Güncel
'Simit bile satamayacaksınız'
Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği (ASSAM) Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Tanrıverdi, "1995'ten sonra TSK'da yoğun bir şekilde tasfiyeler başladı ve 28 Şubat sürecinde bu had safhaya ulaştı. Tasfiye edilenlerin kamu ya da özel sektörde iş-güç sahibi olmalarına bile engel olundu. Bir kısmına 'siz simit bile satamayacaksınız' dendi. Bu kadar kin dolu bir
Adaleti Savunanlar Stratejik Araştırmalar Merkezi Derneği (ASSAM) Yönetim Kurulu Başkanı Adnan Tanrıverdi, 28 Şubat sürecinde kışlalarda namaz kılmanın yasaklandığını ve oruç tutulmasına engel olmak için iftar ile sahur yemeği verilmediğini belirterek, "Bu baskılar bin 600 subay ve astsubayın ordudan çıkarılmasıyla sonuçlandı" dedi.
AA muhabirine 28 Şubat sürecinde yaşadıklarını aktaran emekli tuğgeneral Tanrıverdi, 28 Şubat 1997'de yaşanan olayın hükümete verilmiş bir muhtıra olduğunu ifade ederek, bunun, inançlı insanların devlet bünyesindeki varlığını ekarte etmek için yapıldığını söyledi.
Bu sürecin temellerinin 1960 darbesine dayandığını dile getiren Tanrıverdi, bu darbenin Türkiye'deki diğer darbelere zemin oluşturduğunu dile getirdi.
Adnan Tanrıverdi, bu darbeyle Türk Silahlı Kuvvetleri'nde (TSK) darbe taraftarı olmayan geniş bir kadronun tasfiye edildiğini vurgulayarak, 235 generalle 4 bin 177 üst rütbeli subayın bu süreçten etkilendiğini kaydetti.
Tanrıverdi, geriye ise darbeci kadrolar kaldığını belirterek, "Bunlar da siyasi iradeye mutlaka TSK'nın yön vermesi gerektiğine inanan bir zihniyete sahipti. 12 Eylül darbesinden sonra bu kadro TSK içinde daha da yerleşmeye ve güçlenmeye başladı. İrticaya karşı TSK içinde cunta oluşturuldu. O yıllarda bir devre arkadaşım, 'darbeci bir cunta kuruluyor sizi de içinde istiyorlar' dedi. Bu sırada PKK sorunu yeni başlamıştı. Bu teklif bana çok garip gelmişti. Zira 'biz teröristle mücadeleyle uğraşırken bunlar neyle uğraşıyor' dedim ve bu teklifi reddettim. O zamanki bu kadrolaşma 28 Şubat'ı yarattı. TSK'da kadrolar ayrılmadan önce kendileri gibi cuntacı bir grup oluşturur ondan sonra ayrılırdı. Dolayısıyla kendi geleceklerini garanti altına almak için bu darbeci cunta sürekli TSK içinde süregeldi" diye konuştu.
"Eşinin başı örtülü subayı harp akademisine almam"
Her darbeden sonra TSK'nın, içinde darbeye karşı olanları ekarte ettiğine vurgu yapan Tanrıverdi, ordu içinde inançlı insanlara baskının özellikle 1994'te sertleşmeye başladığını belirtti.
O yıllarda tırmanan terör eylemleri nedeniyle İstanbul'a neredeyse her gün bir şehit cenazesi geldiğini hatırlatan Tanrıverdi, şunları kaydetti:
"Ben de her şehit cenazesine gidiyordum. Gitmişken cenaze namazından önce vakit namazımı da kılıyordum. Fakat bütün rütbeli arkadaşlarımız ne camiye giriyor ne de cenaze namazı kılıyordu. Yine bir şehit cenazesinden çıkmışken devre arkadaşım olan bir albay yanıma yaklaştı ve 'ağabey, namazlara durmasan' dedi. Kendisine neden böyle bir şey söylediğini sorduğumda, 'ağabey komutanlar bunu sana duyurmamı istediler' şeklinde cevap verdi. Arkasından o zamanki ordu kurmay başkanı ziyaretime geldi. 'Arkadaşım bana 'ordu komutanı Adnan Paşaya söyle, camide namaza duruyor, ortalık kritik herhangi bir şekilde basına yansır, sansasyon olur, o yüzden namaz kılmasın diyor' şeklinde uyarıda bulundu. Ben de kendisine 'inançlı bir insanım, eğer TSK'nın böyle bir insana ihtiyacı varsa buradayım, değilse nasıl isterlerse öyle yapsınlar. Benim hayat tarzımı değiştirmeye kalkmasınlar' şeklinde cevap verdim."
Adnan Tanrıverdi, daha sonra Aralık 1994 şurasında alınmış kararla ilgili bir yazının kendisine tebliğ edildiğini ifade ederek, "Bu tebliğde benim tugayımdan 4 subayla 14 astsubayın irticai faaliyetlerinde bulunduğuna dair bir bilgi vardı. Namaz kıldıkları ve eşleri başörtülü olduğu için ikaz edilmeleri ve bu uyarıya uymayanların da TSK'dan çıkarılmaları isteniyordu. Hatta bunlarla ilgili işlem yapmayan komutanlar hakkında da tahkikat isteniyordu. O çocukları tanıyordum ama namaz kıldıklarını ve eşlerinin başörtülü olduğunu bilmiyordum. Bu subaylar hakkında araştırma yaptıktan sonra biri hariç hepsini vatansever ve başarılı askerler olduklarını ve haklarındaki tahkikatın kaldırılmasını bildirdim. Bunlardan bir tanesi harp akademisine girmek için müracaat etti ve eşi da türbanlıydı. O dönemde türban siyasi bir obje olarak görülüyordu. Bu çifti evime davet ettim ve 'kızım neden başını örtüyorsun' diye sordum, o da 'inancımdan dolayı kapatıyorum' dedi. Bunun üzerine ben de bu subay hakkında olumlu rapor verdim" ifadesini kullandı.
