Sosyal Medya

Güncel

'Liberallerle muhafazakârların artık tek farkları aylık gelirleri'

Sosyolog Fatma Barbarosoğlu’na göre, Türkiye çok yoğun bir değişimden geçiyor. Barbarosoğlu “Türkiye’de artık ahlaki değerler bakımından liberallerle muhafazakârlar arasında fark yok. Farkı yaratan, aylık gelirleri. Aylık geliri 5 bin doların üzerinde olanların kullandığı bir dil var, bunun muhafazakârı, sosyalisti, liberali olmuyor” diyor.



Fatma BarbarosoÄŸlu, sosyolog, yazar, edebiyatçı. Yıllardır Yeni Åžafak’ta köşe yazıyor, son 1 senedir de Nihayet dergisini çıkarıyor. Siyasetten çok günlük ama hayati meselelere kafa yoruyor. Toplumu, sokaktaki sıradan insanları, sorunlarını, nasıl deÄŸiÅŸtiÄŸimizi irdeliyor. Son kitabı Hayat Teselli Olmaktır’da da gündelik hayattaki küçük yaÅŸanmış hikayeler üzerinden Türkiye toplumuna “insan tükenmez” diyor. BarbarosoÄŸlu ile GüneydoÄŸu’da yaÅŸananlar karşısındaki çaresizlik hissinden muhafazakâr kesimin lüks tüketim sorununa, internet devriminin bizleri nasıl dönüştürdüğünden yanlış 28 Åžubat okumalarına kadar pek çok ÅŸeyi konuÅŸtuk.

Kitaptaki yazılar aslında Türkiye’nin nasıl deÄŸiÅŸtiÄŸine de ışık tutuyor. Ama “bekçi zihniyetin” her daim egemen olduÄŸundan söz ediyorsunuz. Ä°nternet devrimi yaÅŸanıyor, yasaklar kalkıyor, hayatlarımız özgürleÅŸiyor ama zihinlerimiz özgürleÅŸemiyor sanki. Neden?

Bu biraz Türkiye’nin konumuyla da alakalı. Maalesef etrafımızdaki ateÅŸten dolayı gittikçe bir OrtadoÄŸu ülkesi oluyoruz. Güvensizlik ve korku algıyı deÄŸiÅŸtiriyor. O korkuyla kendimiz dışındaki her ÅŸeyi tehlikeli görmeye baÅŸlıyoruz. Halbuki güvensizliÄŸi aÅŸmanın birinci adımı, güvenmektir. Etrafımızdaki savaÅŸlar, Libya, Mısır, Suriye derken, hepimizde bir tekinsizlik hali var. Medya gidiÅŸatın kodlarını yanlış okuyor. Mesela bir terör olayı oluyor. Bütün gün ve bütün gece ekranlarda, o terör olayını kim, neden yaptı, nasıl yaptı sorularına cevap aranıyor. Halbuki daha önemli olan, hayatımızı güvenlikli bir ÅŸekilde nasıl sürdüreceÄŸiz sorusu. Güven damarını ayakta tutmalıyız.

Kitaptaki yazılar neyi anlatıyor?

Duygularımızın gündelik hayattaki yerine dair tarihi bir malzeme bırakmak istedim duyduklarımdan, gördüklerimden ve okuduklarımdan. Doktora tezimi yazarken, bunun büyük eksikliÄŸini hissettim. Osmanlı son döneminin gündelik hayatına dair çok az veri vardı. Otobüsname kitabımda, 2003’e kadar toplu taşıma araçlarındaki gözlemlerimi toparladım. Henüz cep telefonunun, akıllı telefonların bu kadar hayatımıza girmediÄŸi zamanlardı. Ä°yi ki o yılların toplu taşıma kaydını tutmuÅŸum diyorum. Åžimdi de minibüse biniyorum ama Otobüsname tanıklıklarına pek rastlamıyorum artık. Cep telefonunun iliÅŸkilerimizi nasıl deÄŸiÅŸtirdiÄŸini görüyorum. Çok deÄŸil sadece bir kaç yıl sonra Hayat Teselli Olmaktır kitabının içindeki tanıklıklara bütün onları yaÅŸamış ve kaydetmiÅŸ biri olarak bizzat kendimin ÅŸaşıracağını tahmin ediyorum.

