Coğrafyamız
Arap yazarlar: Arap Baharı'nda yanıldık
Arap Baharının beşinci yılı dolayısıyla Arap yazarlar bölgedeki halk hareketlerini ve Arap Baharı'nın geleceğini değerlendirdi...
Arap Baharı'nın beşinci yılında bazı ülkelerde iç karışıklıklar devam ediyor. The Guardian'da yer alan dosyada bazı Arap yazarlar halk hareketlerinin yıldönümü vesilesiyle Arap baharı ile ilgili görüşlerini yazdı. "Arap Baharı sona mı erdi, Bölgede hala bir umut var mı" sorularına cevap aranan dosya Dünya Bülteninde tercüme edildi.
Robin Yassin-Kassab
Britanyalı-Suriyeli Yazar
5 yıl önce The Guardian benden Tunus’daki isyanın Arap dünyasının geri kalanı, özellikle de Suriye üzerindeki etkilerini deÄŸerlendirmemi istedi. Ãœlkeyi “hiçbir surette tüm Arap ülkelerindeki iÅŸsizlik, düşük ücretler ve sivil toplumun boÄŸulmasından muaf deÄŸil” ÅŸeklinde tanımladım ama yine de “kısa veya uzun vadede Suriye rejiminin Tunus tarzı bir meydan okumayla karşılaÅŸmasının neredeyse imkansız” olduÄŸunu ileri sürdüm.
Bu, 28 Ocak 2011’de yayımlandı. Aynı gün Hasan Ali Akleh adından bir Suriyeli, Esad rejimini protesto etmek amacıyla, Tunus’da Muhammed Bouazizi’nin kendini yakması eyleminin bir kopyası olarak kendini tutuÅŸturdu. Akleh’in eylemi dikkat çekmedi ancak 17 ÅŸubat’ta Åžam, Hareke’deki tüccarlar, polis ÅŸiddetine cevaben “Suriye halkı aÅŸağılanmayacak” sloganları atan binlerce kiÅŸi toplayarak karşılık verdi. Bunun eÅŸi benzeri görülmemiÅŸti. Ondan kısa bir süre sonra Dera’da okul çağındaki çocuklar rejim karşıtı graffiti çizmekten ötürü gözaltına alınıp iÅŸkenceye uÄŸradı. Çocukların akrabaları 18 Mart’te protesto yaptığında ve en az dördü öldürüldüğünde cenazeler, protestolar ve silahların ateÅŸlenmesinden oluÅŸan sarmal ortaya çıktı. 2011’de Esad’ın kiÅŸisel olarak popüler oldığunu yazdım, bu yüzden 30 Mart’ta Halk’ın Meclisi’ne (yanlış bir adlandırma…) yaptığı konuÅŸmaya kadar aynı durumda kalabildi. Çok fazla kiÅŸi ölümler için bir özür ve ciddi reformların ilanı beklentisiyle o ana kadar hüküm vermeyi geriye bıraktı. Bunun yerineyse Esad tehdit etti, komplo teorilerine yöneldi ve daha da kötüsü tekrar tekrar sırıttı.
Åžahsen Esad’ın geçtiÄŸimiz 10 yıl boyunca yeniden yapılandırdığı neo-liberal ahbap çavuÅŸ kapitalizminin feci etkilerini küçümsemiÅŸim. Daha birçok ÅŸey hakkında yanılacak olmayada çok yakındım. Nisan’da rejim Ä°slamcılara ve Kürtler’e yönelik uzlaÅŸmacı jestler yaptı. Önce bunun ne denli umutsuzca, protesto hareketinin o aÅŸamada tüm Suriye’yi birleÅŸtiren ve mezhepselliÄŸe dayanmayan bir mahiyette olmadığına dair bilgisizlikle yapıldığını düşündüm. Sonradan anladım ki bu yanlış yorumlama kastiydi. Sonraki yıllarda rejim, devrimi etnik ve mezhepsel lenslerden okumayı bırakmayacaktı ve büyük ölçüde rejimin kendi gayreti sayesinde de nihayetinde bu meseleler alanı domine etmeye baÅŸladı.
“BeÅŸar el Esad devrimin lideridir” dedi Åžamlı bir genç bana. “Birini her öldürdüğünde, birine her iÅŸkence ettiÄŸinde 10 tane daha kendisini öldürmeyi kararlaÅŸtıran adam yaratıyor.” BaÅŸlarda rejimin “güvenlik çözümüne” baÅŸvurması, rejimin istihbaratını gözümde çok mu büyütüyorum diye düşünmeme yol açtı. Sonra ise istihbaratı küçümsediÄŸimi anladım. Bunu bilince hiçbir yerel reform sürecinin hayatta kalmayacağını da görüyorsunuz, bu durum iÅŸ savaşı provoke etti.
Önce barışçıl, mezhepçi olmayan aktivistlere karşı vahÅŸi bir zulüm… On binlerce aktivist toplandı, iÅŸkenceden geçirildi, öldürüldü veya ortadan kayboldu. Aynı zamanda cihatçılar hapislerden salıverildi. Daha sonra devrimin kaçınılmaz ÅŸekilde militarize oluÅŸuna cevaben rejim yakıp yıkma politikası uyguladı. Askerler ekinleri yaktı ve besi hayvanlarını öldürdü. Sivil yerleÅŸimler ağır silahlar, savaÅŸ jetleri, Scud füzeleri, varil bombaları ve sarin gazıyla vuruldu. 2012’de rejim tarafından organize edilen mezhepçi katliamlar silsilesi durumu daha da zor geri dönülebilir bir noktaya taşıdı.
Suriye halkının “dostu” zannedilenler devrimcileri silahlandırmakta veya insanları katliamlardan korumakta baÅŸarısız oldu. Esad’ın dolaylı desteÄŸi ile yabancı cihatçılar güç boÅŸluÄŸunun içine adım attı. 2014 Temmuz’una kadar rejim ve IŞİD açıkça ilan edilmemiÅŸ bir saldırısızlık anlaÅŸmasının tadını çıkardı. Bugün bile IŞİD ne zaman Özgür Suriye Ordusu ile çatışsa rejim de Özgür Suriye Ordusu’nu vuruyor.
Bir kundakçı, itfaiyeci gibi poz veriyor… Esad tüm dünyaya kendi kurtuluÅŸunun cihatçıları maÄŸlup etmek için zaruri olduÄŸunu anlatıyor. Çok sayıda yorumcu ona katılıyor, belki yorumcuların terörizm hikayesinin ve yürütülen taÅŸeron savaşının lehine bir ÅŸekilde Suriye halkının çektiÄŸi eziyetleri ve hedeflerini boÅŸvermeye eÄŸilimli olması yüzünden. Sonuç olarak bir adamın yakınlarda bana söylediÄŸi gibi Batı kamuoyu, Suriye’nin seçeneklerinin “BaÅŸkan Esad” ve “kaçıklar” olduÄŸunu düşünüyormuÅŸ gibi gözüküyor.
