydim, en önde otururdum. Çevremde akıllı bir çocuk olarak bilinmeme karşın “dayak cennetten gelmiÅŸtir” nimetinden epey istifade ettim. Biraz onun etkisi var herhalde. Çekingen bir öğrenciydim, bildiÄŸim ÅŸeyleri dahi anlatamazdım. Sonra beÅŸinci sınıftayken, Rize’ye dışarıdan, Mardinli bir öğretmen geldi. DiÄŸer öğretmenlerin çoÄŸu Rizeliydi tabii. Bu hocamız belki kariyer açısından diÄŸer öğretmenler kadar iyi deÄŸildi. Fakat çok iyi ve örnek bir Müslümandı. O bizimle arkadaÅŸ oldu. Bizi yetiÅŸtirmek için her türlü fedakârlığa katlandı. Bizi evine davet eder yemek, çay vs. ikram ederdi. Çok sade bir hayatı vardı.
Bir gün hadis dersinde herkese birer kitap verdi. Her derste bir öğrenci tahtaya kalkıp kitabındaki konusunu anlatacaktı. Benim de nasibime Seyyid Kutub’un “Ä°slam’da Cihat” isimli eseri düşmüştü. Ben çekingen olduÄŸumdan ve konuyu iyi anlatabilmek için çok çalıştım. Onun için kitabı, ayetleri, mealleri ezberledim. O sırada bunlardan çok etkilendim. Böylece hayatımın ilk seminerini sınıfımda verdim. Hocam beni takdir etti. Ãœstüne bir de “bunu mutlaka MTTB’de anlatman gerek” dedi. Tabii orada sadece öğrenciler deÄŸil, halk da var. Dolayısıyla ben tekrar çalışmaya baÅŸladım, cihat konusunu farklı kaynaklardan iyice araÅŸtırdım. Sonra konuÅŸmayı yaptık. Bütün bunlar üzerimdeki çekingenliÄŸi atmamda epey faydalı oldu. Kendime mücadele dolu bir hayat belirledim. Ä°nançlarımın egemen olması için cihat etmek zorunda olduÄŸumu yüreÄŸimle hissettim ve böylece baÅŸladım iÅŸte.
Siz şimdi İslami hareketler içerisinde öğrencilerle ilgilenen bir insansınız. Geçmişte eğitim ile daha fazla ilgileniliyormuş sanki. Günümüzde bu işlere daha az mesai ayırmamız, cihat şuurunun eksikliğinden mi kaynaklanıyor?
Mutlaka cihat ÅŸuurunun eksikliÄŸi var. Bu eksikliÄŸi gidermek için hatiplerimizin sohbet yapması, yazarlarımız yazı yazması, gençlerimizin de bunları takip etmesi gerekiyor. Bu eksikliÄŸi gidermeden zaten Ä°slami bir mücadele oluÅŸturamayız. Türkiye’de bir zamanlar -partiler de dâhil olmak üzere- ekonomik beklentilerle iÅŸ yapan kimse yoktu. Herkes Allah için çalışırdı. Partide de Allah için çalışırdı, sivil toplum kuruluÅŸunda da Allah için çalışırdı. Nereden nereye geldik; bugün hemen herkesin bir ekonomik beklentisi var. Ä°lk önce herkes ekonomik hayatını düzenlemenin derdine düştü.
Ben bazen arkadaşlarıma kızıyorum. Biz üniversitelerde İslami hareketler içerisinde bulunduk, sosyal hayata atıldık. Ne yapıyoruz diye soruyorum. İşe gidiyoruz, oradan eve geliyoruz, peki başka ne yapıyoruz? Hiçbir şey; güya zaman kalmıyor. İki saat giderken, iki saat gelirken yolda geçiyor, eve gelince de çocuklara bakılıyor. Kaç tane çocuğumuz var? Üç tane. Peki, babalarımız kaç tane çocuk yetiştirdi? Altı tane. Peki, babalarımız bizleri kötü mü yetiştirdi? Bizler üç çocuk yetiştirmek için mi üniversite mezunu olduk? Hayat bir çocuk yetiştirmek, bir de karnımızı doyurmaktan mı ibaret? Bizler köyde kalıp altı çocuk yetiştirseydik daha iyi olurdu o zaman! Yazık değil mi, bunca eğitim aldı insanlar. Bütün canlıların yaptığı gibi karnımızı doyurup üç çocuk yetiştiriyoruz. Böyle bir hayat olabilir mi? Allah bunun hesabını soracak.