Mesela düşünce dünyasında, aydınlar cephesinde ne değişti?

Ä°nsanlar ideolojik olarak birbirlerini takdir ediyorlar. Ä°nsani olarak hazzetmedikleri halde ideolojik olarak onu korumaya alıyorlar. Edebiyattan sosyolojiye kadar her alanda ortadaki ürüne bakmıyoruz. Mesela üniversitelerin sayısı arttıkça ilmi çalışmalar sıkıntıya uÄŸruyor. Bir üniversiteyi kurumsal olarak kaliteli yapan hocaları ve kütüphanesidir. Pek çok üniversitenin kütüphanesi yok. Düğün salonundan bozma yerler… Åžimdi kiminle konuÅŸursanız konuÅŸun, hemen birkaç adım sonra ÅŸu cümle geliyor: Biz ne ara bu kadar bölündük? Bu “ne ara”yla alakalı bir ÅŸey deÄŸil, kalite ile alakalı. Biz ne zamandan beri kalitesiz iÅŸleri seviyoruz? DoÄŸru soru bu aslında.

Sizce şu anda toplumda entelektüel anlamda ciddi, verimli, insanların zihninde çığır açacak fikir tartışmaları yapılıyor mu?

Okuduklarımızdan, seyrettiklerimizden, dinlediklerimizden bakınca bence sıkıntı şu: Sorumuz yok. Sağcı, solcu, liberal diye ayırmıyorum. Çok yoğun bir değişimden geçiyoruz. Sadece siyasi, jeopolitik değil, her türlü sınırların değiştiği bir dünyadayız. Bu değişimin üzerine konuşabilmek için önce tasvir etmemiz gerekiyor. Sorun nedir? Bu sorunu ortaya çıkaran şartlar nelerdir? Bu sorun ile başa çıkma yöntemleri neler olmalıdır? Önümüzde sorun olarak duran şeyin geçmişte bir karşılığı var mıydı? Ama biz ne soruları seviyoruz ne cevap arayanları. Sorunlarımızla başa çıkmak için mesuliyet almak yerine birinin bize ne yapmamız gerektiğini söylemesini bekliyoruz. Aşırı itaatkârlık ile mesuliyet almama konusunda muazzam bir geçişgenlik olduğunu düşünüyorum.

 

Bu yaklaşıma bir örnek verebilir misiniz?

Mesela Türkiye'de muhafazakâr kesim her türlü yozlaÅŸmayı 28 Åžubat üzerinden okuyor. Bu sosyolojik olarak imkansız. Siyasi bir deÄŸiÅŸimin her ÅŸeyi bu kadar alt üst etmesi, bütün kılcal damarlara iÅŸlemesi mümkün deÄŸil. Oysa biz 28 Åžubat ile internet devrimini aynı anda idrak ettik ve muhafazakârların 28 Åžubat'a hamlettiÄŸi ÅŸeylerin önemli bir kısmı aslında internet devriminin neticesi. O kadar derin bir 28 Åžubat etkisi olduysa niye romanı yazılamadı? Neden solcular 12 Mart’ın roman olarak kaydını tutabilmiÅŸtir de Ä°slamcılar 28 Åžubat’ın kaydını tutamamıştır? Mesafe sıkıntısı var. 28 Åžubat’a iki adım geriye çekilerek bakmak gerekiyor.   

“Kullandığımız teknoloji bizi dönüştürüyor”

28 Şubat ya da yasaklarla mücadele dönemlerinde muhafazakar kesimde ciddi bir okuma, kendini geliştirme çabası vardı. Normalleşmeyle birlikte o dönemki birikimler üretime dönüştü mü?