2011’den beri kimlik politikalarının ölümcül sonlarından kaygılanmak ve bunun yerine insani faktörlere odaklaklanmak adına önceden oluÅŸturulmuÅŸ, hem sağın hem solun büyük hikayelerine güvenmemeyi öğrendim. 300.000 ölü, yerinden edilmiÅŸ 11 milyon insan (Ä°kinci Dünya Savaşı’ndan beri en büyük mülteci krizi) ve büyük çoÄŸunluk onun elinde… Artı olarak genelde demokratik olarak seçilmiÅŸ, herhangi bir yerleÅŸimin parçası olabilen yerel devrim konseyleri gibi hayatın devam etmesi için elinden gelenin en iyisini yapanların varlığı tarzında daha olumlu gerçekler… Veya çığır açıcı müzikler, ÅŸiirler, eleÅŸtirel radyo istasyonları ve gazeteler üreten kültür dünyasındaki devrim…
Halk uygulayabildiÄŸi yerlerde demokrasiyi uyguladı. Ama AÄŸustos 2013 dolaylarında karşı devrim kazanmış gibi durdu, hem bölgede hem dünya çapında. Mısır’da o ayki Rabia katliamı Müslüman KardeÅŸlerin tasfiyesini baÅŸlattı ve sonra da diÄŸer herkese zulmü… Suriye’de Barack Obama’nın kimyasal “kırmızı çizgisi” ortadan kalktığı için Esad kimyasal silahlarla 1400 kiÅŸi öldürdü. Esad, Rusya’dan silahlar almaya devam etti, Mısır da kendininkileri Amerika’dan…
Ä°ran ve Rusya, Esad rejimini askeri olarak çökmekten kurtardı. Aslında rejim çoktan bu açıdan çökmüştü, kendi gücünü yabancı ülkelere ve yerel savaÅŸ lordlarına taÅŸere ederek… Ve ülkenin beÅŸte dördünü kaybederek. “Bağımsız Suriye”nin bir kısmı kuÅŸatılmış demokrat milliyetçiler (Arap veya Kürt) tarafından elde tutuluyor ve çoÄŸu ise uluslararası cihatçılar tarafından gırtlaklanıyor.
Kriz hızla tırmanıyor. Rusya’nın akını hakkında emin olunabilecek tek ÅŸey ise bu akının savaşı yer ve zaman olarak geniÅŸlettiÄŸidir.
Yani 5 yılın muhasebesi: Dostlar ve akrabalar evlerini kaybetti, zulme ÅŸahit oldular, gizli kapaklı göçe zorlandılar . Sonrasında hiçbir ÅŸey anormal deÄŸil, her Suriyeli ailenin –hangi taraftan olursa olsun- anlatacak travma hikayeleri var. BirçoÄŸu ölülerinin yasında. Çocuklarıma hiçbir zaman Palmira Tapınağı’nı veya Halep’teki Emevi Camii’ni gösteremeyeceÄŸim. Depremlere ve MoÄŸol istilasına raÄŸmen ayakta kalan bu tarihi eserler ÅŸu an harap edilmiÅŸ durumda ve ülkenin karışık sosyal kumaşı onarılamaz ÅŸekilde yırtılmış hâlde.
Suriye ahlaksızlığın en derinine şahit oldu. Suriyeliler aynı zamanda en çirkin koşullar altında, en ilham verici yaratıcılıkları ve metaneti ortaya koydu.
Suriye ve bölgedeki değişim çok süretli bir tempoda devam ediyor ve zıt yönlere ilerliyor. Sonuç olarak bu sefer çok uzakta olduğunu söyleyeceğim, konuşmak için çok erken olacak kadar uzak.
Alaa Abd El Fattah
Protesto Kanunu Sebebiyle 5 Yıldır Hapiste Olan Mısırlı Blog Yazarı
Yazabileceğim yegane kelimeler, kelimelerimi kaybedişim hakkında olur.
5 yıl önce (hayatımın son normal gününe dönüşecek günde, Pretoria’daki küçük IT firmasındaki masama oturdum ve The Guardian için kısa bir köşe yazısı yazarken çalışıyormuÅŸ gibi rol yaptım. O yazı Mısır devriminin neden ciddiye alınması gerektiÄŸine dairdi. Ya da en azından öyle olduÄŸunu hatırlıyorum. O yazıya ÅŸimdi geri dönemem, internete son eriÅŸmemin üzerinden 1 yıldan fazlası geçti. Mısır’da mahkumların telefon konuÅŸması yapmasına dahi izin verilmiyor. Fakat ÅŸikayet etmemeliyim, en azından ailemi ayda 2-3 kez görebiliyorum. DiÄŸer siyasi mahkumlara (çoÄŸunlukla Ä°slamcılar) ziyaret dahi yasak.
5 yıl önce o gün ilk kez devrim hikayesi üzerine dönen savaÅŸa dahil oldum, beni 4 yıl boyunca tamamen tüketecek olan savaÅŸa… Fakat o gün Mısır’da bir devrim gerçekleÅŸtiÄŸine emin deÄŸildim. Hatta yeni bir tür genç pan-Arabizm hakkında yazdığım gibi bunun fos çıkacağı konusunda endiÅŸeliydim.
Bunun gerçek bir devrim olduÄŸunu tamamen kabul etmem bir baÅŸka günü, Kahire’ye uçup Tahrir’e katılmam ise takiben 3 günü aldı. Ä°syanın ciddiyetinden şüphe duyma durumundan çıkıp varmak için geç kalmaktan ve tüm aksiyonu kaçırmaktan endiÅŸe eder duruma gelmiÅŸtim.
Hüsnü Mübarek’in düşüşünden sonra davamız daha da önem kazandı. Devlet, devrimin hikayesine el koymak suretiyle devrimi zaptetmeye çalışırken, devrim ile anlaÅŸmaya varmaya zorlandı. Protestoya neden devam ettiÄŸimizi ve hatta tümden protesto yaptığımızı açıkça telaffuz ettik. Polislere taÅŸ atan çocuklar devrimci miydi sabotajcı mıydı? Hapishane isyanlarında ölen mahkumlar devrim ÅŸehitleri arasında sayılmalı mıydı sayılmamalı mıydı? Askerin Mübarek rejimindeki rolü neydi? Devlet üniversitelerindeki eÄŸitim serbest devam etmeli mi? Yeni bir anayasaya ihtiyacımız var mı? Varsa kim yazmalı? Ve benzeri ÅŸeyer… Yazdım ve yazdım ve yazdım –çoÄŸunlukla Arapça olarak- genelde sosyal medyada, bazen de günlük ulusal gazetelerde. Temel olarak devrim yoldaÅŸları ile konuÅŸuyordum ve gitgide sesim daha uyarıcı ir hâle geldi. Temel konularım devrim anının ne kadar kırılgan olduÄŸu ve durumumuzun ne kadar istikrarsız gittiÄŸiydi. Ama hâlâ, yüksekten uçmaya devam eden hayallerimize dair yenilgilere raÄŸmen dimdik duran umut ve ihtimallere dair hissimden kurtulamadım.
Ä°nsanlar korku bariyerinden konuÅŸup duruyor ama benim için bu her zaman bir çaresizlik bariyeri hissiydi ve bir kez ortadan kalktığında korkular, katliamlar ve hapishaneler bile bunu geri getiremedi. Fazla iyimser tüm devrimcileri yaptığı tüm aptalca ÅŸeyleri yaptım: Daimi olarak Mısır’a döndüm, çocuk sahibi oldum, iÅŸ kurdum, daha halkçı; adem-i merkeziyetçi ve katılımcı demokrasiyi hedefleyen yenilikçi inisiyatiflere katıldım, gaddar yasaları ve zamanı geçmiÅŸ tabuları çiÄŸnedim, hapse gülerek girdim ve oradan muzaffer bir ÅŸekilde çıktım.
2013’te tarihi mücadelemizi, davamızı kaybetmeye baÅŸladık, büyük öfkeyle militarize olan sahte seküler bir devletçilik ile acımasız bir sekteryanizme sahip olan Ä°slamcılar arasında doÄŸan zehirleyici kutuplaÅŸma yüzünden. 2013’e dair tüm hatırladıklarım; ne denli acı bir ÅŸekilde “Hastalık sizin iki tarafında bünyesinde!” diye bağırdığım ve Cassandra’nın lanetinden -hiç kimse dinlemezken herkesi tüketen ateÅŸi ikaz etme hâli- ÅŸikayet etmenin ne kadar mızmızca ve melodramatik hissetirdiÄŸi idir. Sokaklar kendi kurbanları yerine polislerin fotoÄŸraflarını taşıyan mitinglerle dolduÄŸunda, Åžiiler ve Kıptiler hakkında yayılan komplo teorilerini sloganlaÅŸtıran oturma eylemleri ile dolduÄŸunda benim sesim her türlü gücünü kaybetti. Yine de hâlâ kelimeler aÄŸzımdan dökülmeye devam etti, sadece bir avuç insan dinlese bile.
