Sosyal Medya

Güncel

Mahçupyan: Artık Başbakanlık bana bir şey danışmıyor

Yazar Etyen Mahçupyan'a göre Cumhurbaşkanı ve Başbakan bir an önce ‘Nasıl bir yeni anayasa ve nasıl bir başkanlık’ konusunda beraber karar vermeli ve bu kararın ne olduğu söylenmeli.



BaÅŸbakan Ahmet DavutoÄŸlu’na resmi olarak dört ay danışmanlık yapan Mahçupyan, artık BaÅŸbakanlığın kendisine bir ÅŸey danışmadığını söylüyor. Mahçupyan, Kürt Sorunu’nunda masanın devrilmesinin nedeni olarak, Kandil’in Suriye öncelikli düşünerek Kürt tarihinin yakalamış olduÄŸu tarihsel bir fırsatı deÄŸerlendirme peÅŸine düşmesini gösteriyor. Mahçupyan, Türkiye’de yürüyen "Yeni anayasa" ve "BaÅŸkanlık sistemi" tartışmalarından da rahatsız. Denge ve dentleme mekanizmalarının iyi oturtulduÄŸu bir baÅŸkanlık sistemine karşı olunmayacağını düşünen Mahçupyan’a göre, AK Parti’de siyaset yapma ÅŸansı olduÄŸunu düşünen insanların içeriksiz bir baÅŸkanlıktan söz ettiÄŸini, bunun da baÅŸkanlık lafının içinin boÅŸaltılmasına yol açtığını söylüyor. Mahçupyan "Abuk baÅŸkanlıkçılar" olarak adlandırdığı kiÅŸilerin iyi bir tartışmanın kapısını açmayı zorlaÅŸtırdığı görüşünde. Mahçupyan’a göre CumhurbaÅŸkanı ve BaÅŸbakan bir an önce "Nasıl bir yeni anayasa" ve "Nasıl bir baÅŸkanlık" konusunda karar vermeli. 

'Kandil iki yoldan birini seçti'

Türkiye’nin en yakıcı sorunundan baÅŸlayalım. 28 Åžubat 2015’de Kürt Sorunu’nun çözümü için Dolmabahçe’de 10 maddelik bir deklarasyon metni açıklandı. Hatta "Ä°mralı Tutanakları"ndan öğreniyoruz ki aynı tarihlerde Ä°mralı Cezaevi’nde de müzakereler için büyük toplantı odaları hazırlanmış, tefriÅŸleri yapılmışken bugünkü çatışmalı ortama geldik. Popüler soru "Masa neden devrildi?"

Kürt meselesinde ikili bir yapı yürüyordu. Bir tanesi Abdullah Öcalan’ın yürüttüğü ve Türkiye sınırları içinde çözüm bekleyen Kürt meselesi tanımı, diÄŸeri ise OrtadoÄŸu’yu problematize eden ve dolayısıyla Suriye’deki imkânı hayata geçirmek üzere bakan bir Kürt siyaseti yaklaşımı. Suriye meselesi arka planda kaldığı sürece esas çocuk Türkiye’ydi. Fakat Suriye olayı patlayınca ve orada yeni bir strateji oluÅŸturmak gündeme geldiÄŸinde Kandil bir karar vermek zorunda kaldı. Kandil bu iki düzlemi elinde tutabilme ÅŸansını kaçırdı. Bu iki yoldan birini seçmek zorunda kaldı. Aslında tarihsel olarak bakıldığında anlaşılır bir biçimde, daha kısa vadede getirisi daha yüksek olanı gerçekleÅŸme hayaline kapıldı.

"Hükümet Kandil’i okudu ama Suriye’yi okuyamadı"

Neydi Kandil’in hayali?