Bazen Allah’ın bize verdiÄŸi imkânları düşünemeyecek kadar basiretsiz olduÄŸumuzu düşünüyorum. Mesela BoÄŸaziçi Ãœniversitesi’ni bitirmiÅŸ dil bilen bir arkadaşım var, sadece karnını doyurmakla meÅŸgul, baÅŸka da bir ÅŸey yaptığı yok. Elbette her Müslüman ilk karnını doyuracak, asalak olmak yok, herkes üretecek. Elbette ailesiyle, yakınlarıyla ilgilenecek. Ancak sonra da davası için çalışacak. Davası için çalışmayan Müslümanın bir deÄŸeri yoktur.
Ä°stanbul’a geliÅŸiniz ve Balkanlı öğrencilerle olan faaliyetlerinize geçebiliriz yavaÅŸtan.
Rize’den Ä°stanbul’a bir aylık üniversite hazırlık kursuna geldiÄŸim zaman Müslüman gençlerle tanıştım. Bu öğrencilerin üniversitelerde verdiÄŸi mücadeleden oldukça etkilendim. Yıldız Teknik Ãœniversitesi’ndeki Müslüman öğrencileri ziyaret ettik, onların durumu hoÅŸuma gitti. O zaman bir karar vermiÅŸtim, sınavdan sonra hangi üniversiteyi kazanırsam kazanayım orayı Müslümanların kalesi haline getirecektim. O zaman tabi ideolojik mücadele ağırdı, silahlı militanlar vardı. Ä°stanbul Ãœniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni kazanınca, daha kaydımı yaptırmadan mücadeleye baÅŸladım. Tek tek yurtları dolaÅŸtım, aynı üniversiteyi kazandığımız arkadaÅŸlarla görüştüm. En son gün kaydımı yaptırmıştım. Elhamdülillah amacıma da ulaÅŸtım; arkadaÅŸlarımızla beraber Müslümanların en güçlü olduÄŸu fakültelerden biri bizim fakülte olmuÅŸtu.
Kal ile deÄŸil hal ile örnek olmak çok etkileyici. Biz yaÅŸamakla insanları etkileyebiliriz. Bunun Balkanlarda da güzel bir örneÄŸi var. Osmanlı zamanında Müslüman bir derviÅŸ kimseye bir ÅŸey söylemeden herkese yardım ediyormuÅŸ. Köylüler bir gün onu namaz kılarken görmüş ve derviÅŸ hakkında şöyle söylemeye baÅŸlamışlar: “O iyi adam var ya o iyi adam, iÅŸte o adam bir Müslüman”. Böylece oralarda Ä°slam yayılmaya baÅŸlıyor. Bu derviÅŸ -Ayvaz Dede- ÅŸimdi hâlâ hatırlanıyor, onun için görkemli ÅŸenlikler yapılıyor. Ä°ÅŸte ÅŸimdi Balkanlara geçebiliriz.
O zaman ben de sorayım; ilk temas nasıl başladı Balkanlı öğrencilerle?
Esasında Balkanlarla bizim irtibatımız Bosna savaşıyla (1992-1995) beraber başladı. Oradaki Müslümanlara yardımcı olmak için büyük organizasyonlar yaptık. Bosnalı komutanları buraya çağırıp Türkiyeli Müslümanlarla tanıştırdık. Maddi olarak yardımlar yaptık. Tabii savaş bittikten sonra bizim Bosna ile bağlantımız koptu. Bu da bizim yeterince üst bir akla sahip olmadığımızı gösteriyor.