Fakat sonra devlet çatışmayı, cumhuriyet tarihindeki ilk insanlığa karşı suçu işleyerek bitirmeye karar verdi. Korku ve çaresizlik bariyeri Rabia Katliamı ile geri döndü. Bir diğer tarihi mücadele başlayacaktı: İslamcı olmayanları bir katliam gerçekleştiğine ikna etmek ve onlar adına işlenen şiddeti reddettirmek.
Katliamdan 3 ay sonra hapse geri döndüm ve can sıkıcı yazılarım yabancı, yeni bir rol takınmaya baÅŸladı. Devrimcileri yenilgiyi itiraf etmeye ve iyimserliklerini bırakmaya çağırdım. Ä°nsanları, askeri bir zafer ile halk desteÄŸine sahip olmayan, pratikte mümkün olmayan tümden rejim deÄŸiÅŸimi konusunda ısrar etme arasında bir seçim yapmaya teÅŸvik ettiÄŸi için tehlikeli bir hâle gelen iyimserliÄŸi… Ä°htiyacımız olan tüm ÅŸey, bazı temel insan haklarını korumak için sahip olduÄŸumuz tüm gücü toparlamaktı.
Bunu yenilgi olarak anlattım çünkü devrimin gerçek dil bizim için kaybolmuştu; devrimin dilinin yerini çatışmanın iki tarafınca da münasip görülen ve komplo teorileri ile yaygın paranoya sarmalı arasında dönüp durmak için kullanılan milliyetçi, ulusalcı, kolektivist ve post-kolonyalist bir dil aldı.
2014’ün başında devrimcileri henüz sadece protesto kanununun yürürlükten kalkması ve siyasi mahkumların salınmasıyla limitli insan hakları kampanyasına dahil etmek tartışmalı bir meseleydi. ÇoÄŸu hâlâ devrimin kazandığına inanıyordu (kazanmayı ya Müslüman KardeÅŸler’in batışı ya da zaferi olarak tanımlıyorlardı). Daha önce herkesçe reddedilen olaÄŸanüstü hâl devleti herkes için yeni normal olmuÅŸtu.
Devletin hâlâ destekçileri –sayıları hızla azalan, özellikle de gençler arasında- varken bugün, son davamızı kazanmışız gibi duruyor. Ä°nsanların çoÄŸu artık 2013 yazında olanların kökeni konusunda tartışmıyor. Devrime karşı darbe tartışması geçti. Sisi destekçiler bile refahın yakın olduÄŸuna inanmıyor. Ä°slamcıları destekleyenlerin hislerini tartmak ise daha zor: Onların zor durumuna karşı sempati kesinlikle artıyor ancak rejime karşı etkili, konsolide bir cephe oluÅŸturabileceklerine dair inanç muhtemelen az. Çaresizlik galip geliyor.
2014’ün çoÄŸunu hapiste harcadım ancak yine de kelimelerim tükenmemiÅŸti. Takipçim çok azalmıştı, mesajım ümit mesajı deÄŸildi fakat yine de insanlara yenilgiyi itiraf ettikten sonra dahi direnebileceÄŸimizi hatırlatmak önemli geliyordu. Mübarek’in zamanından beri savaşını verdiÄŸimiz mücadelenin çerçevesine geri dönmek, temel insan hakları için mücadele ettikçe kabul edilebilirdi. Fakat 2015 başı itibariyle, hakkımdaki hükmü duymamdan itibaren halka söyleyebileceÄŸim hiçbir ÅŸey kalmamıştı. Sadece kiÅŸisel mektuplar yazabildim. Devrim, ve Mısır’ın kendisi, o mektuplardan dahi yavaşça yok oldu ve 2015 sonbaharı itibariyle kiÅŸisel sözlerim de tükendi. En son bir harf yazdığımdan beri aylar, en son bir makale yazdığımdan beri ise yıllar oldu.DiyeceÄŸim hiçbir ÅŸey yok: Umut yok, hayaller yok, korkular yok, ikazlar yok, feraset yok; hiçbir ÅŸey, tam olarak hiçbir ÅŸey. The Guardian için 5 yıl önce, hayatımın son normal gününde ne yazdığımı hatırlamaya çalışıyorum. Kimin o köşe yazısını okuduÄŸunu ve yazının onlar üzerinde nasıl bir tesiri olduÄŸunu hayal etmeye çalışıyorum. Yarının imkanlarla dolu olmasının ve sözlerimin –biraz dahi olsa- yarının nasıl olacağına dair bir etki gücü varmış gibi gözükmesinin nasıl olduÄŸunu hatırlamaya çalışıyorum.
Gerçekten hatırlayamıyorum. Şimdi yarın, tam olarak bugün ve yarın ve ondan önceki günler ve takip eden tüm günler gibi olacak. Hiçbir şey üzerinde hiçbir etkim yok.
Fakat bir şeyi hatırlıyor ve biliyorum: Yapabileceğimiz hissi gerçekti. Hayallerimizin gerçekleştiğine inanmak belki de naifti ama başka bir dünyanın mümkün olduğuna inanmak aptalca değildi. Ya da en azından böyle hatırlıyorum.
Ahdaf Soueif
Mısırlı Romancı ve Yorumcu
GüneÅŸli, tatlı bir Ocak sabahı nehrin kenarındayım. Ãœzerine tükürülmüş olan her ÅŸey binlerce yıldır tamamıyla güvenilirdi. Nil, güneyden kuzeye akıyor, deltaya açılıyor, güneÅŸ Nil boyunca yelken alıyor, doÄŸudan batıya… Hep birlikte Ankh simgesini oluÅŸturuyorlar: YaÅŸamın simgesi.
Åžimdi nehir, lağım suyundan fabrika kimyasallarına kadar her ÅŸeyle kirletilmiÅŸ durumda ve yakında Etiopya Rönesans Barajı’nın etkilerini de göreceÄŸiz: Nehir yavaÅŸ akacak, belki de kuruyacak. Zengin topraklarımız (Mısır’a ilk ismi olan Kemet’i veren kara topraklarımız) iki paralık hâle getiriliyor, nehir alüvyonlarıyla artık beslenmiyor, topraklarımıza el uzatılıyor ve üzerine inÅŸaat yapılıyor. GüneÅŸe bir dostumuz gibi davranmayı ve ondan enerji üretmeyi reddediyoruz, bunun yerine kömür ithal etmek için anlaÅŸmalar imzalıyoruz; bunun yerine temel altyapımız dahi bakımsızlıktan ve korumasızlıktan mahvolurken nükleer enerji santralleri inÅŸa etmek için anlaÅŸmalar imzalıyoruz.
Ocak 2011 devrimi ile gelen eylem ve iyimserlik dalgaları içerisinde halkın delegeleri, 30 yıldır gurudan kaynaklı bir ihmalle aşınmış olan iliÅŸkileri onarmak ve Nil boyundaki ülkelerle ortak bir kalkınma yolunu keÅŸfetmek için güneye yöneldi. Bu çabaların hepsi ÅŸu an gitmiÅŸ durumda. Ocak 2011’deki birçok ÅŸey gibi: Hayatlar ve rızıklar, fikirler ve enerji ve umut gibi…
Bu sırada, rejim bunlara dört bir taraftan sahip olmaya çalışıyor. Kendisini “Muzaffer 25 Ocak Devrimi” ile iliÅŸkilendiriyor fakat bunu yine 25 Ocak olan “Polis Günü” ile halkın Müslüman KardeÅŸler’e karşı çıktığı ve generale gücü ele geçirme kapılarını açan “30 Haziran Devrimi” arasına sıkıştırıyor. “Mısır gençleri” için övgü ÅŸarkıları söylüyor ancak devrimle tanımlanan her bir kimseye karşı ölümcül bir savaÅŸ yürütüyor. O insanların yüzlercesi parmaklıkların arkasında. Düzinelercesi ortadan kayboldu. Ayrıca geçen ayki bir gerginlikte bir kiÅŸi bıçaklanıp Kahire merkez metro istasyonunda ölü hâlde bırakıldı.Ve bu genç insanlar hakikaten görünmezler, dünya devletleri ve medya aynı ikilikte ısrar ediyorlar: Asker/iÅŸ adamları rejimi, çeÅŸitli Ä°slamcılar’a karşı.
