Dünya
Central Park, siyahilerden gasp edilerek yapılmış
Barbara Speed, Central Park'ın bilinmeyen tarihine ışık tutuyor
19. yüzyılın ortalarında, New York şehri bir parka ihtiyacı olduğu kararına vardı. Şehir hızla büyüyordu ve herkes şehrin Avrupa'daki rakiplerinin bu konuda üstün olduğunun farkındaydı. 1845'te New York Evening Post gazetesinin editörü Amerikan Bağımsızlık Günü'ne özel kaleme aldığı baş makalesinde Britanya'nın hektarlık parklarını kıskançlıkla methederken "Bu parklar Londra'nın ciğerleri olarak adlandırılmıştır." demişti.
Britanya kıskançlığının ötesinde, şehir merkezinin değişmesi sorunu söz konusuydu. Bir zamanlar şık kadınların gezintiye çıktıkları yerler yeni bir göçmen kalabalık, sanayi kaynaklı gürültü ve dumanlarla dolup taşmıştı. New York's Cenral Park kitabının yazarı Louise Chipley Slavicek'e göre park yanlısı lobi çoğunlukla kendileri ve ailelerinin sosyalleşip gezinti yapabileceği şık, güvenli bir yer arzusunda olan zengin tüccarlar, bankacılar ve toprak sahiplerinden oluşuyordu.
Ve nihayet 1851'de şehrin belediye başkanı Ambrose Kingsland bir parkın kurulmasını kabul etti. 1854'e kadar şehir halkı bugün 59. ile 106. cadde arasında kalan adanın merkezindeki geniş toprak parçasında karar kıldı ve parkın inşasına başlandı. (Park zamanla kuzeye yönünde dört blok daha genişledi) Bugün hala yerli yerinde olan parkı herkes çok seviyor: şehrin asırlardır devam genişlemesine rağmen, park kalabalıklaşan Manhattan caddelerinin arasındaki büyük bir yeşil alan olarak kalmayı başardı.
Lakin hikayenin başka bir tarafı daha var. Park yapma kararı alındığı vakitlerde Manhattan'da yeteri kadar boş arazi kalmamıştı. Bundan dolayı üzerinde 264 nüfuslu Seneca Köyü'nün en büyük yerleşim olduğu arazi seçildi. Hükümete şahsa özel arazilere kamusal amaçlar için el koyabilme yetkisi veren kamulaştırma yasası adı altında araziye el koyuldu. Köy sakinleri hem boşaltma emri hem de arazileri için kendilerine önerilen tazminat miktarına karşı mahkemeleri birçok kez protesto etti. Ama neticede hepsi yerlerine terk etmek zorunda kaldı.
Nüfusun üçte ikisi siyahi, geri kalanı İrlandalıydı. Üç kilise ve bir de okul vardı. Ve hane sahiplerinin yüzde ellisi üzerinde yaşadıkları toprağın da sahibiydi. Bu gerçek sakinleri "işgalci", yerleşimi de "zenci köyü" şeklinde tanımlayan medya tarafından görmezden gelinmişti.
Eğer parkı ömrünün ilk 150 yılında ziyaret ettiyseniz, böyle bir köyün mevcudiyetinden haberiniz olmazdı. Seneca Köyü Projesi adındaki bir grubun köyün "Bir ihtimal Manhattan'ın ilk önemli Afroamerikan mülk sahiplerinden müteşekkil, benzersiz bir topluluk" şeklinde tanımladığı küçük bir tabelanın parka dikilmesi için harekete geçmesi ancak 2001 senesinde oldu.
1990'ların sonunda bir takım arkeolog ve tarihçi tarafından kurulan grup o tarihten beri köyü kültürel bilince tekrar kazandırmayı başardı. Grup 2011'de Seneca Köyü ve sakinleri hakkında daha çok şey öğrenmek için Central Park'ta arkeolojik kazı yapma iznini de elde etti.
