Sosyal Medya

Güncel

Dinsel şiddetin meşrulaştırıcı unsuru olarak hakikat tekelciliği

Tüm dünyada, özelde ise coğrafyamızda yaşanan dinsel referanslı şiddet ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan terör eylemlerinde dinlerdeki “mutlaklık” veya diğer bir ifadeyle “tekelcilik” iddialarının etkisi ne orandadır. Bu iddialardan kaynaklanan dinsel terörün önüne geçilebilmek için neler yapılabilir?



Ä°nsanlık tarihine göz atıldığında “hakikatin, sadece belli bir dine” veya dini geleneÄŸin parçası olan bir mezhebe, gruba ya da oluÅŸuma ait olduÄŸuna dair tekelcilik iddialarının çatışma, baskı, ÅŸiddet, zulüm ve terör eylemlerini meÅŸrulaÅŸtırmak ya da yönlendirmek ve alevlendirmek için farklı kesimler tarafından kullanıldığı görülebilir. Zira hakikat tekelciliÄŸi ve ona yol açan mutlaklık söylemleri, yapısı itibariyle bir karşıt bir kutup/yapı üzerinden kendi konumunu belirler. Bu baÄŸlamda söz konusu söylemler, yayılma imkânı buldukları alanlarda her ÅŸeyin önüne geçer ve savunucuları da onları koruma adına yaptıkları birçok eyleme karşıt kutup/söylem/yapı açısından meÅŸru bir zemin bulur. Nitekim insanlığın dini tarihi, bunun (bu yazının kapsamı içinde özetlenemeyecek derecede) net örnekleriyle doludur. Yine de bir iki örnek bu hususta açıklayıcı olabilir.

Geleneksel cihat algısı

Mesela, Hıristiyanlıktaki “Kilise, Ä°sa-Mesih ya da Hıristiyanlık dışında kurtuluÅŸ yoktur” dogmasını ele alalım. Bu inancın, tarihsel süreç içinde Haçlı Seferleri, antisemitizm ve bunun sonucu gerçekleÅŸen Nazi soykırımı, sömürgecilik ve yaraları hala sarılamayan Saray Bosna’daki Müslüman katliamı gibi olaylarda etkin rol oynadığını görürüz. Keza Yahudilikteki “seçilmiÅŸ kavim ve kutsal toprak ideolojisi” de daha keskin ve radikal söylemlerle Yahudilerin, 20. yüzyılın baÅŸlarından itibaren hayata geçirmeye baÅŸladıkları Filistin’i iÅŸgallerinde ve Filistinlilere yaptıkları insanlık dışı muamele ve katliamlarda itici güç olarak hizmet etmiÅŸtir. Yine “Cennetin sadece Hz. Peygamber’in öğretisinin kurumsallaÅŸmış ÅŸekli olan tarihsel Ä°slam’ın mensuplarının tekelinde olduÄŸu” iddiası ile onun yol açtığı geleneksel cihat algısının Müslüman kitleleri sadece gayri Müslimlerle deÄŸil, günümüzde olduÄŸu gibi kendi dini dünya görüşü veya mezhebi dışındaki diÄŸer Müslümanlarla savaÅŸmaya sevk ettiÄŸi de bilinen bir olgudur. Ancak sorun, sadece Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman hakikat tekelciliÄŸi ile iliÅŸkili deÄŸildir. Aynı zamanda Hindu, Budist ve Sih dini geleneklerindeki hakikat tekelciliklerinin de geçmiÅŸte olduÄŸu gibi günümüzde de Hint alt kıtasında ve UzakdoÄŸu’da dini referanslı ÅŸiddet ve terör eylemlerine sebebiyet verdiÄŸi burada dikkate alınmalıdır. ÖrneÄŸin son yıllarda Arakanlı Müslümanlara yapılan zulümleri, modern Budist dini söylemlerden ve onların dini baÄŸlamlarından soyutlayarak okumak imkânsızdır.

Bu yazıda genel olarak tüm dünyada özelde ise coÄŸrafyamızda yaÅŸanan dinsel referanslı ÅŸiddet ve bunun sonucu olarak  ortaya çıkan terör eylemlerinde dinlerdeki “mutlaklık” veya diÄŸer bir ifadeyle “tekelcilik” iddialarının etkisi olup olmadığını eÄŸer varsa söz konusu mutlaklık iddialarından kaynaklanan dinsel terörün önüne geçilebilmek için neler yapılabileceÄŸi üzerinde durulacaktır.