PKK’nın direkt yönettiÄŸi tam bağımsız, yarı bağımsız bir devletin oluÅŸma ihtimâli... Suriye bölgesinde ihtimâl ortaya çıktığı zaman bu filmdeki esas çocuk olmaya baÅŸladı. Buradaki tercihe zaten bir yıldır, bir buçuk yıldır yürünüyordu. EÄŸer Suriye bu noktaya gelmeseydi belki hâlâ yürümeye devam edilecekti. Dolayısıyla Ä°mralı’da hazırlıkların niçin olduÄŸunu da anlamak mümkün. Suriye hiç bu noktaya da gelmeyebilirdi. GeldiÄŸi anda özgül ağırlığı Türkiye’deki Kürt meselesinin taşıdığı özgül ağırlıktan çok daha önemli hale geldi. Bunu sembolik olarak bir anekdotla söylemek gerekirse, örgüt yanlısı birisi ile bölgede konuÅŸtuÄŸumda bana şöyle bir ÅŸey söyledi: "Öcalan tabii çok kıymetlidir, çok emekleri geçmiÅŸtir ama neyi baÅŸarmıştır? Kandil, Rojava’yı baÅŸardı. Biz tarihsel olarak bir oyalanma içindeydik, ÅŸu anda önümüzde çok somut bir durum var, onu elde etmek üzereyiz ve de bu o kadar kıymetli ki diÄŸer her ÅŸey bunun bağımlı deÄŸiÅŸkeni artık."

Hükümet bu durumu okuyamadı mı?

Hükümet, Kandil’in bu niyetini okudu ama Suriye’yi çok doÄŸru okuyamadı. Suriye’de, Esad’ın hızla gideceÄŸi birinci varsayımdı, olmadı. Özgür Suriye Ordusu’nun yeterince güçlü çıkacağı varsayıldı, olmadı. Her ÅŸeyin kısa süreceÄŸi varsayıldı, olmadı. Uzadıkça yereldeki aktörlerin hareket alanları geniÅŸlemeye baÅŸladı. Türkiye, ABD’nin bu kadar pasif olacağını beklemiyordu. Uzayan süreç, ABD’nin pasifliÄŸi, yerel aktörlerin palazlanması Türkiye’nin müdâhil olmasını bayağı zorlaÅŸtırdı. Rusya’nın gelmesiyle de olay tamamen baÅŸka bir yöne gitti.

"Türkiye’nin Kürt Sorununda baÄŸlam geniÅŸletmesi gerekiyor"

Peki bu durumda tekrar bir çözüm süreci başlayabilir mi? Başlarsa da nasıl başlar?

Çözüme katman katman gidebilir. Birinci katmana baktığımız zaman, Suriye’de önümüzü öngörebildiÄŸimiz zaman -tam olarak orada bir çözüm gelmese bile- artık nasıl ve nereye doÄŸru gidildiÄŸi az çok belirgin hale geldiÄŸi zaman, aktörler, Türkiye ile ilgili de yeni pozisyonlarını alacaklar. O zaman gerçekten güvenilir bir yeniden konuÅŸma mümkün olabilir. Çünkü ÅŸu andaki olay, Türkiye açısından bakıldığında Kandil’in tamamen güvenilmez bir noktada olması. Bugün bir anlaÅŸma yapsanız, yarın çıkacak yeni bir imkânın Kandil’in pozisyonunu deÄŸiÅŸtirmeyeceÄŸini garanti etmek mümkün deÄŸil. Çünkü Türkiye kendi oluÅŸumunu tamamlamış olan bir ulus devletin kendi iç meselesi ile uÄŸraÅŸtığını düşünüyor. Hâlbuki Kandil, Kürt tarihinin yakalamış olduÄŸu tarihsel bir fırsatın deÄŸerlendirmesi baÄŸlamında meseleye bakıyor. Perspektifler birbirinden çok farklı. Rojava’daki herhangi bir umut ışığı karşısında Türkiye’yi tamamen feda edebilecek bir bakış bu. Böyle olunca da Türkiye’nin ÅŸu andaki Kandil ile yan yana gelmesi çok mümkün deÄŸil. Türkiye’nin baÄŸlam geniÅŸletmesi gerekiyor. Yani Rojava’yı da içine alan bir Kürt meselesi tanımlamak ve buradan giderek de koÅŸullarının ne olduÄŸunu söylemek. Sadece Türkiye ile ilgili deÄŸil Suriye ile de ilgili koÅŸullarını söylemek ve karşı koÅŸulları da talep etmek. Böyle bir baÄŸlamda PYD’nin, PKK’nın yeniden bakma ihtimali var. Bence ÅŸu anda yoksa bile kafalarının kenarında duracaktır ve konjonktürün deÄŸiÅŸimi ile beraber o noktaya tekrar dönme ihtimalleri olacaktır.