Sonra 2000’li yılların başında, benim çocuklarım imam hatipte okuyorlardı. O imam hatibin aile birliÄŸinde çalışmalar yaparken Işıkçıların evinde kalan bir öğrenci yanıma geldi, Bahçelievler’de lisede okuyormuÅŸ. “Yunus abi ben Elbesan’dan (Arnavutluk’ta bir ÅŸehir) geldim, bu sene buraya gelirken kız kardeÅŸimi getirdim fakat bir okula kaydedemedim. Bu konuda bize yardımcı olur musun” diye bir teklifte bulundu. Hemen öbür gün buluÅŸtuk, kızı Fatih Kız Lisesi’ne kaydettik. Onlar bizim eve gelip gittiler. Evdekiler görmüşler, dediler ki, “baba bu kız Allah kelimesinden baÅŸka bir ÅŸey bilmiyor, namazlarını sadece Allah diyerek kılıyor.” Bu durum beni çok etkiledi.
Sonra bu iki çocukla ilgilenmeye devam ettik. Bu öğrenciler beni baÅŸka bir öğrenciyle tanıştırdılar; “Yunus abi, bu arkadaşı bir cemaat getirdi. Ä°mam hatibe kaydetmediler, bu arkadaÅŸ da kaçtı, Sirkeci’de vagonlarda yatıyor” dediler. Onu da Fatih Ä°mam Hatip Lisesi’ne kaydedip kalacağı bir yurt bulduk. Böyle baÅŸladı Balkanlı öğrencilerle iliÅŸkimiz. Bunu her Türk vatandaşı yahut her Müslüman zaten yapar. Sorunu olan gençlerin hepsi tek tek bizim halkaya dâhil oldu. Tabii o zaman benim Türkiye’ye gelen öğrencilerle ilgilenen var mı yok mu haberim yok. Sonra on-on beÅŸ kiÅŸilik o ekibimizdeki öğrenciler beni Arnavutluk’a davet ettiler. Ä°stanbul’a dönerken de yirmi beÅŸ tane öğrenciyle döndüm.
Sonra bu kadar öğrenciyle tek başımıza ilgilenemeyeceÄŸimiz için bir arkadaÅŸ grubu kurduk. Tabii o çocuklarla Türkiye’deki Balkan kökenli arkadaÅŸlar ilgilensin diye düşündük. Kim BoÅŸnak kim Arnavut gidip tanıştık. Sonuçta karar verdik ve 2009 yılında Balkan Müslümanlarıyla YardımlaÅŸma ve Dayanışma DerneÄŸi’ni (BESADER) kurduk. Bu gençlere sahip çıktık, bunlar büyüdüler o arada. BahsettiÄŸim iki öğrenci mezun oldu, bir tanesi tıp bitirip doktor oldu, diÄŸeri ÅŸimdilerde Kocaeli Ãœniversitesi’ni bitirdi. Yüksek lisans için uÄŸraşıyor.
Peki, Balkanlardan öğrenciler neden Türkiye’ye geliyorlar? Tercih sebepleri nelerdir? Sadece din eÄŸitimi için mi geliyorlar yoksa baÅŸka nedenler de var mı?
Biz öğrencilerle ilgilenmeye baÅŸlayınca Balkanların da dışına çıkarak dünyanın farklı coÄŸrafyalarından gelen Müslüman öğrencilerle de irtibata geçtik. Hatta son organizasyonların bir tanesinde ben de çocuklara bunu sordum; “Türkiye’yi neden tercih ediyorsunuz” sorusunu. En önemlisi onlarla yüzyıllarca aynı coÄŸrafyada beraberce yaÅŸadık. Teoride bir Türk düşmanlığı var, aldıkları eÄŸitim onları zamanında bizlere düşman etmiÅŸ, ama örtülü bir Türkiye sevdaları da var. Bazen kendileri de bunun farkında deÄŸil ama genler birbirini çekiyor, bir akrabalık var.
Verdikleri cevaplar ÅŸunlar olmuÅŸtu: “1) Türkiye’nin eÄŸitimi bizim ülkeden iyi. Onun için geldik buraya 2) Türkiye’deki insanlar hayırsever, bizi yalnız bırakmıyorlar. Oradan gelen tanıdıklarım böyle söyledi. Yardımseverlikten dolayı geldim.” Ãœlkeleri ekonomik anlamda Türkiye’den zayıf. Batı’ya gidecek maddi durumları da pek yok. Onun için buraya geliyorlar.
Gelen öğrenciler son on-on beş senelik dönemde arttı mı?