Üç basit olgu var.
Bir: Ä°nsanlar, Ocak 2011’de apaçık bir pankartın altında isyan etti: “Ekmek. Özgürlük. Sosyal Adalet.”
Ä°ki: Aksine tüm iddialara raÄŸmen, kimse insanları isyan etmeye zorlamadı. Evet, aktivistler kendi taleplerini yazıya döktüler ve politize ettiler, protestoları ve oturma eylemlerinin yolunu açtılar, bireyleri Mübarek’ten korumaya çalıştılar fakat halk (ÅŸartlardan ortaya çıkan belli bir kavÅŸakta kesiÅŸerek) kendi isteÄŸiyle isyan etti. Ve ne istediklerini biliyorlardı.
Üç: Ä°nsanlar hedeflediklerinden hiç olmadıkları kadar uzakta olduklarını fark ediyorlar. Acısını çektikleri tüm ölümler, diÄŸerlerini öldürmek için tezgaha dahil oldukları faÅŸist evre; hepsi bir hiç için. Hükümet tarafından pazarlanan büyük projelerin (tabi gerçeklerse) fakirlerin hayatına hiçbir etkisi yok. Gözaltına alınan ve kötü muamaleye uÄŸrayan vatandaÅŸ sayısı hiç olmadığı kadar yüksek. Bu özel “terörle savaÅŸ”ta dahi rejim baÅŸarısız: Sina’da her gün askerlerimiz ve vatandaÅŸlarımız öldürülüyor. Ä°nsanların günlük yaÅŸantılarındaki temel ÅŸeyler –hastaneler, okullar, ulaşım, istihdam- daha kötüye gidiyor. 2011’de insanları sokaÄŸa çıkaran ÅŸeyler aynen duruyor, daha da ağır bir ÅŸekilde.
Fakat yine de ÅŸimdi ve sonrası arasında farklar var. Bin Ali’nin Tunus’tan süretli ayrılışı ile ortaya çıkan umut ; Libya, Suriye ve Yemen’de görülenin korkusuyla yer deÄŸiÅŸtirdi. Ä°nsanlar olabilecek ÅŸeyleri –devrim, politik Ä°slam- denediklerini ve iÅŸe yaramadığını hissediyor. Alternatif nerede diye soruyorlar.
Rejim, alternatif olmadığını garantilemeye çalışıyor: Birlikler kanundışı hâle geldi, öğrenci seçimleri iptal edildi, kültürel alanlar kapalı. Gazeteciler ve fotoğrafçılar ve öğrenciler ve doktorlar ve mühendisler hapishanelerdeki zorlu koşullara katlanıyor.
Ve zamanı geldiğinde patlama, umut değil çaresizlikten doğacak. 5 yıldır gerçekleşen cinayetlere şahitlikten kaçınıp gözlerini başka yöne çevirmiş, artık masum olmayan insanların patlaması olacak bu patlama. Şiddet karşıtı çağrılar bir işe yaramayacak ve zaten en etkili şiddet karşıtı aktivistler ya ölü ya hapiste ya da ülkeyi terk etmiş durumda. 5. yıldönümümüz yaklaşırken rejimin içinde tuttuğu korku günden güne açık hâle geliyor.
KiÅŸisel olarak isteÄŸim, devrimin 5. yıldönümünün, 26 Ocak’ta Nile ve güneÅŸin hâlâ yerinde olacağı ÅŸekilde daha fazla genç insan öldürülmeden, gözaltına alınmadan veya ortadan kaldırılmadan sona ermesidir. Daha sonra bir süre bu ÅŸekilde içten içe kaynayıp kaynama noktasına geldiÄŸimizde nasıl gözükeceÄŸimize bakacağız.
Mourid Barghouti
Filistinli Åžair
2012’de şöyle yazmıştım: “Atılan geri adımlar sayılı. Devrimci güçler hâlâ ÅŸeytanlaÅŸtırılıyor, öldürülüyor, iÅŸkenceye uÄŸruyor veya kaçırılıyor ve askeri mahkemelere yollanıyor. Adalet hâlâ uzaktan ve henüz yerine gelmiÅŸ deÄŸil. Protestocuların hâlâ katilleri ortalıkta dolaşıyor ve korunuyorlar. Resmi medya hâlâ yalanlarla dolu bir kutu: Bilgi kirliliÄŸi ve yalan bilgiler ve muhafazakar güçlerin ele geçirme tehdidi gerçeklemiÅŸ durumda. Devrim tamamıyla baÅŸarısızlık ve üzücü bir olay olarak görülebilir. Fakat devrim bir olay deÄŸildir. Devrim süreçtir; uzun, zahmetli ve talepkâr bir süre. Ä°niÅŸ ve çıkıları var olduÄŸu gibi birçok sürprizi de vardır.
Bu, Mısır’ın Askeri Yüksek Konsey ve Müslüman KardeÅŸler tarafından yönetildiÄŸi zamanki durumuydu. Bugün General Sisi’nin askeri yönetimi altında durum hâlâ aynı.
Felaket, Müslüman KardeÅŸler’in ve Selefiler’in inatla halkın devrimine “kimlik” empoze etmeye çalıştığı an baÅŸladı. “Ä°slam için Oy Ver” günü konusuydu, böylece çatışma baÅŸka bir yere kaydı: Çatışma artık insanlar ile rejim arasında deÄŸildi, bunun yerine bir insanla diÄŸeri arasındaydı. Devrimin insanların “fiziksel” isteklerine dair olan mücadele hattı artık “metafizik” olanla yer deÄŸiÅŸirmiÅŸti. Müslüman KardeÅŸler baÅŸkanlığı ve yeni parlamentoyu almıştı ve Muhammed Mursi’nin devrimin baÅŸkanı olarak ilk ziyaret için tercih ettiÄŸi ülke Suudi Arabistan’dı!
Müslüman KardeÅŸler, Askeri Yüksek Konsey ile tüm seküler devrim güçlerine karşı dolaplar çevirdi. Bu, anti-Mübarek cepheye hasar veren bir ayrıma sebep oldu. Bu ayrım, ordunun ve eski rejimin hayatta kalmasını saÄŸladı ve onların iki cepheden de kurtulmadan evvel önce biriyle, sonra diÄŸeriyle ötekine karşı ittifak yaparak kazanmasına yol açtı. Mursi, ordu ve güvenlik birimleri generallerini madalyalarla taçlandırdı ve onları övdü fakat Mursi’nin bu hareketi onlar tarafından kendisinin performansına halkın duyduÄŸu büyük öfkeyi kullanılmasıyla devrilmekten kendisini alıkoyamadı
Öte yandan “Araplar, gaddar ve gayrımeÅŸru askeri yöneticileri ile modern tarihlerini lekeleyen ve tekrar tekrar aynı uygulamaları ortaya koyan cuntaları arkasında bırakıyor.” DediÄŸimde çok yanılmışım.
Devrimin gidiÅŸatının bu kadar aÅŸağılara düşeceÄŸini ve bizi muzaffer ve intikamcı karşı devrim döngüsüne getireceÄŸini beklemiyordum. Müslüman KardeÅŸler’e de onların sloganlarına da asla inanmadım ancak böylesine bir politik intiharı seçmelerini de beklemezdim.