Dinsel referanslı şiddet

GeçmiÅŸten günümüze dünya ölçeÄŸinde yaÅŸanan dinsel referanslı ÅŸiddet eylemlerine bakıldığında dini duygu ve düşüncenin hemen her dönemde yaÅŸanan ÅŸiddet ve terör eylemlerini yönlendirmek ve meÅŸrulaÅŸtırmak için kullanıldığı aÅŸikâr olarak görülür. Bu olgunun en önemli nedenlerinden biri hiç şüphesiz genelde her bir dinsel geleneÄŸin özelde ise dinsel geleneklerdeki dini grup, mezhep ya da oluÅŸumların hakikat tekelciliÄŸi yaparak kendilerini merkeze koyup diÄŸerlerini bu merkezin etrafında dönen yörüngeler olarak kabul etmesidir. Bu tarz bir hakikat tekelciliÄŸi doÄŸal olarak merkeze konan dini düşüncenin diÄŸerlerinden üstün olduÄŸunu ima edeceÄŸinden bu durumun daha aÅŸağı derecede olan dini geleneklerin, mezheplerin, grupların ya da söylemlerin ötekileÅŸtirilmesine ve zamanla da bir ÅŸekilde bertaraf edilmesine yol açması mümkündür. Çünkü hakikat tekelciliÄŸi yapan dini gelenekler, mezhepler, gruplar ve dini oluÅŸumlar, farklı ÅŸekillerde de olsa sadece kendilerinin Tanrı hakkındaki tüm hakikate sahip olduÄŸunu iddia ederek kendilerini hakikat bekçisi ilan eder. Dahası bu hakikat tekelciliÄŸi ve onun doÄŸal sonucu olarak ortaya çıkan “biriciklik” algısından hareketle her bir dinsel dünya görüşü, bir taraftan diÄŸer dinsel dünya görüşlerinin varlığını kabul eder. Fakat diÄŸer taraftan onların geçerliliÄŸini kendine olan yakınlığı veya uzaklığına göre deÄŸerlendirmeye tabi tutar. Böylece diÄŸer yorumlar karşısında kendi otoritesini kurarak, bir tür ortodoksi geliÅŸtirir. Artık tüm görüşler, ilginç bir biçimde meÅŸruiyetini kendinden alan bu otorite tarafından meÅŸru veya gayri meÅŸru olarak belirlenir. Buna göre diÄŸer dini dünya görüşleri, hakikat tekelciliÄŸi yapan dini dünya görüşüne yakınlaÅŸtıkça kabul edilebilirlikleri artar, ondan uzaklaÅŸtığında da azalır. Çünkü bu anlayışa göre Tanrı, tüm insanların hakikatin kendi tekelinde olduÄŸunu iddia eden dini geleneÄŸin, mezhebin veya oluÅŸumun mensubu olmalarını arzu etmektedir. Böylece kurtuluÅŸa yani felaha ulaÅŸarak ebedi saadeti elde etmek için herkesin Hindu, Budist, Yahudi, Hıristiyan, Müslüman ya da ViÅŸnucu, Åživacı, Mahayanist, Ortodoks Yahudi, Katolik, Protestan, Ortodoks Hıristiyan, Hanefi, Åžafi, Hanbeli ve Maliki Müslüman ya da siyonist, evanjelik veya selefi olma zorunluluÄŸu bulunmaktadır.