Türkiye’ye yurt dışından öğrenci gelme hikâyesi Turgut Özal döneminde baÅŸladı. Tabii o zaman Türkiye’nin bu konuda herhangi bir tecrübesi olmadığı için bu proje o zaman baÅŸarısız oldu. Gelen öğrenciler bir ÅŸey verilemeden geri gönderildi. %80’i mezun olmadan, olamadan geri gitti.
Burada bir örnek vereyim. Kafkasya’dan 1990’ların başında yaklaşık 150 üniversite öğrencisi geliyor, ki bunların aralarında Åžamil Basayev de vardır, sadece 4 tanesi mezun oluyor. Ticarete girenleri oluyor, savaÅŸlara gidiyorlar, bir ÅŸekilde hepsi dağılıyorlar.
Evet, ticaret dolayısıyla gelenler de var. Türkiye’ye gidip öğrencilik vasıtasıyla oturum alıp baÅŸka iÅŸlere giriyorlar. Tabii bu üniversite çağındakiler için geçerli.
Siz daha çok lise öğrencilerine dönük mü çalışmalar yapıyorsunuz? Yoksa üniversite öğrencilerine mi yoğunlaşıyorsunuz?
Biz şöyle bir baktık ki bir asır çevre coÄŸrafyalardan koparılmışız. Oralarda din yasaklandı. Cenaze törenleri dahi dini olarak yapılamadı. Ä°nsanlar dinlerine bu kadar yabancılaÅŸtı. Dolayısıyla Türkiye’ye geldiklerinde kültür farkından kaynaklı problemler çıkıyor. VatandaÅŸlarımız tahammül edemiyor bazı hatalara. Biz ÅŸaşırıyoruz, bazen sabretmek gerekiyor.
Ãœniversitedeki dört senelik bir eÄŸitimle bir insanın deÄŸiÅŸimi mümkün olmuyor. Orada düşündük ki imam hatipler bu noktada çok önemli. Lise döneminde getirmeye baÅŸladık sonra öğrencileri. Medeniyet deÄŸerlerimizi bu ÅŸekilde aktarabildik. Bunun bir faydası da lise döneminde burada yetiÅŸen öğrencinin üniversiteye gittiÄŸinde orada kendi memleketinden gelen öğrenciyle temasa geçip onları da etkilemesi oluyor. Devletin kurumlarının burada bir hatası var. Öğrenci lise zamanında buraya gelmiÅŸse üniversite döneminde ona burs vermiyor. Bu eski Türkiye’nin devamı. Sadece Türkçe öğrenmesine bakıyor, halbuki medeniyet deÄŸerlerimizi bir öğrenciye dört senede aktarmak oldukça güç. Devlet bu konuda çalışmalar yapıyor, düzeltilir yakında diye tahmin ediyorum.
Devlet uluslararası öğrenci meselesinde destek mi oluyor köstek mi? Sivil toplum kuruluşlarının adaptasyon sorununu aşmada ne gibi katkıları oluyor?
Öğrenci buraya geldiÄŸi zaman yurt dışına ilk defa çıkmış oluyor. Yapayalnız bir çocuk düşünün. Burada sivil toplum kuruluÅŸları daha etkili oluyor. Biz çocuÄŸu kendi memleketlerinden gelen gençlerle hemen tanıştırıyor, buluÅŸturuyoruz. Ayrıca biz de ilgileniyoruz kendileriyle. Zaten çocuÄŸun elinden tuttuÄŸunuzda hemen dost oluyorsunuz. Toplantılar, dersler, seminerler yapıyor, marÅŸlar söylüyoruz. Hatta biz bu konuda epey mesafe aldık. Türkiye’de okuyan Balkanlı öğrenciler kadar birbirini tanıyan, bir araya gelen, sosyal aktivite ortaya koyan ülke-coÄŸrafya yoktur. Türkiye’de ÅŸu an yüz binin üzerinde öğrenci var. Bunlar içerisinde sosyal etkinlik olarak en aktif olanları Balkanlı öğrencilerdir. Hemen hemen hepsi birbirlerini tanırlar. Böylece memleketlerine geri döndüklerinde de iliÅŸkileri devam eder, yalnız kalmazlar. Velhasıl bu öğrencilerin Türkiye’de yabancı kalmasını önlüyoruz. Bu tür gayretlerimiz oldukça bereketli oluyor.