Bugün birçok kimse “umut” ve “iyimserliÄŸi” aÄŸza alınmaz kelimeler olarak görüyor. Fakat cesaretlendirilmiÅŸ hissetmek için iki sebep var. Birincisi: 25 =cak 2011 Devrimi’nin fiziksel sebepleri (yolsuzluk, tiranlık ve fakirlik) hâlâ sürüyor ve daha da çirkin bir ÅŸekilde. Sürdürülemeyecek kadar vahim bir durum var, devrim hâlâ olası çünkü baÅŸka hiçbir ÅŸey olası deÄŸil. Ä°kincisi: Zafer anını yaÅŸayıp bunun içinden geçen milyonlarca Mısırlı için kendi potansiyellerini keÅŸfetmek hem bir acı hem de bir zevkti. Özgüvenleri ve cesaretleri kolayca kaybolmayacak, bir kez yapmış olmaları yine yapabileceklerinin kanıtıdır.
Laila Lalami
Faslı Yazar
Fas sıklıkla Arap Baharı’nın Kuzey Afrika ve OrtadoÄŸu’ya getirdiÄŸi türbülansın dışında kalan bir istisna olarak övülüyor. Bölge politik huzursuzluÄŸun, mezhepsel çatışmanın ve hatta iç savaşın içine düşerken Fas görece sakin kaldı. Bunun sebebi, Fas Krallığı’nda halk protestolarının düzenlenmesinden sadece birkaç hafta sonra yeni anayasa taslağı yapılması ve meÅŸru seçimlerin gerçekleÅŸtirilmesi.
Fakat bu reformlar Faslılar için ne anlama geliyor? EÄŸer devletin sıradan vatandaÅŸa nasıl davranacağını (bir polis veya memur formunda) baz alıyorsanız pek az… ÖrneÄŸin bu ayın başında öğretmen adayları, hükümetin sert bir biçimde burslarını kesen ve iÅŸ garantilerini ellerinden alan yeni tedbirleri protesto etmek için Casablanca’da, Tangier’da, Fes’te, MarakeÅŸ’te ve Inezgane’de sokaklara döküldü. Polis birlikleri ile karşı karşıya gelip feci hâlde dayak yediler. Akabinde ise İçiÅŸleri Bakanı bazılarının yalandan kendilerini yaraladığını iddia eden bir demeç verdi.
Dahası, Fas hükümeti kendilerinin meÅŸhur kırmızı çizgilerini geçmeye cürret eden bağımsız gazetecileri taciz etmeye devam ediyor: Ä°slam, kral ve millet. Bu üçlünün herhangi birinin eleÅŸtirilmesi, habercileri hapsi boylamaya maruz bırakıyor ve sıklıkla cezalarda gazetecilikle alakalı bir ÅŸey yer almıyor. Meselâ daha önce monarÅŸi hakkında eleÅŸtirel yazılar yazan ve Eylül 2013’te MaÄŸrib bölgesindeki El Kaide’nin propaganda videosunun hikayesine dair bir linki El Pais’e postladığında terörü desteklemekle suçlanan Ali Anouzla’nın dosyasını ele alalım. KoÅŸullu salıverilmeden önce hapiste 5 hafta harcadı. Bu baÄŸlamda düşündüğümüzde 2015 dünya basın özgürlüğü indeksinde Fas’ı 130. sırada; Afganistan, Güney Sudan ve Kolombiya’nın altında görmek belki de ÅŸaşırtıcı deÄŸildir.
Makhzen (geleneksel olarak ülke içinde Fas yönetimine verilen isim), sanat ve kültür formunda eleÅŸtiri geldiÄŸi zaman özellikle hassasiyet taşıyor. Geçen yıl MarakeÅŸ’teki fuhuÅŸ meselesine daha yakından bakış atan Nabil Ayouch filmi “Much Loved”, Krallık’ta sansüre uÄŸradı. Kesinlikle bu, fuhuÅŸ meselesine deÄŸinne ilk film deÄŸildi ve öyle gözüküyor ki bu filme karşı tepkilerin en azından bir kısmının kökeninde, filmin zengin Körfezli Arap turistlerin Faslı seks işçilerinin düzenli müşterisi olduÄŸu tasviri yatmaktadır. Fakat filmi Cannes veya Fas’taki her bir kimsenin gayet iyi bildiÄŸi baÅŸka yerlerde uluslararası seyirciye sunmaya cürret etmesi yüzünden Ayouch, Fas’ın imajına zarar vermekle suçlandı ve filmi yasaklandı. Peki Fas için, gözlerini kapayarak yaÅŸamayı tercih eden, kulaklarını tıkayan ve durmaksızın Fas’ın “istisna” olduÄŸunu tekrar eden insanlardan daha zarar verici bir ÅŸey olabilir mi?
Öte yandan “20 Åžubat Hareketi”nin daha büyük hedeflere hizmet ettiÄŸine dair iÅŸaretler var: Bu gösterdi ki halk baskısı, politik deÄŸiÅŸim için zorlayabilir. Mart 2012’de 16 yaşındaki Amina Filali ailesi tarafından baskıya uÄŸramaktan ve yerel hâkim tarafından tecavüzcüsü ile evlenmeye zorlanmaktan ötürü intihar etti. Evlilik, tecavüz ettikleri küçüklerle evlenmeleri hâlinde erkeklerin kanuni cezaya çarptırılmaktan kurtulmasını saÄŸlayan 475. Madde sayesinde (Fransız kolonyal döneminin kalıntısı) mümkündü. Filali’nin ölümü sokak protestolarını ateÅŸledi ve protestolar çoÄŸunlukla Parlamento’ya yöneliyordu. Herkesin hemfikir olduÄŸu ÅŸekilde, ceza kanunundaki 475. Madde’nin kaldırılması için…
Yani 20 Åžubat Hareketi kısa vadeli hedeflerini gerçekleÅŸtirmede baÅŸarısız olmuÅŸ olabilir ancak Faslılar’ın halk baskısını sürekli kılabilmeyi göstermesi açısından görmezden gelinemeyecek bir miras.
Raja Shehadeh
Filistinli Avukat ve Yazar
5 yıl önce Suriye halkının Esad rejimine karşı isyanını ortaya koymada ne denli ilham verici ve yaratıcı yollara baÅŸvurduÄŸunu izledim. Bazen dansla, ÅŸarkılarla, graffiti ile ve karikatürlerle. O hâlde halk zulme karşı ayaÄŸa kalktığında nihayetinde kazanacaktır diye düşünüyordum. Yanılmışım. Bugünün dünyasında hiç kimse, hele de günümüz OrtadoÄŸusu’nda, ne denli yaratıcı vasıtalar kullanırsa kullansın bağımsız hareket edemez. SavaÅŸ çıkarmaya ilgisi olan çeÅŸitli güçler etrafı sarmış durumda ve Esad döneminin baskıcı ve anti-demokratik rejimine karşı barışçıl bir ÅŸekilde baÅŸlayan devrimi engellemek için bölgenin ötesinden hepsi kendi rollerini oynuyor. Mısır’dan da teyit edebildiÄŸimiz gibi bölgenin en baskıcı ve en zengin ülkesi olan Suudi Arabistan, Fransız devriminden önce Fransa’da var olan rejime benzer bir rejimi (Ancien Regime) restore etmek için diÄŸerleriyle yarışıyor. Filistin meselesinde de ABD’nin Ä°srail’e verdiÄŸi ısrarlı destek, Ä°srail’de Filistinliler’in self determinasyon için vereceÄŸi kalıcı bir mücadeleyi engelleyen, gitgide sağçılaÅŸan hükümetlere yol açıyor. Ve Suriye ÅŸu an savaÅŸmakta olan güçlerle, 3 milyon mülteci ile ve akıl almaz ÅŸekilde çeyrek milyon ölü ile acımazsız bir savaÅŸ sahası.