Eşyanın fenomeni

Bu noktada Ä°slami gelenekte Müslüman âlimlerin geçmiÅŸte çok sıkça dile getirdikleri ancak günümüzde pek fazla görmediÄŸimiz bir uygulamaya dikkat çekmek istiyoruz. BilindiÄŸi üzere geçmiÅŸ dönemlerde Müslüman müfessirler yaptıkları ÅŸahsi yorumlardan sonra “Allâhua’lembiMurâdih?” (Allah bununla neyi murad ettiÄŸini en iyi kendisi bilir) ifadesini eklemeyi ihmal etmezlerdi. Kanaatimizce söz konusu Müslüman âlimlerin yorumlarının sonuna bu ifadeyi eklemesi bizlere günümüzde plüralist anlayışın en önemli unsurlarından biri olan hiçbir dini yorum veya algının, mutlak hakikatle ilgili olmakla birlikte onu tam olarak yansıtamayacağı anlayışını hatırlatmaktadır. BilindiÄŸi üzere plüralist din algısına göre farklı dinsel geleneklerin veya bir dinsel gelenek bünyesindeki mezheplerin, grupların veya bireylerin Ä°lahi Hakikat hakkında sahip oldukları bilgi, O’nun hakkındaki tüm bilgi deÄŸil, fakat onun kısmi yansımalarıdır. Bu anlayışa göre Ä°lahi Hakikat mutlaktır. Ancak bu Mutlak Hakikati kavramak ve anlamak için yapılan tüm tanımlamalar ve nitelendirmeler mutlak olarak kabul edilemez. Ä°ÅŸte ÅŸahsi yorum ve açıklamalarından sonra “Allâhua’lembiMurâdih?” ifadesini kullanmakla Müslüman âlimler, bir taraftan kendi açıklamalarının sahip oldukları bilgi birikimi ve dünya görüşü çerçevede yapılmış en doÄŸru yorum olduÄŸunu göstermiÅŸ olurlar. Fakat diÄŸer taraftan baÅŸkalarının da kendi bilgi birikimleri ve dünya görüşleri doÄŸrultusunda farklı yorum ve açıklamalarda bulunabileceklerini kabul etmiÅŸ olurlar. Şüphesiz, söz konusu âlimlerin ekseriyetinin bu yorum tarzları, ilahi muradın belli bir yorumla sınırlandırılamayacağını, bu yüzden de hakikat tekelciliÄŸinden kaçınılması gerektiÄŸini ima eder. Batı geleneÄŸindeki yorum tarzlarından benzer yaklaşımlar öne çıkarılabilir. Mesela Kant’ın numen-fenomen ayrımı burada hatırlanabilir. BilindiÄŸi üzere Kant’a göre beÅŸer olarak bildiÄŸimiz ÅŸey daima eÅŸyanın fenomeni, yani kendisini bize sunması ve zihnimizin de onu iÅŸlemesi yoluyla oluÅŸan imajıdır. Numeni, yani eÅŸyanın kendisini olduÄŸu gibi asla bilemeyiz. Buna göre farklı din mensupları olarak bizler Mutlak GerçekliÄŸi olduÄŸu gibi deÄŸil, kendimize özgü tarihsel, sosyal ve psikolojik melekelerimiz çerçevesinde tanıyıp bilebiliriz. Buna göre farklı dinsel gelenekler veya bir dinsel gelenek bünyesindeki farklı mezhep veya gruplar, Mutlak varlığı veya diÄŸer bir ifadeyle yaratıcıyı tecrübe ve idrak etmenin ve O’nunla iletiÅŸim kurmanın farklı yollarını temsil eden oluÅŸumlar olarak kabul edilmeleri gerekmektedir. Kanaatimizce tıpkı bunun gibi Ä°slami gelenek bünyesindeki farklı mezhep, grup ve oluÅŸumlar ve bunların ortaya çıkmasına yol açan farklı dini yorum ve söylemler de Ä°slam’ın temel kaynakları olan Kur’an ve Sünnet bütünlüğü çerçevesinde Allah’ı tecrübe ve idrak etmenin ve O’nunla iletiÅŸim içinde mü’mince bir yaÅŸam sürmenin farklı yolları olarak görülmelidir. 