Uluslararası İmam Hatip Liseleri ne durumda?
Türkiye’de ÅŸu an beÅŸ tane uluslararası imam hatip lisesi var. Ä°lk defa Turgut Özel döneminde Balıkesir’de açıldı. O zamanki bürokrasi ve devlete egemen olan güçler bu okulu çok tenha bir yere attılar. Kimse görmesin falan diye. Balıkesir’de baÅŸladı, sonra Mersin’e taşındı, daha da sonra Kayseri’ye gitti bu okul. Normal imam hatiplerin serüveni gibi uluslararası imam hatiplerin de böyle acı dolu bir serüveni var. Bu okul bir türlü Ä°stanbul’a gelemedi. Åžu anda elhamdülillah beÅŸ tane uluslar arası imam hatip lisesi var. Ä°ki tanesi Ä°stanbul’da, bunların biri erkek biri kız lisesi.
Balkanlardan öğrenciler geliyor fakat oraları, “Balkanlar” diye bir coÄŸrafyayı bütün olarak gören sadece bizleriz herhalde.
Herkesin bildiÄŸi meÅŸhur bir söz vardır: “Böl, parçala, yönet”. Balkanlar bu felsefeyle ÅŸehir ÅŸehir devletleÅŸtirilmiÅŸtir. Ä°ki milyonluk birkaç tane, hatta altı yüz binlik bir ülke var. Bu tam bir Batı felsefesi. Batı kendi içerisinde Müslümanların güçlü olduÄŸu büyük ülkeler istemiyor. Bu anlamda Yugoslavya’nın parçalanması bir projedir. Yugoslavya bir bütün olarak kalsa Müslümanların egemenliÄŸine geçecekti. O zaman Avrupa’nın göbeÄŸinde Müslümanların yoÄŸunlukta yaÅŸadığı 25 milyonluk bir ülke olacaktı. Tabii bunu Batı’nın yutması zor olurdu. Sonuç olarak yedi tane ülke ortaya çıktı. Kosova’nın %96’sı, Makedonya’nın %50’si Müslüman. Saymıyorlar bunun için ÅŸimdi, örtmeye çalışıyorlar. Balkanlarda yavaÅŸ yavaÅŸ Müslümanlar çoÄŸunluÄŸa gidiyorlar.
Fakat şöyle bir durum var, ayrı ayrı ülkeler olunca oraların halklarını birbirinden uzaklaÅŸtırmak daha kolay oluyor. Yugoslavya’da bütün Müslümanlar birbirlerini savunabiliyordu. Ä°slam her ne kadar yok edilmiÅŸ olsa dahi, Arnavutlar BoÅŸnakçayı, BoÅŸnaklar da Arnavutçayı biliyorlardı. Åžimdi yetiÅŸen gençler bu tarzda ikinci dil bilmiyorlar. Dolayısıyla mikro milliyetçilik aşılanıyor bunlara. Herkes komÅŸularına düşman yetiÅŸtiriliyor. Uluslararası emperyalizm bu iÅŸin böyle olmasını istiyor. Medyayla da bu durumu kışkırtıyorlar.
Bu ayrışmanın bariz bir örneÄŸini öğrencilerle düzenlediÄŸimiz bir kampta gördüm. Arnavutluk’tan, Türkiye’de okumayan bir öğrenci geldi yaz kampımıza. Kampımızdan evine dönüyorken şöyle diyordu: “Allah sizden razı olsun. Ben bugüne kadar komÅŸularıma düşman gözüyle bakıyordum. Bu kampta düşman olarak gördüğüm komÅŸularımın kardeÅŸlerim olduÄŸunu öğrendim.” Biz Batı kapitalizminin koyduÄŸu sınırları tanımıyoruz. Biz Balkan Müslümanlarından yola çıkarak bütün Müslümanları birleÅŸtirmeye çalışıyoruz. Büyük ölçüde de baÅŸarılı oluyoruz. Fakat daha çok çalışma yapmak gerekiyor.
Balkanlarda nasıl bir Müslümanlık yayılıyor? İtidalli Müslümanlar sanki tebliğ işini Selefilere, eğitim işlerini de cemaatlere bıraktılar. Bunun olumsuz sonuçları dikkat çekiyor mu?
