Sosyal Medya

Güncel

Çağın ruhu terör mü?

Toplumda dayanışma ve acı paylaşmaya en küçük birimden başlanabilir. ‘Güvende’ hissine sahip olanlar başkalarının acılarına kayıtsız kalamaz, yaslarını paylaşabilirler. Şiddetin etkisini sınırlamak için bir ilk adım.



Prof. Dr. Yankı Yazgan

 

Bu çağın ruhunu TV ya da bilgisayar oyunları yansıtıyorsa eÄŸer, Survivor gibi popülerleÅŸmiÅŸ“yıkılmadan ayakta kalma” yarışmalarına ya da Rust gibi tek amacı survival olan bilgisayar oyunlarına bakıp da “hayatta kalmak” yaÅŸantılarımızın ana temasını ve amacını oluÅŸturuyor, desek olacak.

 

Terörün beklenmedik bir süratle yayılıp yaklaşması, hiç kimsenin kendisini uzağında hissedemeyeceği bir biçim alması, hayatta kalma oyunlarına tuhaf bir bağlam kazandırıyor.

Hayatı bir an evvel sağ salim atlatılacak bir macera gibi görenlerin bile yaşadıkları süreyi insan gibi yaşama arzusu hayatta kalmanın ötesine geçer. Ancak çevremize baktığımızda, terörün tetiklediğini tahmin ettiğimiz hayatımızın bir adım sonrasını görememe hâlinin pek de yeni olmadığını düşünebiliriz.

Terörün beklenmedik bir süratle yayılıp yaklaşması, hiç kimsenin kendisini uzağında hissedemeyeceği bir biçim alması, hayatta kalma oyunlarına tuhaf bir bağlam kazandırıyor.

Yankı Yazgan


Çocuklara ve kadınlara cinsel saldırıların, aile içi şiddet ve cinayetlerin sahiden çoğalıp çoğalmadığını uzmanlar tartışadursun, neredeyse kanıksanacak kadar sık karşılaştığımız bu cinsel ve fiziksel şiddet haberleri neye işaret ediyor?

Önemli sayıda insan, dürtüleri üzerinde insanın sosyal evrimi boyunca edindiği her türlü denetimi kaldırarak aklına eseni yapmaya, kendini her türlü kısıtlamadan özgürleştirerek başkalarına zarar vermekte bir sakınca görmemeye başladıysa, terörün ruh dünyamıza olan etkilerinin terörün kendisinden önce yetişip zihnimize ve davranışlarımıza yön verdiğini söyleyebilir miyiz?

Ruhlarımız terörü hep hissediyor muydu?

Yoksa terör zaten hep vardı ve ruhlarımız bunu bombalar burnumuzun dibinde patlamadan, ama başka yerlerde canları alırken hissetmeye zaten başlamış mıydı?

Harvard Ãœniversitesi’nin seçkin psikoloji profesörlerinden Steven Pinker Better Angels of Our Nature adlı kitabında, dünyada ÅŸiddetin özellikle Aydınlanma’yla baÅŸlayarak belirgin biçimde azaldığını, haberler ve anekdotlar karşıtını söylese bile istatistiklerin insanlık tarihinin en barışçı döneminde olduÄŸumuzu gösterdiÄŸini yazar.

EÄŸer durum Pinker’ın belirttiÄŸi gibiyse, ruhumuzun yarınsız biçimde ve bugünün ötesini düşünmeyen yaÅŸantılar üretmesinin terör dışında da sebepleri olsa gerek.

Diğer yandan bilimsel analiz ve toplumsal politikalar açısından istatistikler aydınlatıcı olsa da terörün ve genelde şiddetin etkileri kendisini tek tek her bireyin hayatında ve farklı biçimlerde gösterir.

Pinker’a yöneltilen çok sayıda önemli eleÅŸtiriden birisinde, ÅŸiddet tanımını dar tutmuÅŸ olması nedeniyle ölüm sayısını savaşçılarla sınırladığı, böylece son Dünya Savaşı’nda kayıpların neredeyse yarısını oluÅŸturan sivillerin (savaÅŸmayanların) canlarını hesaba katmadığı vurgulanır.

Yaşadığımız dönemde terör eylemlerinin ve savaşların kurbanlarının savaşçı ya da taraf bile olmayan siviller olmasını bu çerçevede düşünürsek, Pinker haklı olsa bile, terörün yaşantılarımıza etkisinin pek de azalmayacağı aşikâr olmaz mı?

BelirsizliÄŸin (beklenen kötü ‘ÅŸey’in ne zaman ve nasıl olacağını bilmiyor olmanın) korkutuculuÄŸu, insanın bilgi ile aÅŸmaya çalıştığı temel ürküntülerinden birisidir. Ne olacağını, neyin ne zaman olacağını bilemediÄŸimizde güvenlik duygumuz sarsılır, güvendelik ihtiyacımız tırmanır.

Terör, örneÄŸin bombalı saldırılar ÅŸeklinde, beklenmedik yer ve zamanlarda, rasgele ortaya çıktığında, her gün geçtiÄŸimiz sokak ya da bindiÄŸimiz araç gibi hayatın olaÄŸan parçası olan yerler tehlikeli olarak zihnimize yer eder. Hiç bir yerin güvenli olmadığı hissini doÄŸuran bu durum geleceÄŸe iliÅŸkin olumlu bir düşünceye de yer bırakmadığında, hayat artık toptan tehlikeli gelmeye baÅŸlar. Ãœzer, korkutur, öfkelendirir, kontrolsüzleÅŸtirir.