Acaba internet devrimi olmasaydı, baÅŸka türlü olur muydu? 28 Åžubat'ta biz, en yoÄŸun kamusallığı ATV'nin Siyaset Meydanı'nda yaÅŸadık. Lise öğrencisi de, ev kadını da gece üçe kadar ekranın başında kendilerine en uzak kiÅŸilerin fikirlerini dinledi. Medya üzerinden gerçekleÅŸtirdiÄŸimiz en baÅŸarılı edebi kamu örneklerinden biridir Siyaset Meydanı. Acaba o dönemde günümüzdeki kadar kanal sayısı ve sosyal medya olsaydı, herkesin elinde bir akıllı telefon olsaydı, Türkiye bir tartışma programı etrafında bütünlenebilir miydi? “Ayrıştık, bölüştük” ÅŸikayetlerini sadece siyasi olarak okumamak gerek. Toplumsal deÄŸiÅŸimleri gözden kaçırdığımızda, “iktidar geldi, kutuplaÅŸtık” ÅŸikayetinin içine düşeriz. Kullandığımız teknoloji bizi dönüştürüyor. Ama biz bunu kabul etmeyerek suçu baÅŸkalarına atıyoruz. Aslında bu olgunlaÅŸmamış toplum tavrı. Suçu baÅŸkasına atan küçük bir çocuk gibiyiz. Hep baÅŸkaları bir ÅŸey yapıyor. Bizim hiçbir sorumluluÄŸumuz yok. O birikimler üretime dönüştü elbet. Ama üretim sürekli olacak mı? Kesintiye uÄŸradı mı? Okumamayı iktidar ile deÄŸil teknoloji ile baÄŸlantılı olarak deÄŸerlendiriyorum. Gençler gün içinde yüzlerce cümle okuyor. Birbirini sıfırlayan sosyal medya cümleleri. Küresel dünyanın çok satan kitapları peynir ekmek gibi satılıyor? Peki son on yılda edebi kamuya kaç yazar dahil oldu. Sorunuzun cevabı burada gizli.

Sizce bir kutuplaşma var mı Türkiye'de?

KutuplaÅŸma için bir iddianın olması gerekiyor. Biri bir ÅŸey diyecek, diÄŸeri baÅŸka bir ÅŸey diyecek. Halbuki ÅŸu anda kutuplaşıyormuÅŸ gibi görünen/resim veren tarafların iddiası, önermesi yok. Åžu anda toplum bir münazara seviyesinde bile deÄŸil. Mesela hükümetin Türk ailesini korumak için getirmeyi planladığı düzenleme. Bir sosyal bilimci bunu sadece hükümetin dizi filmlere getirdiÄŸi eleÅŸtiri üzerinden tartışıyor. Sanki Türk dizileri muazzam güzel ÅŸeyler sunuyormuÅŸ gibi… O dizilerin alt metninin olmaması, dizilerin o kadar uzun sürelere yayılmış olması, set işçilerinin, sanatçıların açmazları onu hiç ilgilendirmiyor. Türkiye insanı diziyi gerçek gibi yaşıyor. Bireyler arası iliÅŸkileri diziler fazlasıyla yönlendiriyor. Siyasi özneler dizileri eleÅŸtirince, sosyal bilimciler sırf iktidar ile aynı tarafa düşmemek için hiç benimsemedikleri konularda bile aşırı korumacı bir tavır takınıyor.

Bu ayrışma sokakta var mı?

Toplumdaki kutuplaşmadan ziyade bizim üzerinde durmamız gereken sıkıntı şu: Türk insanının giderek psikolojisi bozuluyor. Herkes kavga etmeye hazır vaziyette, mutsuz.

Neden?