SelefiliÄŸin yayılmasını da Batının bir projesi olarak görüyorum. SSCB’nin dağılacağını Batı bizden çok daha önce gördü. Dağılan bölgelerde Türkiye’nin etkin olacağını bilen Batı, 1990’larda Türkiye’de iç karışıklıklar çıkartarak bizlerin çevremize bakmamıza engel oldu. Tabii o sırada Araplar (Selefi) eski SSCB ve Yugoslavya bölgelerinde çalışmalar yürüttüler. Bu yanlıştı ve Türkiye’nin aleyhineydi. Ayrıca bu tarzın o bölgelerde tutması mümkün deÄŸil, problem çıkartıyor, oradaki toplumla uyum saÄŸlayamıyor. YumuÅŸuyor bir zaman sonra ve ortaya “Batı SelefiliÄŸi” diye bir ÅŸey çıkıyor.
Åžimdi Batı bu bölgelerden Selefileri kovdu, hafiften Türkiye’nin önünü açtı. DoÄŸal olarak iki tarz Ä°slam anlayışı karşı karşıya geldi. Sanki birileri Türk ve Arap tarzı Ä°slam’ın çatışmasını istiyor. Bu da baÅŸka bir tezgah, bu oyuna sadece Balkanlarda deÄŸil, Kafkaslarda da gelmememiz lazım. Onun için bizlerin bu Selefileri düşman ilan etmememiz gerekiyor. Allah razı olsun, zamanında çalışmalarını yaptılar, vadeleri doldu ve gittiler. Zaten Selefi anlayış bu topraklarda tutmaz. Çevremizdeki Müslüman halklar eninde sonunda Türk tarzına dönecektirler; çünkü suyun kaynağı burası. Biz 500 yıl bu insanlarla beraber yaÅŸadık. Dolayısıyla Arap felsefesi oralara yerleÅŸemez. Åžimdi bizim oralarda mezhepsel Ä°slam’ı deÄŸil, evrensel Ä°slam’ı yaymaya çalışmamız gerekiyor.
Türkiye’deki Ä°slami hareketler imam hatiplerin açılmasıyla öğrenci çalışmalarına geri mi döndü? Malum cemaatin tasfiye edilmesinden sonra bir boÅŸluk oluÅŸtu. Åžimdi ne olacak?
Åžimdi devlet strateji deÄŸiÅŸikliÄŸine gitti ve imam hatipleri boÄŸmaktan vazgeçti. Hatta büyütmeye baÅŸladı. Tabii bir bakıldı ki çok fazla büyümüş, obezite olmaya baÅŸlamış. Ä°slami hareket bu kadar imam hatibi taşıyacak güce sahip deÄŸil, belki süreç içerisinde olabilir ama burada bizi süreç içerisinde baÅŸarısız kılan baÅŸka ÅŸeyler var. Bir felsefe ekonomik ve siyasi anlamda güçlü olduÄŸu zaman samimi olanlar hemen tasfiye ediliyor veya samimiyetsizler ön plana çıkıyor. Bizim Türkiye’de Müslümanlar ekonomik olarak da siyasi olarak da güçlendiler. Fakat Müslümanlar arasında gönülden Müslüman olmayanlar var. Bir de bu nimetlerle sarhoÅŸ olanlarımız, koltuk sarhoÅŸu olanlarımız oldu. Biz bu problemlerle eninde sonunda yüzleÅŸecektik; ÅŸimdilerde bu baÅŸladı yavaÅŸtan. Makam mevki sahibi olanlar, koltuk sevdalısı olanları tasfiye etmeyi baÅŸarmak zorundalar. Eninde sonunda Allah’ın izniyle bu olacaktır zaten.
Tebliğ ve eğitim faaliyetlerinin zayıflamasının nedeni de, servet sahipleri Müslümanların arasına girdiler, Müslümanları kendi değerlendiren uzaklaştırdılar. Müslümanlar da biraz onlara uydu. Bu uzun süre yürüyemez. Özeleştiri dönemine girilecek ve Müslümanlar arasındaki bu servet ve saltanat budalaları yavaş yavaş ayıklanacaktır diye umut ediyorum. Tebliğ-davet çalışmalarının zayıflamasının nedeni budur. Ayrıca devlet kademelerinde kalifiye elemana ihtiyaç var, bunları da cemaatler yetiştirdi genelde. Tabii devletin imkânları da güzel, oraya gidiyor insanlar. Böylece tebliğ-davet çalışmalarına eleman kalmıyor, bu alanda zayıflıyoruz. İnşallah Müslümanlar bunu idrak ederler ve tebliğ-davet alanındaki bu boşluğu doldururlar.