Ancak, olaylardan etkilenmenin bir tür vadesi var. Terör olaylarının insanlar toparlanma fırsatı bulamadan üst üste gelişi, yoğunluğu ruhsal durumu bozuculuğunu daha da arttırır.

Zira travmatik olay sarsıcı etkisini hemen göstermez, terör olayından etkilenenler (yardıma gidenleri de dahil etmeliyiz) ilk günler hatta haftalar içinde olayın etkisini hissetmezken, olayın izleri anılara dönüştükçe etkisi fazlalaşır. Düzeltilmesi geciktikçe travmatikliği artar, ruh sağlığını bozucu olur.

Düşmanlık ya da kin gibi duygular, kurbanlar veya onların yakınlarında, onlara yakınlık duyanlarda kaçınılmaz olarak tetiklenebilir, ancak bu duyguların tahripkârlığı ruh sağlığını daha da bozar.

Empatinin kendimiz gibi olana yakınlaşmayı, ama olmayandan uzaklaşmayı doğurucu etkisi moralimizi bozmasın.

Yankı Yazgan


Terörün travmatik etkisini telafi etmek için toplumun üyelerinin dayanışması, kurbanların acısını ortaklaşa hissetmesi, beraberce yas tutabilmesi ve bunu ayrımsız yapabilmesi önemli bir rol oynar.

Çare empati mi?

Empati başlığı altında toplanabilecek birçok duygunun ya da sosyal reflekslerin bu paylaşım için doğal biyolojik zemini oluşturması beklenir.

Yakınlarımızla iliÅŸkilerimizde daha aktif olan empatinin “hormon”u oksitosin de bu zeminin kimyasallarından baÅŸlıcasıdır. Ancak bu aÅŸk ya da barışçıllık hormonu (aslında hormon iÅŸlevi gören bir nöropeptid) uzun yıllardır her türlü popüler yayında belirtildiÄŸi kadar ‘iyi’ mi? Toplumda terörün travmatik etkisinin aşılmasına yarayacak toplu dayanışmaya katkısı olur mu?

Oksitosin düzeyinin kendimiz gibi olana yakınlık arttırıcı etkisi tartışılmaz olmakla beraber, sahici toplumsal dayanışmanın kendimiz gibi olmayan baÅŸka kesimlerden kurbanlarla (‘öteki’) da gerçekleÅŸmesi gerektiÄŸini düşünürsek, oksitosinin öteki ile iliÅŸkide tersine bir rol oynama olasılığını ne yapacağız?

Empatinin kendimiz gibi olana yakınlaşmayı, ama olmayandan uzaklaşmayı doğurucu etkisi moralimizi bozmasın. Sadece terör ve savaşın ruh sağlığımızı bozmasının, travmanın toplumu felç etmesinin önüne geçmek için empatinin ya da iyi dileklerin tek başına yetmeyeceğini, şiddeti ve terörü doğuran sosyal ve ekonomik koşulların düzeltilmesinin de barışçı bir dünya için öncelikle gerektiğini düşünüyorum.

Barışa giden yolda toplum içindeki iletişim ve ilişkilerin geliştirilmesine dayalı yaklaşımlardan vazgeçmeli miyiz?

Yoksulluk ve eÅŸitsizlik gibi yapısal ÅŸiddet Ã§eÅŸitleri ya da terör olayları ve savaÅŸlar gibi doÄŸrudan ÅŸiddet hayatları tutsak alırken, anne-babaların aile içi iletiÅŸimlerini geliÅŸtirmeyi hedefleyen ve bunu olabildiÄŸince çocuk küçükken yapan yaklaşımların barışçı aileler ve toplumlar oluÅŸmasında katkısı olacağına inanmak ilk bakışta çoÄŸumuza “naïf” gelebilir.

Oysa yoksulluÄŸun, eÅŸitsizliÄŸin ya da terörün ve savaşın “ebeveynlik üzerindeki etkilerini azaltmak ve dolayısıyla, çocuÄŸun hayatındaki güvenlik hissini arttırmak mümkün” ise, toplumda dayanışma ve acı paylaÅŸmaya en küçük birimden, toplumun öteki kesimlerine yayılmak üzere, baÅŸlanabilir.

‘Güvende’ hissine sahip olanlar baÅŸkalarının acılarına kayıtsız kalamaz, yaslarını paylaÅŸabilirler. Åžiddetin etkisini sınırlamak için bir ilk adım.

Prof. Dr. Yankı Yazgan, beyin bilimleri ve psikoloji/psikopatoloji alanındaki bilgilerin meraklı olan herkes tarafından anlaşılmasını ve kullanılmasını amaçlayan yazar çizer. Psikiyatri/çocuk genç psikiyatrisi alanında uzman hekim. Düşe Kalka Büyümek (2003), Kalbinle Düşün Beyninle Hisset (2008), Bir Tatlı TelaÅŸ(2012) isimli kitapların yazarı.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.