Öfke ve ÅŸiddet haberleri ile ÅŸarj oluyoruz. Bir günde o kadar çok ÅŸiddet haberi alıyoruz ki… EÄŸer o gün Türkiye'de bir taciz, tecavüz haberi yoksa, Hindistan'daki benzer bir haber de tüm teferruatıyla altı kere verilebiliyor. Evlilik programları ayrı bir alem... Ä°stanbul zaten 7/24 uyanık, her an trafik var. Gündelik hayatımızın bir parçası olan ve siyasetle ilgisiz ÅŸeyler siyasi tartışmalardan daha çok etkiliyor.

Pek çok insan için AK Parti Türkiye'nin sahip olduklarının ya en büyük garantisi ya da en büyük tehdidi. Yarın AK Parti yerine başka bir parti çıksa yine aynı sorunları yaşayacak mıyız?

Elbette. Partilerin ismi ve yöneticisi deÄŸiÅŸiyor ama seçilenler ve seçenler deÄŸiÅŸmiyor. Hatırlayalım...Turgut Özal'ı da hem çok sevenler hem de sevmeyenler vardı. Özal hakkın rahmetine kavuÅŸtu ama o dönem mayası çalınan ÅŸeyler devam ediyor. Bizim sıkıntımız herkesin yukarıdaki birilerine mesuliyet yüklemesi. Çünkü kendisi mesuliyet almak istemiyor. Mesela üç çocuk sahibi olma meselesi. Putin de söyledi aynısını. Büyük devletler çok nüfus ister ama ErdoÄŸan söyleyince olay oluyor. ErdoÄŸan’ı sevenler söylediklerini çok ciddiye alıyor. ErdoÄŸan’ı sevmeyenlerse sevenlerinin onu aşırı ciddiye almasına aşırı öfke duyuyor. Kimsenin sevgisine ya da nefretine karışamayız ama aşırı övgüsüne ve hakaret etmesine karışabiliriz çünkü bunlar adabımuaÅŸerete aykırıdır.

Bu tür olayların en sık yaÅŸandığı ortam, sosyal medya. Troller de oradaki sorunun önemli parçalarından... Bu trollere neden “dur” denilemiyor?

Trollerin bir merkezden maaÅŸ aldığını iddia edenlere sonuna kadar inanan insanlar, trollerin durdurulabileceÄŸini düşünebilir ancak. Trollerin “memur” deÄŸil fevri bireyler olduÄŸunu kabul edersek, onların durdurulmasını kimden/kimlerden bekleyeceÄŸiz? Adam nefret tivitleri attıkça takipçi kazanıyor. Bizim yaÅŸamak deÄŸil, biriktirmek hastalığımız var. Para, şöhret biriktiremeyenler takipçi biriktiriyor. Eskiden ‘sen benim kim olduÄŸumu biliyor musun’ efelenmesi vardı. Åžimdi 'sen benim kaç bin/yüz bin/milyon takipçim olduÄŸunu biliyor musun' efelenmesi var.

Öfke dili, karşılıklı artan tehditler mütedeyyin kimlikle örtüşüyor mu? Bu çelişki yaşanıyor mu sizce?

Sanmıyorum. Çünkü genel anlamda bütün dünyada bir erkeklik krizi var. Ben bunu azalan erkek kimliÄŸi olarak kavramlaÅŸtırdım 2006’da. Pek alıcısı çıkmadı. Azalan erkek kimliÄŸini merkeze almayınca, bu öfkeyi anlayamıyoruz. Modern zamanlarda erkeklerin kendilerini ifade etme imkanları azalıyor. Mesela ekonomide hizmet sektörünün yeri artıyor ama o sektörde kadınlar daha iyi. Ä°nternet devrimiyle aynı anda pek çok iÅŸ yapılıyor, halbuki erkekler bir kaç zamanı birlikte yaÅŸayamıyorlar. SavaÅŸlarda bile erkeklerin becerileriyle kazanılacak kısım azalıyor. Ä°nsansız hava araçlarıyla savaşın dili bile deÄŸiÅŸti. 21. yüzyıl artık kadınlardan yana bir yüzyıl.