Bir süredir, özellikle neomuhafazakârlarca, konuÅŸulan ÅŸey ÅŸu ki, yeni OrtadoÄŸu 1. Dünya Savaşı’ndan sonra olduÄŸu gibi çok mezhepli yapıda deÄŸil etnik/dini düzlemde parçalara ayrıldığı bir OrtadoÄŸu olacak. Irak yerine 3 devletçik görebiliriz: Birer Sünni, Åžii ve Kürt devleti. Suriye ve Lübnan gibi… Bu dışlayıcı OrtadoÄŸu’da bir Yahudi devleti olan Ä°srail, dini düzlemde kurulmuÅŸ tek devlet olarak öne çıkmayacaktır.
Şüphe yok ki ÅŸu an savaÅŸanların çoÄŸu OrtadoÄŸu’da siviller için yıkıcı sonuçlar doÄŸuran bir terörü yayıyor. Fakat demokrasiyi desteklediÄŸini iddia eden ülkelerce desteklenmesi gereken meÅŸru bir amaca sahip olan özgürlük savaşçıları ile suçlu teröristleri ayırmadaki baÅŸarısızlık, bölgede kaosun derinleÅŸmesi sonucunu doÄŸurdu. ABD hukuku, iÅŸgale ve baskıya karşı direniÅŸi illegal hâle getirir bir ÅŸekilde terörizmi çok geniÅŸ ÅŸekilde tanımlıyor. Aynı ÅŸey, barışçıl deÄŸiÅŸim ve geçiÅŸ için ulusal veya uluslararası düzlemde bir vasıta olabilecek hukukun amacına halel getiren kanunlara sahip olan diÄŸer Batılı güçler için de geçerli. Yanlış bir ÅŸekilde terörist olarak tanımlanan gruplarla iletiÅŸimi suç olarak göstermek genel olarak yarar saÄŸlama potansiyeli olan müzakereleri illegal kılıyor.
Batı’nın tekrar tekrar kabahatli bir ÅŸekilde yaptığı gibi demokrasiyi destekler gibi görünmek fakat demokrasiyi gerçekten gözetenleri desteklemeden baÅŸarısız olmak, haklarını yitirmiÅŸ olan birçoklarını sinik ve çaresiz bir hâle getirirken bazılarının da gerçekten terörist olanların arkasından yükseliÅŸe geçmesini saÄŸlıyor.
5 yıl önce Arap kitlelerin başlattığı meşru mücadeleyi desteklemekte başarısız olanlar bunun bölgeye barış getireceğine inandıysa, zaman sadece onların ne kadar yanıldığını gösterdi. İsrail-Filistin krizinin çözüme kavuşması gerekliliği ülkelerin çoğunca kabul edildi ve bu Ortadoğu bölgesinde barışa ulaşmakta bir katalizör etkisi yapardı. Fakat soru şu ki, neden kimse bunu yapmıyor?
Bölge daha büyük bir kaosun içine düşerken ve insanlar kötüleÅŸen durumdan acı çekerken bana tek bir ÅŸey umut veriyor. 1. Dünya Savaşı’ndan sonra Avrupalı güçler kendi menfaatlerine en iyi hizmet edebileceklerini düşündükleri ÅŸekilde OrtadoÄŸu’yu dizayn ederken bölgedeki halkların acıları Batı ülkelerine yayılmadı.Avrupa ucuz petrolle ve askeri yahut diÄŸer ürünleri için rekabete girmediÄŸi pazarlarla refahını arttırırken OrtadoÄŸu acı çekti. Bu sefer ise durum farklı. Sadece çok sayıda mülteci Avrupa’ya iltica etmeyi beklemiyor ayrıca terörizm artık sadece bu bölgedeki halkların hayatını rahatsız eden bir durum deÄŸil. SavaÅŸ sahnesinin sınırları yok, Avrupa’nın içine de yayılıyor. Belki de bu durum; Batılı güçleri doÄŸrudan veya onların yerini tutan vekilleri aracılığıyla, OrtadoÄŸu’yu kasıp kavuran savaÅŸlara bir son verme ve demokrasinin kök salmasının yolunu açma konusunda gayretli ve dürüstçe pozitif bir eylem yapmaya iter.
Khaled Mattawa
Libyalı Şair ve Çevirmen
Bingazi’ye giden yol, bagajların el arabalarında taşındığı ve yolcuların kendilerine ait olan ÅŸeyleri almak için didik didik arama yapması gerektiÄŸi cereyanlı hangarlara sahip olan Labraq Havalimanı’nda baÅŸlar. 230 kilometrelik yol, emniyet duygusu saÄŸayan birçok kontrol noktası ve yolu olması gerekenden iki kat uzatan bir sürü tümsek (kendince düzeni saÄŸlayan kimselerce yapılmış) ile kesintiye uÄŸrar. Yılın bu zamanında Cyrenaica DaÄŸları, yemyeÅŸil çim ovaları ve coÅŸkulu gökyüzü ile aşırı güzeldir.
Eve olan yolculuÄŸumda rehberim, Bingazi Ãœniversitesi’nde doçent profesör ve elektrik mühendisliÄŸi bölümünün başı olan Ashraf Khalil. Kendisi yerinde nedilmiÅŸ bir mülteci. Çatışmalar ÅŸehrin batısını –Ensar el Åžeria ve IŞİD tarafından kontrol edilen- vatandaÅŸların eriÅŸimine kapatıp onu bunu yapmaya itmiÅŸ ve Kasım 2014’ten önce üniversitenin yakınındaki evinden kaçmış.
Tümsekli yan yollardan kendimize birkaç kısa yol bulmak suretiyle sonunda Al-Noor Ä°lkokulu’na varıyoruz. Çocukların temizlemesi için bekleyen devasa yaÄŸ lekelerinin olduÄŸu park alanında ayakta duruyoruz. Saat 1’e gelince Al-Noor Ä°lkokulu, Bingazi Ãœniversitesi’nin Mühendislik Fakültesi’ne dönüşüyor. Derslerini beklerken sohbet eden ve macchiatolarını yudumlayan genç adamların ve kızların arasındayız. Bir savaÅŸ uçağının tepemizden uçtuÄŸunu duyuyoruz ve öğreciler bana patlamaların büyük olasılıkla Al-Sabri ve Souk al-Hout cephesinden olduÄŸunu söylüyor.
Ãœniversiteden Huna Benghazi (Burası Bingazi!) Festivali’ne geçiyorum. Öğlen yemeÄŸi arasında varıyoruz ve yüzlerce insanı kapanış seremonisi için beklerken ortalıkta dolanır hâlde buluyoruz. Organizatörlerle ve arkadaÅŸlarla takılırken düzinelercesi de akın akın geliyor. Hafta boyu süren kutlama yeni oyunları, birkaç konseri, ÅŸiir ve hikâye okumalarını, bir kitap fuarını ve sanat sergilerini içeriyor. Mod oldukça coÅŸkun fakat ortada kaos da mevcut. Sigara izmaritleri her yerde, çöp kutuları atılmış kağıt bardaklarla ve lavajla dolu.
Yeni bir sanat organizasyonu olan Tanarout’u yürüten bir grup sanatçıyı ziyaret etmek için festivalden aurılıyorum. Tanarout, aynı zamanda çocuklar ve genç sanatçılar için yaratıcı yazma ve görsel sanatlara dair atölye çalışmaları da yapılan küçük bir salonda neredeyse sadece Avrupa filmleri gösteriyor. Biz konuÅŸurken elektrik kesiliyor. Kahve yapmak için kısa bir süre jeneratörü çalıştırıyorlar. Kısa bir süre çünkü gaz ve gaz kapları kısa bir süre destek saÄŸlayabiliyor. Grup, seçici yaklaşımını sürdürmek için çok az bir destekle ve devasa sıkıntılarla yüzleÅŸerek çalışıyor. Onları selamlıyorum ve gelecekte beraber çalışmak üzere planlar yapıyoruz.
Tanarout’tan ayrıldığımda akÅŸamüstü vakti. Yerinden olmuÅŸ akrabalarımın kaldığı eve yürürken aÅŸina olduÄŸumuz kokusu etrafa sızan çöp yığınlarının yanından geçmek zorundayım. Yakındaki petrol istasyonunda deposunu doldurmak isteyen araçlardan oluÅŸan uzun bir kuyruk var. Uzaklardan yine bir patlama duyuyorum, sanırım Beloun veya El Hawwari’den.