Antropolog Diana Wall projenin kurucu üyelerinden biriydi. Bana kazıların yerleşim hakkındaki bilgileri pekiştirmemizi sağladığını söyledi. Köyü ilk duyduğunda kendisi bile bunun bir "şehir efsanesi" olabileceğini düşünmüş:
"Arkeolojinin sevdiğim tarafı sonucunda isimleri olan ailelerle ilgili konuşabilmeniz ve hayatlarının vaziyetiyle ilgili bir şeyler öğrenebilmeniz."
Esasında Seneca Köyü'yle ilgili kayıt altına alınmış birçok şey var: Ekseri sakinin toprak sahibi olması meskun mahallin çokça kırtasiye işinin olduğu anlamına geliyordu. Gelecekte antropolog Wall ve meslektaşları köy ve sakinleri hakkında bir film çekmeyi ve kitap yazmayı ümit ediyor. Proje birkaç yılda bir, genellikle Ullusal Bilim Vakfı'ndan (National Science Foundation) olmak üzere, ödenek alıyor. Bu da film ve kitap hedefine daha çok yaklaşılması demek.
Peki kuruluşundan beri milyonlarca insanı tadını çıkardığı bir park için 19. asırda yerle bir edilip yok edilen küçük bir köy niye önem arz ediyor? Diana Wall bu sorunun cevabını ülkenin ilk zamanlarındaki Afroamerikalıların toplumsal hayattaki rollerinin silindiğine dair daha geniş bir anlatımla veriyor: "New York'ta bir zamanalr Afroamerikalıların yaşadığı inkar edildi." 1991'de City Hall'un kuzeyinde yeni bir iş merkezinin inşası sırasında bir köle mezarlığı keşfedildi. Bu, Amerikan Devrimi'ne kadar New York nüfusunun yaklaşık dörtte birinin siyahi olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu.
O halde neler olmuş olabilir sorusu akıllara geliyor. Central Park'taki tabelanın sonunda yer alan masum bir ifade şöyle diyor: "Seneca Köyü sakinleri ve kurumları başka bir yerde o uzun ömürlü topluluklarını yeniden kurmadılar."
Diana Wall'a göre Seneca Köyü'nün trajedisinde kilit ifade bu. New York'taki Afroamerikalılar üzerine yazdığı bir makalede 1827'deki köle özgürlüğünden sonraki yıllarda bir Afroamerikan olarak hayatına devam etmenin en güvenli yolu ayrı, kültür ve dil olarak çevresinden farklı bir bölgede yaşamaktı. Seneca Köyü'nün yok edilmesi Wall'un nüfus kayıtlarına dayanarak "siyah orta sınıf" olduğuna inandığı güvenli bir sığınağın da yok edilmesi demekti. Wall şimdi şöyle diyor:
"Sakinlerin büyük bölümü New York'a sadık kaldı [köy yıkıldıktan sonra] ama bir arada kalmaya devam etmediler. Trajik de olan da bu: bu bir topluluktu ve sonra topluluk yok oldu."
Seneca Köyü Projesi'nin bir diğer kritik yönü köyde yaşamış olanların soy ağacını çıkartmak ve aynı soydan gelip hayatta olan birisini bulmak. Maalesef şimdiye dek bu teşebbüs başarılı olamadı.
Manhattan'ın orta yerinde Afroamerikan toprak sahiplerinden oluşan bir topluluk bugün çok farklı bir New York, hatta çok farklı bir Amerika meydana getirebilirdi. Belli bir topluluğu yerinden söküp atmak veya sosyal konutların üzerinden buldozerle geçmek gibi görünürde küçük kararların bir şehri sonsuza dek değiştirebileceğine dair öğretici bir ders. Tüm o sosyalleşme ve gezintiler için değer miydi, insan merak etmiyor değil.
Kaynak: Citymetric
Dünya Bülteni için tercüme eden: Mustafa Doğan
Henüz yorum yapılmamış.