“Erkekler daha zayıf, dayanıksız”

Eğitim anlamında muhafazakâr kızların kendilerini erkeklere göre daha iyi yetiştirdiklerini düşünüyor musunuz?

Şöyle söyleyeyim, daha dayanıklı olduklarını düşünüyorum. Daha mücadeleciler. Dönemin ruhu da bu mücadele konusunda destekliyor kızları. Ama erkekler daha zayıf, daha dayanıksız.

 

Neden?

2009’da Ä°zmir Havaalanı’nda uçağımı beklerken iki gencin sohbetine kulak misafiri oldum. Askerlikten, üniversite mezunu çocukların ÅŸehit haberlerinden söz ediyorlardı. O an anladım ki, biz Türkiye’de genç erkek olmanın neye tekabül ettiÄŸini bilmiyoruz. Hazır kalıplarla konuÅŸuyoruz. EÄŸitimsizseniz, 18 yaşında askere gitmek durumundasınız. Arkadaşınızın, akrabanızın ölüm haberini ala ala askerlik yaşınızı bekliyorsunuz. EÄŸitimliyseniz, askere gitmemek için eÄŸitimi uzatmaya çalışıyorsunuz. Bu coÄŸrafyada genç erkek olmak çok zor. Yakınlarda ÅŸahit olduÄŸum bir olay beni çok etkiledi. Bir tanıdığımın arkadaşını akıl hastanesine yatırdılar. SevdiÄŸi çocuk bordo bereli ve günlerdir haber alamıyor. Çocuk bordo bereli ama ailesine yüksek lisans yapıyorum, diyormuÅŸ. Biz bunları hiç bilmiyoruz.

Ve genelde insanların duyarsızlığından dem vuruluyor.

Evet, insanlar “duyarsız” diyoruz ama bir yandan duyarlı olunca ne yapacağımızı da bilmiyoruz. Mushaf’ını boynuna asıp evini terk eden o yaÅŸlı adam... Kendimi empati kurarken buluyorum, lakin postmodern zamanlarda empati kör kuyuya düşmek gibi bir ÅŸey. Çıkamıyorum o kuyudan. Kendimi suçlu hissediyorum. Her seferinde üzüntüm  ve kederim az geliyor. Yeteri kadar üzülmedin diyorum kendime. Yeteri kadar bir ÅŸey yapmadın. “Yeteri kadar” nedir? Onu da bilmiyorum. O kadar çok acıya tanık ediliyoruz ki aÄŸlamaktan baÅŸka hiçbir ÅŸeye gücümüz yetmiyor.

Neye ihtiyacımız var?

Bizi birbirimize yaklaÅŸtıracak eserlere, kiÅŸilere, olaylara velhasıl toplumsal dayanışmaya ihtiyacımız var. Farklılıklarımızı koruyalım. Farklılıklarımızı korurken sen ile ben, biz ile onlar arasındaki saygı mesafesini de koruyalım. Hani anneler der ya “abisi, kardeÅŸin sana öyle demek istemedi”. Ä°ÅŸte bizim de bizi birbirimize yakın eyleyecek “mütercim”lere ihtiyacımız var. Öfke dilini idrak diline, hal diline tercüme edecek insana/insanlara ihtiyacımız var. 

Peki, kim bu?

Aydınlara bakıyorum idrak tutulması ve tasvir sıkıntısı ortaya çıkıyor. Halkın kelimeleri yeterli deÄŸil. Siyasiler eylem, proje üretememe yetersizliÄŸini öfke ve hakaret dili ile görünmez kılmaya çalışıyor. Umutsuz deÄŸilim lakin. Birisi çıkacak muhakkak. ÇaÄŸlar boyu böyle oldu. YaÅŸadığımız dönemin de bir Nasrettin’i bir Mevlana’sı, bir Yunus’u, bir Hacı BektaÅŸ’ı, bir Sadreddin Konevi’si var muhakkak.