Bu rapordan sonra Hasan Iğsız Paşanın kendisini arayarak, "Komutanlar, 'Adnan Paşa, bu çocuğu çok iyi tanımıyor, o yüzden verdiği olumlu görüşü geri alsın' diyorlar" dediğini aktaran Tanrıverdi, bu sözlere karşılık "Ben bu çocuğu komutanlardan iyi bilirim. O yüzden çocuk hakkındaki kanaatimi değiştirmiyorum" şeklinde cevap verdiğini söyledi.
Tanrıverdi, bir hafta sonra nitelik belgesinin geri geldiğini ve subayın başvurusunun kabul edilmediğini vurgulayarak, "Bu olaydan sonra Kara Kuvvetleri Komutanı bizi ziyaret etti. 'Makamınızdan, 4 subay ile 14 astsubay hakkında irticai faaliyetlerde bulunduklarına dair emir aldım, bunları tetkik ettim. Biri dışında diğerlerini üzerindeki şüphelerin kaldırılması gerekir' dedim. Bunun üzerine ordu komutanı yumruğunu masaya vurarak, 'Adnan Paşa, ben eşinin başı örtülü subayı harp akademisine almam' dedi. Bu konuşmadan sonra Kara Kuvvetleri Sağlık Daire Başkanlığına tayin edildim. Sonra görev sürem dolunca kadrosuzluktan emekli oldum" diye konuştu.
"Genç subay ve astsubaylar çok mağduriyetler yaşadı"
Kendi gibi yüksek rütbeli askerlerin 28 Şubat sürecinde nispeten mücadele etme imkanı olduğunu ancak genç subay ve astsubayların çok mağduriyetler yaşadığını belirten Tanrıverdi, istikbal vadeden insanların önünün kesildiğini vurguladı.
Adnan Tanrıverdi,1995'ten sonra TSK'dan yoğun bir şekilde tasfiyelerin başladığını ve 28 Şubat sürecinde bunun had safhaya ulaştığını belirterek, sözlerini şöyle sürdürdü:
"Hatta tasfiye edilenlerin kamu ya da özel sektörde iş-güç sahibi olmalarına bile engel olundu. Bir kısmına 'siz simit bile satamayacaksınız' dendi. Bu kadar kin dolu bir muameleye tabi oldular. TSK'dan çıkarılanlar kendi ailelerine bile bunu anlatamadılar. 'Askeriyeden çıkarılmanın tek sebebi yüz kızartıcı bir suçtur' anlayışından dolayı zan altında kaldılar. Çok sayıda insan mağdur oldu. Oysa 'dindar olması gereken bir meslek söyleyin' derseniz o da askerliktir. Zira hangi meslekte ölümüne kadar gitmek vardır. Eğer şehit olacağına inanmasa asker ölümüne gider mi? Askerlerin mutlaka dindar yani inançlı olması lazım. Diğer inançlardaki ülkelerde bu böyle, ordularının inançlı olması için çaba sarfediyorlar. Biz de ise tam tersi bir tavır sergileniyor. İnançlarından dolayı subayların tasfiye edilmesi hem TSK hem de memleketimiz için büyük zararlara vesile olmuştur."
"28 Şubat bir darbeydi bunu unutmamak lazım"
Adnan Tanrıverdi, 28 Şubat sürecinde kışlalarda namaz kılmanın yasaklandığını ve oruç tutulmasına engel olmak için iftar ile sahur yemeği verilmediğini dile getirerek, bu baskıların bin 600 subay ve astsubayın ordudan çıkarılmasıyla sonuçlandığını kaydetti.
Türkiye'yi askeri darbelere götüren en önemli nedenlerin başında siyasi istikrarsızlık ve darbeyi şirin gösteren anayasaların geldiğini aktaran Tanrıverdi, bugün anayasanın değiştirilmesinin istenmesinin arkasında bu amacın yattığını belirtti.
Tanrıverdi, Cumhurbaşkanın halk tarafından seçilmesinin darbe sürecinin önünü kesmede önemli bir adım olduğuna dikkati çekerek, "Darbe anlayışının yok edilmesi için gayret göstermemiz lazım. TSK'nın görevi sadece dış tehditleri bertaraf etmek olmalı. Asker iç güvenlikte kullanılmamalı. Başkanlık sisteminin darbe sürecinin önünü keseceğini düşünüyorum. 28 Şubat bir darbeydi ve bunu unutmamak lazım. Bir daha 28 Şubatların yaşanmaması için sebeplerin ortadan kaldırılması gerekir. Bunun için mevzuat değiştirilmeli, ideolojik kadrolaşma memleketin maneviyatına uygun olmalı ve siyasi istikrar devam etmeli. Ayrıca mağdur olanlara hakları verilmeli ve mağduriyetleri giderilmeli" değerlendirmesinde bulundu. (AA)
Henüz yorum yapılmamış.