Köktencilik ve acı tecrübeler 

GeçmiÅŸteki Müslüman müfessir ve ilim insanlarının aksine günümüzde dinsel metinlerle ilgili yorum yapanların büyük çoÄŸunluÄŸu, kendi yorumlarının Allah’ın ilgili dinsel metinlerde kastettiÄŸi tam olarak yansıttığını iddia etmektedir. Onlar bunu yapmakla kendi yorumlarını mutlaklaÅŸtırarak merkeze koymakta ve diÄŸer yorumları da kendi yorumlarına yakınlıkları veya uzaklarına göre doÄŸru ya da yanlış yorum ÅŸeklinde tasnif etmektedir. Bu ÅŸekilde din adına konuÅŸan kiÅŸilerin kendi din algılarını mutlaklaÅŸtırarak hakikat tekelciliÄŸi yapmaları doÄŸal olarak farklı din algılarının bertaraf edilmesini gerektirecektir. Neticede bu durumun, farklı din algısına sahip olanların önce “sapkın” veya “mürted” gibi sıfatlarla marjinalleÅŸtirilmesine daha sonra da bir ÅŸekilde kendilerine ÅŸiddet uygulanarak bertaraf edilmelerine kapı aralaması kaçınılmazdır. Bu tarz bir hakikat tekelciliÄŸi hiç şüphesiz günümüzde Müslüman coÄŸrafyada baÅŸta El-Kaide ve DAEÅž olmak üzere mezhepler ve dinsel oluÅŸumlar tarafından iÅŸlenen dinsel referanslı ÅŸiddet ve terör eylemlerini, Hakk’a uygun ve adil olduÄŸu iddiasıyla meÅŸrulaÅŸtırmaktadır. Fakat konunun sadece Ä°slam geleneÄŸinin parçası olan tarzları açısından tartışılması, sorunun genel çerçevesinin görülmesine engel olacaktır. Zira hakikatin yegâne yolunu temsil ettiÄŸini iddia eden köktenci yorum geleneklerini ve bunların insanlık tarihi açısından acı tecrübelerini Yahudi, Hıristiyan, Müslüman, Hindu, Budist vb. gelenekler açısından deÄŸerlendirmek gerekir. Genel olarak bu hakikat tekelciliÄŸi, dinsel referanslı ÅŸiddet eylemlerinde bulunan bu ve benzeri terör örgütlerini, yapılan terör eylemlerinde ölen mensuplarının inançlarının gereÄŸi olarak Tanrı adına hayatlarını kaybettikleri için ölümsüzleÅŸtikleri kanısına sevk etmektedir. Hakikat tekelciliÄŸinin, bu tekelciliÄŸi yapanların elinde ölümcül bir silaha dönüşmesi mukadder olduÄŸundan farklı din mensuplarının ancak bundan daha önemlisi aynı dini geleneÄŸe mensup olmakla birlikte arızi farklılıklardan dolayı farklı mezhep, grup veya oluÅŸumlara mensup mü’minlerin kendi din algılarını mutlaklaÅŸtırarak merkeze koymaktan ÅŸiddetle kaçınması gerekmektedir. Çünkü bunu yapmakla kendi mezhep, meÅŸrep veya grubumuzun Hakk’a giden yollardan bir yol olduÄŸu ve kendi dini yorumumuzun da hakikatle ilgili yapılmış ve yapılacak olan yorumlardan bir yorum olduÄŸu kanaatinde olacağımızdan her daim bizim dışımızdakini muhabbetle kucaklayıcı bir hayat yaÅŸama ÅŸansına sahip oluruz. 

Sonuç olarak Kur’an’ın öğretisinin ayrışma ve ayrıştırmayı deÄŸil, birleÅŸerek bütünleÅŸtirmeyi hedeflediÄŸini akılda tutmak gerekir. Nitekim Hz. Muhammed’in bir rahmet peygamberi olarak en zor ÅŸartlarda bile kendisi gibi inanmayan ve düşünmeyenlere yönelik yaklaşımı bir model olarak önümüzde durmaktadır.  Hz. Peygamber’in bu örnekliÄŸi, yüzyıllar boyunca Müslüman yorum geleneÄŸi içinde farklı yorum tarzlarını besleyen “Allâhua’lembiMurâdih?” ifadesinde sembolleÅŸmiÅŸtir. Bu bakımdan farklılıkların “ötekileÅŸtirme”, çatışma ve hatta savaÅŸ vasıtası yapıldığı günümüzde -özellikle Ä°slam dünyasında- âlimlerimizin mirası, bizlere seçilmiÅŸ, kurtulmuÅŸ, Mutlak Hakikati keÅŸfetmiÅŸ bir ben tasavvurunu deÄŸil, ahlaki tefekkür ve fiilleriyle felahı arayan bir ‘biz içinde ben’ ve ‘ben içinde biz’ anlayışını egemen kılmamızı öğütlemektedir.

 
 
Prof. Dr. Mahmut Aydın / Ondokuz Mayıs Üni. İlahiyat Fakültesi

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.