Çaresizlik hissi neredeyse herkeste hakim. 50 gündür sivillerin evlerini terk etmek zorunda kalışı veya çocuk cesetlerinin kıyılara vurması adeta normalleşiyor.

Maalesef. Nihayet dergisinde Suriyelilerle ilgili “çanta kadar hayat” diye bir yazı yayınlamıştık. Åžimdi aynı ÅŸey burada, ülkemizde oluyor. Ve biz bu esnada indirimli satışlardan kendimize ayakkabı alıyoruz, yemeÄŸe gidiyoruz, misafir ağırlıyoruz. Ama bunu yaptığımız için de suçluluk duyuyoruz. BaÅŸka bir ÅŸey de yapamıyoruz. Un, süt, yaÄŸ var ama birisi de kalkıp helva karsın. Bunu karacak olan siyaset deÄŸil, toplumsal dayanışma. KeÅŸke Türkiye’de bütün kadınlar yardımın dili konusunda bir ÅŸey üretebilse… Mesela evlerini bırakmak zorunda kalan insanlara öyle bir ÅŸey yapalım ki geldikleri yerde kendilerini iyi hissetsinler. Lüksümüzden vazgeçtiÄŸimizde herkese yetecek kadar paramız olduÄŸunu idrak edeceÄŸiz. Benim ağırıma giden, muhafazakâr kesimde gittikçe artan lüks tüketim.

“Mahremiyet kodları deÄŸiÅŸti”

AK Parti’nin iktidara gelmesinden sonra muhafazakâr kesim daha görünür oldu, güce ve iktidara daha yakınlaÅŸtı. Nasıl tecrübelerden geçti?

Muhafazakâr kesim gittikçe daha çok görünür hale geldi çünkü Türkiye’nin ve dünyanın mahremiyet kodları deÄŸiÅŸti. Hızlı deÄŸiÅŸimin arka planında Özal döneminde baÅŸlayan tüketim toplumuna geçiÅŸin etkilerini, Refah Partisi’nin kitlelere sunduÄŸu “anlattığım hikayenin öznesi sensin” rüyası ve internet devrimini bir arada düşünmek gerekiyor. Küresel dünyada bütün sınırlar ortadan kalkarken, mahremiyeti/gizliliÄŸi/görünmeden yaÅŸamayı sürdürmek pek kolay deÄŸil. Eskiden insanlar ünlülerin bir fotoÄŸrafını görmek için beklerken, ÅŸimdi hepsi sosyal medya hesaplarından yediÄŸini, içtiÄŸini paylaşıyor. Herkes her ÅŸeyini göz önünde yaÅŸamaya baÅŸladı. Tabii ki bu muhafazakârları da etkiledi. Türkiye’de artık ahlaki deÄŸerler bakımından liberallerle muhafazakarlar arasında fark yok. Farkı yaratan, aylık gelirleri. Aylık geliri 5 bin doların üzerinde olanların kullandığı bir dil var, bunun muhafazakarı, sosyalisti, liberali olmuyor. Bir de aylık geliri 800-1000 TL olanlar var. FakirliÄŸin dili, eÅŸitleyici bir dildir, bunun saÄŸcısı solcusu olmaz. Zenginlik, imkanların sınırsızlığı ile eÅŸitliyor. Bunun da saÄŸcısı, solcusu, muhafazakarı yok. Geriye kalıyor orta sınıf. Sorun ÅŸu ki bütün dünyada orta sınıflar eriyor. Oysa yürünen yolun, aşılan dağın resmini verecek olan kesim sadece orta sınıftır.

Mahremiyet algısı nasıl değişti?