Bingazi kuÅŸatma altında ve sorunlu bir ordunun yürüttüğü terörle mücadele ile yerel liderlik zaafından ötürü travmaya uÄŸramış durumda. Bingazili hemÅŸehrilerim dahi ÅŸiddetin, yozlaÅŸmanın ve beceriksizliÄŸin mirasıyla savaşıyor. Her zaman büyük bir ruhla fakat çok sık bir ÅŸekilde aynı alışkanlıklar ve araçlarla… Libya devriminin merkezi olan Bingazi şüphesiz ki terörizmi ve aşırıcılığı yok edecek fakat bu, çok daha fazla efora ve Kaddafi rejiminin verdiÄŸi tüm hasar ile onu yerinden etmek için ortaya konulan eforun ÅŸehrin bedenine ve ruhuna iÅŸlediklerini geri almak için sayısız deÄŸiÅŸikliÄŸe mâl olacak . Devrim bitmedi ve hatta henüz baÅŸlıyor.
Tamim al-Barghouti
Filistinli Åžair
2011 ve 2012’de yazdıklarımızın tümünü okumak insana acı ve öfke verse de ÅŸaşırtıcı bir ÅŸekilde henüz çaresizlik hissi vermiyor. Bir dizi ölümcül hatamız rotayı daha da uzattı ancak fakat istikamet deÄŸiÅŸmez bir ÅŸekilde yerinde duruyor ve yolculuk kaçınılmaz.
Modern tarihteki tüm devrimler gibi 2011 de iki fikir arasındaki çatışma olarak tanımlanabilir, insanın özgürlüğü ve politik örgütlenme formlarına dair çok farklı iki görüş: Kolonya ÅŸekilde baskı ve itaatı temel alan hiyerarÅŸik, merkezi yapılardan müteÅŸekkil; bayraklarla, marÅŸlarla, sınırlarla, dikenli tellerle ve milliyetçiliÄŸin tüm diÄŸer süsleriyle bezenmiÅŸ Arap devletleri, hiyerarÅŸik olmayan, network temelli, dava sahibi hareketlerle karşı karşıya geldi. 2011’de bir an dava, yapının yerini aldı; haklılığa duyulan inanç baskıya üstün geldi, gönüllüler askerleri maÄŸlup etti; merkezi olmayan devasa, lidersiz kitlelerden oluÅŸan protestocular bir fikri takip etti. Askerin, polisin veya emirleri takip eden bürokratları ÅŸok eden bir fikri…
2011’de dava devlet karşıtı, polis karşıtı, kolonyalizm karşıtı, Siyonizm karşıtı ve kapitalizm karşıtıydı. Aynı zamanda dava bölgede birliÄŸi (Arap veya Ä°slami düzlemde), demokrasiyi ve sosyal adaleti destekliyordu. Ayrılıklar idare edilebilirdi çünkü hiç hiyerarÅŸi ve baskı yoktu.
Davaya Mısırlı politik elitlerce ihanet edildi, önce Ä°slamcılar sonra da seküler olanlarıyla. Eski rejim ile yazısız, çift yönlü bir anlaÅŸmaya vardılar. Birincisi, yerelde güç ABD’nin esas müşterisi olan, Amerika tarafından donatılmış; eÄŸitilmiÅŸ ve fonlanmış Mısır ordusu ile paylaşılacaktı. Ä°kincisi, bölgesel düzlemde stratejik müttefik ABD ile iliÅŸkilerde bir bozulma olmayacaktı, Ä°srail ile mevcut barış koÅŸulları gözden geçirilmeyecekti ve Suudi Arabistan olan iliÅŸkiler dostane, Ä°ran ile düşmanca kalacaktı. Böyle bir politikayı sürdürmek için mezhepçiliÄŸi kullanmaya müsaade vardı, hatta destekleniyordu. Muhalefetteyken böylesi bir anlaÅŸmayı reddedenler iktidara gelir gelmez bunu kabul etmiÅŸti.
Bu durum, kitleleri harekete geçirme yeteneÄŸini Tahrir Meydanı’nda kanıtlayan, konsensüs üreten bir davanın yerini savaÅŸan kimliklerin almasına sebep oldu: Mısır’da Ä°slamcılar, sekülerlere karşı; bölgede ise Sünniler, Åžiiler’e karşı. Böylece ABD’nin menfaatleri, Ä°srail ve petrol, korunmuÅŸ oluyordu ve 2011’in büyük pan-Arap devrim(ler)i, farklı seviyelerde yıkıma yol açan bir dizi iç savaÅŸa dönüşmüştü.
Mısır ordusu yerel ayrışmadaki iki tarafa da oynadı ve ÅŸimdi tek başına iktidarda. AÄŸustos 2013’te yapılan katliam, 1798’deki Fransız iÅŸgalinden beri Kahire tarihinin en büyük katliamı oldu. Arap rejimleri tarafından büyük kitleleri meydana getiren, silahsız bireylerle yüzleÅŸemeyeceÄŸi bilinen ölümsüz Drakulalar küçük çocukları öldürmeyi tercih etti; büyük barışçıl kitleleri küçük silahlı hücrelere dönüştürmek için. Ve sonra terörizm diye aÄŸladılar… Tabi ki bu durum sadece tüm sistemi alaÅŸağı edecek çok miktarda küçük, silahlı hücreleri. Åžimdi Akdeniz’in güneyinde bir politik erimeye ÅŸahitlik ediyoruz. Aynı zamanda sosyal düzenin de eriyiÅŸine…
Yine de çaresizliğe yer yok. İş şiddete döndü ancak bu emsali görülmemiş sayıda Arap gencini ortaya çıkaran demografik kabarıklık ve haberleşme konusunda emsali görülmemiş imkanlar sunan teknolojik gelişme, olanları gizlenemez hâle getiriyor. Devletler başarısız oluyor ve toplum, devlet olmadan idareyi sağlamak zorunda olacak. Fakat toplum şu an, eskiye nazaran bunu yapmak için daha iyi donanıma sahip.
Nouri Gana
Tunuslu Yazar
GeçtiÄŸimiz 5 yıl içerisinde Tunus’un ulusal ve uluslararası medyadaki imajı dramatik bir ÅŸekilde Arap Baharı’nın beÅŸiÄŸi olmaktan Arap Baharı’nın son umudu olmaya doÄŸru deÄŸiÅŸti. Halk ayaklanmalarını iç savaÅŸa (Suriye ve Libya’da) dönüştüren bu feci yozlaÅŸma veya cunta iktidarı (Mısır), Tunus’un istisnai olarak ortaya koyduÄŸu hikayenin merkezindeki pozisyonunu aÅŸama aÅŸama pekiÅŸtirdi. Fakat belki bu durum, Tunus devriminin ÅŸiddet içermeyen hedeflerine ulaÅŸmasını iÅŸaret ederken, aynı zamanda ülkede devam eden zorlukların kötülüğü konusunda farkındalığı da keskinleÅŸtiriyor.
Elbette devrim sonrası hükümetler, liderlik baÅŸarısızlıklarının üzerinden dikkatleri dağıtmak için rutin bir ÅŸekilde komÅŸu Libya’daki feci yıkımı iÅŸaret ediyor, Suriye ve Yemen’deki savaÅŸlardan bahsetmiyorlar.