"Kandil olmasa Öcalan çok değerli olmazdı"

Sizce Öcalan artık işlevsiz mi?

Yok deÄŸil. Öcalan, öyle çok sık konuÅŸacak bir durumda da deÄŸil. Öcalan’ın ilk konuÅŸmasının netice vermesi gerekiyor, eski Öcalan geri döndü mesajının verilmesi gerekiyor. Bu da hem toplum katmanında hem Kandil’de dinlenmesini ve de onun dediÄŸine paralel bir çizgi izlenmesini gerektiriyor. Åžimdi eÄŸer bu olamaz ise ben Öcalan’ın yerinde olsam hiç konuÅŸmam zaten. Bunun garantilenmesi de biraz geleceÄŸi görmekle baÄŸlantılı. Öcalan yerine kendinizi koyarsanız Suriye bu kadar deÄŸiÅŸken iken Kandil oraya yönelik olarak her an yeni stratejiler ve yeni partnerler peÅŸindeyken, Öcalan’ın çıkıp “DoÄŸrusu ÅŸudur budur” demesi çok akıllıca deÄŸil.

Kandil’in Öcalan’ı dinlememe ihtimali mi var diyorsunuz?

Tabii. Bugün dinlese yarın dinlemeyecek, durumlar deÄŸiÅŸiyor. Åžunu da söyleyeyim, Öcalan da örgütü boÅŸa çıkaracak zora sokacak bir ÅŸey söylemez. Çünkü Kandil diye bir ÅŸey olmasa o zaman Öcalan da çok deÄŸerli olmayacaktı. O yüzden de Öcalan, Kandil’i yok etmeden ama Kandil’i rasyonalite çerçevesinde tutarak bir ÅŸey yapmaya çalışıyor. Çok emin olmamakla birlikte ÅŸunu söyleyebilirim, eÄŸer Suriye’de yarı özerk bir Kürt bölgesi ile Türkiye’de AB ÅŸartlarına uygun bir Kürt bölgesini Öcalan mukayese etse, acaba hangisini tercih eder? Bunu bilemiyorum ÅŸu anda.

AB şartlarında diyerek, Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı'nın hayata geçirilmesini mi kastediyorsunuz?

Evet, aynen öyle. Bugün Avrupa BirliÄŸi içinde ne mümkünse o olacak dendiÄŸi zaman bu ikisinden neyi tercih eder, bilemiyorum. Özerklik, yarı özerklik, bağımsızlık falan bunlar hoÅŸ ÅŸeyler ama bir de kurulan ÅŸeyin o topraklarda yaÅŸaması gerekiyor. Rusya bölgede kalmaya devam ederse Kürt bölgesi taÅŸeronlaşır. Rusya gittiÄŸi zaman ise Türkiye ile anlaÅŸmayan bir Kürt bölgesinin, hele ABD, Türkiye, Ä°srail üçgenine uzak kalmış diyelim bir Kürt bölgesinin yaÅŸama ÅŸansı olmaz. O yüzden de sırf kısa vadede bağımsız olmak meselesi deÄŸil, kendini idame ettirme meselesi var. Böyle bakıldığı zaman, ben Öcalan’ın muhtemelen daha farklı fikirleri olabileceÄŸini düşünüyorum ama hiçbir zaman kazanılacak olan bir durum varsa da o kazanılacak olan durumu riske atacak bir tutum da izlemeyecektir.

"Türkiye, Suriye için bir gelecek modeli üretmeli"

Türkiye şu an Suriye için nasıl bir strateji izlemeli?

Aktörlerle ille de bire bir temas olmasa bile Esad, Ä°ran, PYD vs… Bunları da içeren bir gelecek modelinin üretilmesi ve sunulması gerekiyor. Yani Türkiye ÅŸunu diyebilmeli, "Esad kalıcı, PYD kalıcı, iki kanton üç kanton fark etmez. Ben buna ÅŸu ÅŸartlarda razıyım" demeli ve o ÅŸartları söyleyebilmesi lazım. "Åžu, ÅŸu, ÅŸu olur ise bu da olabilir". Buna zaman da koyabilir "Åžu zamana kadar olursa" diyebilir veya "Hatta bu olduktan sonra bu kadar mühlet veriyorum, ondan sonra bir düzenleme olması gerekli" denilebilir.