20 yıl önce, muhafazakârlar birbirlerinin evlerine gittiÄŸinde, kadınlar ve erkekler ayrı otururdu, ÅŸimdi Facebook’tan birbirlerini ekliyorlar ve her ÅŸeylerini paylaşıyorlar. Geçtim ideolojik kırılmayı, bireyin kendi içindeki kırılma baÅŸlı başına bir sorun. Bir insanı dindar - Müslüman, Hıristiyan vs - yapan husus, mahremiyet kodlarıdır. Dindar bir insan mahremiyete önem verir. YediÄŸini göstermez özenilmesin diye, vücudunun belli yerlerini sınırlamak zorundadır çünkü mensubu olduÄŸu din bunu ÅŸart koÅŸmuÅŸtur, baÅŸkasının hakkında konuÅŸmaz çünkü kul hakkına girmek büyük günahlardandır. Facebook kullanımı bütün bunları imha ediyor. Siyasi deÄŸil ama sosyal kırılma kısmı çok ciddi. Siyasi kırılmalar hallolabilir, bir devrime bakar her ÅŸey. Ama sosyal kırılmaları bir devrimle düzeltemezsiniz.

Sizce muhafazakâr kesim bu tespitleri tartışıyor mu?

GerektiÄŸi kadar tartışılmıyor. Çünkü terör olayları iliÄŸimizi, kemiÄŸimizi kurutuyor. Orada bir çocuk intihar etmiÅŸken, onlarca asker ÅŸehit olmuÅŸken, siz lüks tüketimi yazamıyorsunuz. Otokontrol deÄŸil, bazen üzüntü her ÅŸeyi engelliyor. “Eskisi kadar tesettüre uygun giyinmiyoruz” diye ÅŸikayet eden kadınlara kulak misafiri oluyorum zaman zaman. Aslında mesele tesettüre uygun giyinmek deÄŸil, hayatın anlamını bulamama meselesi. Bir ÅŸey üretemiyorsanız, hayatın anlamını bulamazsınız. TükettiÄŸimiz ÅŸey, para deÄŸil esasında, en çok kendimizden tüketiyoruz. Ä°stediÄŸiniz kadar lüks alın, en vurdumduymaz insanda bile o harcama bir vicdan azabı olarak çöker içine. Türkiye’de kadınların üretme sıkıntısı var. Ãœretemedikleri için tüketerek var olmaya çalışıyorlar.

Başörtüsü yasaklarıyla ilgili sorunlar çözüldü. Muhafazakâr kesimde, “Bu kazanımlar bir gün kaybolabilir” kaygısı var mı?

Bilmiyorum.

Sizin böyle bir kaygınız var mı?

Fransız Ä°htilali’nden, Sanayi Devrimi’nden bu yana, dünya ‘bir ÅŸey deÄŸiÅŸir, her ÅŸey deÄŸiÅŸir’ frekansında yaşıyor. Asla "asla" dememek gerekiyor bu anlamda. Fakat beni düşündüren baÅŸka ÅŸeyler var, yasak olmadığı halde kızların başını açması gibi.

Kitapta da başını açan biri hakkında konuşan iki kızın sohbetini anlatıyorsunuz. Niye açıyorlar başlarını?

Aşırı süslü başörtülülere verilen bir tepki var. Popüler Instagram hesaplarına baktığınızda şöyle yanıltıcı bir analiz çıkıyor ortaya. Sanki ÅŸu anda bir yerlere gelmiÅŸ babaların kızlarının tek derdi, bir defile yapmak, tasarımcı olmak. Öyle deÄŸil aslında. Genetik mühendisliÄŸinden tıbbi araÅŸtırmalara kadar, sosyal bilimlerde yüksek lisanstan doktora yapanlara kadar pek çok kız var ama nasıl seçimlerden önce Twitter bizi yanılttıysa, Instagram’da da ÅŸu an durum öyle. Tüketerek görünür olanların, üreterek yaÅŸayanları görünmez kıldığı bir çaÄŸdayız.

Kaynak: Al Jazeera

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.