Tunus’un demokratik yollarla seçilmiÅŸ yetkililerin baÅŸarısızlıkları tek tek saymak için çok fazla. Sadece ÅŸu kadarını belirteyim ki “Shugl, hurriya, karama wataniyya” yani “Ä°ÅŸ, Özgürlük ve VatadaÅŸlık Onuru” sloganı ile özetlenen, devrimin merkezinde yer alan hususlara dair sözleri tutmada dahi genel bir baÅŸarısızlık mevcut. 18 Mart 2015’te Bardo Ulusal Müzesi’ndeki ve 26 Haziran 2015’te Sousse Hotel’in kumsalındaki turistleri hedef alan iki terörist saldırı, turizm sektörünü zayıflattı ve binlerce aile gelirsiz kaldı. Avrupa’ya süren göçteki kısıtlamalar ve Libya’da süren iç savaÅŸ, iÅŸ kayıplarını daha da arttırdı ve zaten kötü olan vaziyeti daha da kötüleÅŸtirdi.
Mesele özgürlük ve onura gelince, her ne kadar Tunus 26 Haziran 2014’te hayata geçirilen anayasadan en ilerici anayasa diye övünse de Tunus’un devrim sonrası hükümetleri ciddi bir ÅŸekilde baÅŸarısız oldu. Åžiddet içermeye protestılar rutin bir ÅŸekilde ve ÅŸiddetle bastırılır hâle geldi. Tutuklular üzerinde polis ÅŸiddeti ve iÅŸkencesi tüm ülkede, bolca uygulanmaya devam ediyor ve bu durum, otoriter bir devlete mi dönüyoruz konulu sonu gelmez tartışmayı besliyor. 25 Temmuz 2015’te Tunus Parlamentosu ezici bir çoÄŸunlukla, idam cezasını onayan ve terörizmi oldukça üstü kapalı bir ÅŸekilde tanımlayan (aynı Bin Ali rejimi döneminde olduÄŸu gibi düzgün protestocular ÅŸimdi terörizm cezalarıyla karşı karşıya kalabilirler) anti-terör yasasını onaylayınca sivil özgürlüklere en kötü darbeler vuruldu. Aynı zamanda toplumdaki Ä°slamcı-seküler kutuplaÅŸması, Tunus’un ulusal kimliÄŸine; Ä°slam’ın geleceÄŸine ve Arap diline dair çok cezbedici ancak sonuç vermeyen tartışmalara yol açtı. Bunların tümü de din, dil, ırk ve cinsiyet konusundaki azınlıklara artan bir baskıyı ortaya çıkardı.
Ä°ronik bir ÅŸekilde o tartışmaların mühendislerinin bizzat kendileri (yani En Nahda ve Nida partilerinin liderleri ile destekçileri) 2014’teki parlamento ve baÅŸkanlık seçimleri sonrasında koalisyon kurdu. Bu iki eski düşanın mantık evliliÄŸi, politik tavizin, orta ylun ve konsensüs inÅŸa etmenin bir baÅŸka örneÄŸi olarak görüldü ve hâlihazırda Tunus Dörtlüsü 2015 Nobel Barış Ödülü’nü kazandı. Fakat böyle bir ittifakın pratikte denge-fren sistemiyle sonuçlandığını ve muhalefetin rolünü alakasız bir hâle getirdiÄŸini göz önünde bulundurunca diÄŸerleri için bu durum o kadar da büyüleyici deÄŸil.
Nihayetinde Tunus devriminin geleceÄŸini tahmin etmek zor olabilir, özellikle bir yandan Bin Ali’yi tekrar çapırmaya varacak kadar artan ulusal hoÅŸnutsuzluk öyküsüne; öte yandan da Tunus’un iç politikadaki ihtilafları barışçıl ÅŸekilde çözme kapasitesine sahip bir ülke olduÄŸuna dair devam eden global yaklaşıma bakınca. Tunus istisnasının geleceÄŸinin bir illüzyon gelecekle eÅŸ anlamlı hâle gelmemesi için daha yapılacak çok ÅŸey var.
Joumana Haddad
Lübnanlı Yazar
Yabancı arkadaÅŸların Lübnan’a bir ziyaret yapmanın bu aralar güvenli olup olmadığını sorduÄŸunda ne dersin? Onları Beyrut’un heyecanlı gece hayatı konusunda mı aydınlatırsın yoksa Hizbullah’ın Suriye’ye dahlinin tehlikeli sonuçlarından mı bahsedersin? Onlara Chanel ve Louboutin’in burada indirimde olduÄŸunu mu anlatırsın yoksa çöp yığınlarının içinde boÄŸulduÄŸumuzu mu (tam manasıyla)? Onların “sabah yüzüp öğleden sonra kayak yapabileceÄŸini” mi söylersin yoksa bizim vekillerimizin hâlâ bir baÅŸkan seçmeye muvaffak olamadıklarını mı? Bir Lübnanlı olmaktan ne kadar gurur duyduÄŸunu ballandıra ballandıra anlatır mısın yoksa olası bir savaşın patlak vermesi ihtimaline karşı tüm sabahlarını bir B planı hazırlamakla geçirdiÄŸini mi?
Lübnan devrimi mi diyorsun? Kesinlikle acil olarak bir tanesine ihtiyacımız var. Fakat bu herhangi bir yakın zamanda gerçekleşmeyecek, çünkü biz inkârın kahramanlarıyız: Birçok Lübnanlı bunu hayatta kalma güdüsü olarak övüyor ancak bu bizi öldürüyor, adım adım, yalan üstüne yalanla. Bu ülkenin çürüyüşünü eleştiren insanlar, karamsarlıkları ile turistlerin hevesini kıranlar olarak görülüyor. Fakat bunun karamsarlıkla bir alakası yok, buna ancak çirkin gerçekle yüzleşmek denir.
Bizler, yanıbaşımızdaki sözüm ona devrimlerin yan etkisini görüyoruz. Özellikle de Suriye devriminin. Rejim karşıtları ile Esad destekçileri arasında çeÅŸitlilik gösteren, Beyrut duvarlarındaki graffitileri okumak dahi Suriye’deki durumun Lübnan’ın geleceÄŸi konusundaki ağırlığını deÄŸerlendirmek için yeterli. Nerdeyse tüm Lübnanlılar biliyor ki savaÅŸ her an Beyrut’a ithal edilebilir. Bugün Suriye’deki asıl felaket insanidir, sokakları kanla yıkamak rutin hâline geldi. Ölümün kokusu her yerde, her saniye Suriyeliler ölüyor. Ä°nsanlar deÄŸersiz sinekler gibi öldürülüyor çünkü bir yandan mücrim bir diktatör iktidardan düşmek istemiyor ve bunun için kitlesel cinayetler iÅŸliyor; öte yandan bizi 500 yıldır geride bırakan dinci ekstremistler, dünyayı Ä°slam adına yok etmek isteyen bölgesel müttefiklerince ağır silahlarla donatılıyorlar. Arap dünyasında bu model daha kaç kez tekrar edilmeli? Daha kaç kez insanlar bir canavarla öteki canavar arasında seçim yapmaya zorlanmalı? Ve bu kargaÅŸanın asıl kurbanı kim?
Hepimiz iyi biliyoruz ki asıl kurbanlar sivillerdir. Çok olmadı, onlar burada, Lübnan’dalardı. Onlar isim, kimlik, hayal ve sevgi sahibi olmayı bırakmış salt “maÄŸdurlardı”. Onlar sadece “kutsal davayı” gerçekleÅŸtirmek adına “ödenmesi gereken bedeldi”. Ve ölüm, onların acı dolu, sağır edici derecede sessiz bedenleri gibiydi.
EÄŸer merak ederseniz söyleyeyim, yukarıda söylediÄŸim mecaz deÄŸildi. Aynen sabahlarımı Lübnan’da bir savaÅŸ patlak verir diye B planı hazırlamakla geçirdim. BaÅŸka bir ülkeyi, biraz ÅŸansı ve uyum saÄŸlamak konusuna ayak uydurmayı içeren bir plan. Çünkü biliyorum ki Fransız yazar Jean Giraudoux’un zekice belirttiÄŸi gibi, Lübnan’da barış sadece iki savaÅŸ arasındaki süredir. Bir devrim için bu nasıl?
Kaynak: The Guardian, Dünya Bülteni
Henüz yorum yapılmamış.