Bizlerin çoğalan imam hatiplerin içerisini de doldurmamız gerekiyor bir yandan. Bence siyasi iktidarın, daha fazla kurum açmak yerine açılan kurumların içerisini doldurması gerekiyor. Şu zamana kadar temeli atılan kurumlarla değil Türkiye, bütün dünyaya yetecek kadroyu yetiştirebilirler. Açtığımız kurumların içerisini doldurursak değil Türkiye, bütün dünyaya açılırız.
Türkiye’nin çevresindeki küçük Müslüman halklara bakınca Türkiyeli Müslümanlara artı bir sorumluluk düşüyor galiba?
Eğer Müslümansak bu görevi bize Yaratan veriyor zaten. Her Müslüman ekonomik faaliyet yanında sosyal faaliyet de yapmalıdır. Sadece ekonomik faaliyet yapan Müslüman bir birey olamaz. Her Müslüman genç buna göre hayatını dizayn etmelidir. Bir sosyal faaliyeti oluştururken bir cemaatin uzantısı olmak zorunda değiliz. Zira cemaatler hayatın bütün alanlarını doldurmayı başaramıyorlar. Bunu diyorum ama hiçbir cemaatle de çatışmayacak bir zihinle çalışmalar yürütmeliyiz. Müslümanların birlik ve beraberliği önemlidir. Birilerinin görev vermesini beklememeliyiz. Yapılmayan veya ihmal edilen bir şey gördüğümüz zaman bunu yapmalıyız. Her birey neler yapabilir, kendisi bunun üzerine düşünmelidir. Rabbimizin bize verdiği nimetleri davamızda kullanmalıyız. Ekonomik ihtiyaçlarımızı da sosyal ihtiyaçlarımızı da karşılayacağız.
Yalnız, ekonomik ihtiyaçlar meselesinde, kadınlar ve çocukların acımasızca öldürüldüğü, bebek cesetlerinin sahillere vurduÄŸu bir dünyada, bir Müslümanın refah diye bir derdi olamaz. Ben insan olarak böyle bir dünyada yaÅŸamaktan utanıyorum. Ölümü talep etmek caiz olsaydı öleyim diye dua edeceÄŸim. Bazı Müslümanlar da çok büyük bir hata içerisine düşüyor, yaÅŸanan olayları görmemek için gözlerini kapıyorlar. Sanki Kuran’da geçen “gözleri var görmezler, kulakları var duymazlar” ayeti gibi. Kendilerini güya sorumluluktan kurtarmaya çalışıyorlar. Allah bu yaÅŸanan zulümleri görüyor, öldürülen mazlumları görüyor. Biz gözümüzü kapasak da kulaklarımızı tıkasak da bu vardır ve bu zulümlerin hesabını Allah bizden soracaktır. Onun için bizim refah gibi bir problemimiz olamaz.
Yavaştan toparlayalım o halde. Son olarak neler söylemek istersiniz?
Müslümanların ne yapacağına dair bir üst akla ihtiyaçları var. Biz tam olarak ne yapacağımızı bilemiyoruz. Rastgele işler yapıyoruz. Müslümanlar mücadele yaparken, tebliğ ve davet çalışmaları yaparken, onlara hedef, yol ve strateji gösterecek bir üst akla ihtiyacımız var. Bu nasıl oluşturulacak bilemiyorum tabii ama buna ihtiyacımızın olduğu kesin. Böyle bir üst aklımız olursa hedefimize daha hızlı ulaşırız, zayiatlarımız az olur, enerjimizi boşa harcamamış oluruz.
Nasıl oluşur bu üst akıl? Kanaat önderleri, ilim adamları, akademisyenler vb. bir üst akıl oluşturabilirler.
Yusuf Tunçbilek
Henüz yorum yapılmamış.