Bu ciddi bir dış politika değişimi demek değil mi?

Ana hat olarak aslında deÄŸil. Çünkü kime karşı olduÄŸunuz deÄŸiÅŸmiyor, kimden yana olduÄŸunuz deÄŸiÅŸmiyor. Yine "PYD terör örgütü" diyebilirsiniz, "Esad’ın gitmesi lazım" diyebilirsiniz. Ancak "Önümüzdeki 10 yıla baktığımız zaman ben ÅŸu andaki durumu veri alıyorum, ÅŸu andaki dengeleri veri alıyorum, ÅŸu anda baÅŸka insan ölmesin, göç olmasın, imar durumuna açılsın" gibi koÅŸullarla şöyle bir öneri getiriyorum denilebilir.

 
 

 

"AK Parti kendisini de devleti de kurumsallaştıramadı"

Bu yılın başındaki bir yazınızda 1 Kasım seçimlerine atıfla, "AKP yıllardır birinci parti ve muhtemelen daha epeyce süre bu konumunu sürdürecek. Ama ÅŸimdi bazı alışkanlıklardan kurtulma ve siyaset yapma zamanı. Türkiye, Kasım seçimiyle AKP’ye ‘yeniden bakmayı’ tercih etti. Beklenti AKP’nin de hem kendisine hem topluma yeniden bakması"diye yazmıştınız. Seçimden bu yana epey zaman geçti. AK Parti, kendine ve topluma yeniden bakmayı deniyor mu sizce? 

Hayır, bakmadı ve onun sıkıntısını yaşıyor şu anda.

Peki aksayan yönler ne? Nerelere bakmalı AK Parti sizce?

Bir kere şu; AK Parti Cumhuriyet tarihi açısından olağanüstü yararlı bir iş yaptı. İstese de istemese de devleti şeffaflaştırdı, vesayet sistemi dediğimiz şeyin açığa çıkmasına neden oldu. Devletin kendi içyapısı içinde bir demokratikleşme imkânı ortaya çıktı, devlet ile toplum arasındaki ilişkide önemli reformlar yaptı. Vatandaşlık nosyonu ve normları değişti. Demokratikleşmeyi mümkün kılan alanlar açtı ve önemli miktarda temizlik yaptı ama bu temizleye temizleye gidilecek bir şey değil. Bir yerden sonra inşa etmeniz lazım. Bir yerden sonra kurumsallaşmanız lazım. AK Parti kendisi de kurumsallaşamadı, devleti de kurumsallaştıramadı. Bunu yapabilmek, buna uygun kadrolar demek, buna uygun felsefe demek, buna uygun ilkeler demek, buna uygun strateji demek, tabii buna uygun medya demek, buna uygun kamu diplomasisi demek, buna uygun söylem demek. Bütün bunlar bu gereklilikler şu anda hâlâ potansiyel olarak gerçekleşmek üzere duruyor.

"Kullanılan dil, AK Parti'nin bir bölümü için geri kalıyor"

Bu söylediklerinizi yapmaya niyeti var mı?

Şöyle söyleyeyim, eÄŸer AK Parti’ye en ufak bir rasyonalite atfedeceksek kesinlikle niyeti var demek durumundayız. Çünkü yaparsa 10-15 sene daha ülkeyi yönetirler, yapamazsa istediÄŸi kadar seçim kazansın ülkeyi yönetemez, sorun çözemez. Gelinen noktada daha müreffeh, milli geliri üç misline çıkmış, kentleÅŸmesi çok yükselmiÅŸ, tarımdaki iÅŸ gücü tamamen sanayiye kaymış, her sene yaklaşık bir milyon iÅŸ gücü üreten, bütün normları ve standartları geliÅŸmiÅŸ bir ülke burası. Sadece bunları küresel dünya ile mukayese imkânı ile bakan bir yeni Müslüman kuÅŸaktan bahsedelim, bunlara hitap etmek bunları yönetebilmek gerekiyor. Bunların sayısı giderek artıyor. EÄŸer Türkiye’yi yönetecekseniz, siz kendi tabanınıza uygun bir dil, bir strateji üretmeniz lazım.

AKP tabanında sıkıntı mı görüyorsunuz?

AK Parti’nin bugün kullandığı araçlar, aletler, söylem, dil, metaforlar, ÅŸunlar bunlar artık AK Parti’nin bir bölümü için bir miktar geri kalıyor. Bunlar yeni ve kentli nesil. Bir diÄŸer grup gerçek dindarlar. Bu dindarlar da ilginç bir biçimde dini bakış üzerinden giderek AK Parti’nin bazı tutumlarını beÄŸenmemeye baÅŸladılar. Burada tabii dini derken, dinden türemiÅŸ bir ahlâktan söz ediyoruz. Üçüncü grup da doÄŸrudan Kürtler. Kürtler zaten devlete güvensiz ancak AK Parti devletin önüne geçerse, devleti taşıyabilirse AK Parti’ye güvenebilecek bir kitle bu. AK Parti onların gözünde devlete benzemeye baÅŸlarsa o zaman bir anlamı kalmıyor. Tabii ÅŸu andaki durum Haziran’daki gibi deÄŸil, herkesin gözü önünde olan bir olay var ve insanların PKK’nın çaÄŸrılarına uymadığını da görüyoruz. Kürtler, Türkiye’nin en siyasallaÅŸmış ve en analitik bakan halk kesimi. Onlar baktıkları zaman ÅŸunu görüyorlar, ne PKK’ya güvenilir ne de devlete güvenilir. Dolayısıyla her ikisine de mesaj, her ikisine de ders, her ikisine de mesafe var. Ben bunun çok saÄŸlıklı olduÄŸunu da düşünüyorum. Çünkü siyaset biraz toplumdan bu mesajları alarak ilerlerse doÄŸru yöne gidebilir.  

"Türkiye’nin en temel meselesi yargı"

Ne yapabilir AKP?

BaÅŸbakan Ahmet DavutoÄŸlu, 3 aylık, 6 aylık, 1 yıllık çözümlerle öne çıktı. Bunları söylemek iyiydi ama bunların yanında nasıl bir Türkiye hayal ettiÄŸinin de iÅŸaretlerini ufak ufak vermesi lazım. Mesela yargı ile ilgili nasıl bir hayalin var? Ä°ster baÅŸkanlık olsun ister parlamenter rejim olsun yargı, Türkiye’nin en temel meselesi. Yargı, Türkiye’nin kurumsal zemini son derece yozlaÅŸmış bir kurumu maalesef. Bunun üzerinde düşünüldüğünün mesajına ihtiyacımız var.

Başkanlık sistemi, yeni anayasa bir çıkış olabilir mi? Belki de o bekleniyor ne dersiniz?

Muhtemelen öyle. Ama burada baÅŸka bir problem çıktı. Ä°deal olan seçimden hemen sonra birkaç hafta içinde yeni anayasa konusunda bakışının ne olduÄŸunu AK Parti’nin söylemesi gerekirdi. Hem Türkiye için iyi olurdu, hem kendi tabanı için iyi olurdu, hem diÄŸer partileri teÅŸvik ederdi. Bu olmasa bile ne yapmayı düşündüğünü, hiçbir ÅŸekilde geri adım atmayacağı "10 temel ilkem ÅŸudur" diyebilirdi.

"Kararın verilmesi, söylenmesi gerekiyor"

Bunun yapılmamasının sebebi Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Başbakan Ahmet Davutoğlu arasında görüş birliği olmaması olabilir mi?

Burada iki kiÅŸi arasında iliÅŸki, anlaşıp anlaÅŸamama ikincil unsur. Esas mesele bir sonraki adımda, yani yeni anayasa olduktan sonra nasıl bir Türkiye ve nasıl bir AK Parti olacağı meselesi. Bu soru CumhurbaÅŸkanını da, BaÅŸbakanı da aşıyor. Türkiye’de siyaset bittiÄŸi için herkesin içine girip siyaset yaptığı, ekonomik imkânlar nedeniyle rant üretme -olumlu ya da olumsuz anlamda-  bir gelir üretme, servet üretme potansiyeli olan bir zeminden bahsediyoruz. Bu ÅŸu demek, AK Parti içinde her türlü adam var ve bu her türlü adam bir sonraki etapta ayakta kalmak istiyor. Bunların bazılarının iÅŸine iyi bir anayasa yapmak gelebilir, bazılarının iÅŸine de iyi bir anayasa yapmak gelmeyebilir. Bu tartışmayı net bir biçimde çözüp "Biz böyle bir ÅŸey yapacağız" demedikçe insanların hizaya girme ÅŸansı yok. Kamuoyu olarak biz bunu duymak zorundayız. Biz bu cümleyi duymadığımız sürece herkes kendi iÅŸine geldiÄŸi biçimde kendi üzerinden kim varsa onları etkilemeye çalışıyor. AK Parti’nin bu alanda sessiz kalması, her geçen gün parti içinde oportünizmin miktarını arttırmaya yönelik davet gibi algılanıyor. Partinin böyle bir niyeti olmasa bile insanlar partiye böyle baktıkları, partiyi BaÅŸbakan'ın ve CumhurbaÅŸkanı'nın eteklerine tutunarak yükselecekleri bir paraşüt gibi gördükleri için böyle bir sonuç çıkıyor. Bunun önünün kesilmesinin tek bir yolu var artık CumhurbaÅŸkanı'nın BaÅŸbakan'la beraber karar vermesi, o kararın ne olduÄŸunun söylenmesi.

Neye karar vermeleri gerekiyor?

Bu başkanlık sisteminin içeren yeni bir anayasa olacak bu kesin. Nasıl bir başkanlık sistemi? Nasıl bir yeni anayasa? Esas sorumuz bu. Eğer siz ne istediğinizi söylemiyorsanız ya da söyleyemiyorsanız şunu sorarlar, "İyi bir şeyse niye söylenmesin?"

Niye söylenmiyor?

Söylenmemesinin esas nedeni, söylendiği andan itibaren onun imâ edeceği belirli tasfiyeleri ve belirli davetleri imâ eden bir AK Parti olacaktır. Dolayısıyla bu çekişme şu anda bu yeni anayasa ve başkanlık meselesinde de ilerlemeyi engelleyen bir durum.

Statükocular ve değişimciler gibi bir ayrışmamı var partide?

O kelimelerden ziyade şöyle diyelim. İki tane model var: Yeni anayasayı yapacaksınız ve buradaki ilkelerden hareketle de bir başkanlık sistemini üreteceksiniz bu birinci yöntem. İkinci yöntem istediğiniz başkanlık sistemini yazacaksınız, bunu çerçeveleyecek olan anayasayı yazacaksınız bu da ikinci yöntem. Birinci yöntem iyisidir, ikinci yöntem kötüsüdür. AK Parti bu ikisi arasında hangisinin tercih ettiğini vatandaşa söylemiş değil.

"Başkanlık lafının içi boşaltılıyor"

Bu karar parti içinde verildi mi sizce?

Bu kararın verilmemesinden nemalanan insanlar var ÅŸu anda bence. Yani bu devam ettikçe seviye düşüyor. Ä°yisini siz söylememekte diretirseniz insanlar sizin kötüye meyil ettiÄŸinizi düşünürler. Kötüye meyil ettiÄŸinizi düşündükleri anda da ona uygun insanlar sizin çevrenize doÄŸru gelmeye baÅŸlar, o noktadan sonra iyisini de söyleyemez hale gelirsiniz. AK Parti bu siyasi kültüre teslim olursa hayırlı bir iÅŸ yapma fırsatını da kaçırır. Kaçırırsa da kendi tabanından istediÄŸi oyu alamaz. AK Parti seçim kazanmaya devam edecek, en çok milletvekilini çıkarmaya devam edecek, çok muhtemelen meclis çoÄŸunluÄŸunu da alacak ama "Türkiye’nin sorunlarının ne kadarını çözebildi?" diye baktığımız zaman kaybedilmiÅŸ bir süre olarak deÄŸerlendirilme tehlikesi var ÅŸu anda. AK Parti’de siyaset yapma ÅŸansı olduÄŸunu düşünen insanlar sürekli baÅŸkanlık demeye baÅŸladılar. Bunu derken içeriksiz bir baÅŸkanlıktan söz ediyorlar. Bizatihi baÅŸkanlık lafının içini boÅŸaltıyorlar. O yüzden de iÅŸ gerçekten baÅŸkanlığı tartışmaya geldiÄŸinde AK Parti daha da zora girecek. Åžu anda baÅŸkanlığı öne çıkarmak hoÅŸa gidiyor olabilir ama ÅŸu anda AK Parti’ye anormal ölçüde zarar veriyorlar, iyi bir tartışmanın kapısını açmayı zorlaÅŸtırıyorlar. CumhurbaÅŸkanı çıkıp demeli ki, "BaÅŸkanlık ÅŸu anın iÅŸi deÄŸildir, anayasa ile beraber düşünülmesi gerekmektedir."

"Abuk başkanlıkçı..."

Kısa bir süre danışmanlığını da yaptığınız BaÅŸbakan Ahmet DavutoÄŸlu’nun baÅŸkanlık sistemine karşı olduÄŸuna dair iddialar var. Buna tanıklık ettiniz mi? Bir izleniminiz var mı?

Hayır, böyle bir ÅŸey yok. Buradaki problemin nasıl bir baÅŸkanlık olduÄŸunun herkes farkında. Türkiye’nin meselelerinin başında istikrar olduÄŸu açık ama aynı zamanda Türkiye’nin denetim gibi bir meselesi var, temsil gibi bir meselesi var demokrasi bunların üçünün birden tatmin edilmesini gerektiriyor. Parlamenter sistem parçalı parti yapılarında teoriye uygun bir yöntem. Parlamentoya kimse hâkim deÄŸil, parlamentonun hükümeti denetleme yetkisi, yeteneÄŸi var. Siz, Türkiye gibi büyük bir dönüşüm dönemindeyseniz parlamentonun çoÄŸunluÄŸuna sahip bir hükümet varsa denetim yetkiniz yok demektir. Denetim imkânı getiren bir baÅŸkanlık sistemi tabii daha iyidir. EÄŸer temsil imkânını daraltmıyorsa, istikrar getirecekse baÅŸkanlığa itirazın mânâsı yok. Buradaki problem baÅŸkanlığa karşı olmak deÄŸil. AK Partililerin içinde bu konu üzerine düşünen hiç kimse baÅŸkanlığa karşı deÄŸildir ama baÅŸkanlığın kötüye kullanılmasına, kötü bir baÅŸkanlık sistemi çıkmasından da herkes endiÅŸe eder. Türkiye’nin siyasi toprağı bunun kötüye kullanılmasına, suiistimaline çok müsait bir siyasi toprak. EÄŸer AK Parti, toplumun karşısına denge denetleme içeriÄŸinin apaçık gösterildiÄŸi bir çekirdek maddelerle çıksa, baÅŸkanlık sistemine evet oyları ÅŸu andaki yüzde 30-35 lerden bir hamlede yüzde 50’nin üzerine çıkar. Yargı ile yürütme arasındaki çizgiyi doÄŸru koyduÄŸunuzda parti içindeki "abuk baÅŸkanlıkçı" kadro da anlamını yitirecek. AK Parti daha kaliteli, kalibreli kadro ile bu iÅŸi yürütmeye baÅŸlayacak. Åžu anda parti içinde kalibresi yüksek bir sürü insan var ama bunların yaptıklarını kamuoyu görmüyor, öbürlerini görüyor. Çok basitçe söyleyeyim, nasıl ekonomide kötü para iyi parayı kovarsa, siyasette de kötü kalibreli siyasetçi iyi kalibreli siyasetçiyi kovar. AK Parti kötü kalibreli insanlara doÄŸru gittikçe kendi tabanındaki iyi kalibreli insanları çekmekte zorlanıyor, onları kullanmakta zorlanıyor.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.