Işid'e İslami yanıt nasıl olmalı?
Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden Prof. Şaban Ali Düzgün, IŞİD’e dini yanıtın nasıl verilebileceğini anlattı. İslam âlimlerinin IŞİD ile baş etmeye çalışırken neden zorlandığını anlattı.
Yakınları, özellikle çocukları IŞİD’e giden aileler bize çocuklarının gitme kararlarını Kur’an’a dayandırdığını söylediler; onlarla dini tartışmalara girdiklerinde çaresiz kaldıklarını ve bu konudaki bilgilerinin bazen yetmediÄŸini belirttiler. Ailelerin bazılarına göre, eksik ya da yanlış dini bilgi çocuklarını IŞİD’e götürdü.
Ankara Ãœniversitesi Ä°lahiyat Fakültesi’nden Prof. Åžaban Ali Düzgün de, ana akım Ä°slam’ın IŞİD ve benzeri örgütlerle mücadeleye hazır olmadığını ve âlimlerin IŞİD ile baÅŸ etmede zorlandığını kabul ediyor. “Sonsuz ilahî kudreti temsil eden bir güç kaynağı olarak Kur’an’ın, ehil olmayan zihinler tarafından araçsallaÅŸtırılmasını önlemek için ne yapılmalıdır?” diyen ve bu soruya yanıt arayan Düzgün’e göre, “ekonomiden, sosyal yapıdan, coÄŸrafyadan kaynaklı sorunların dinden bağımsız olarak öncelikle masaya yatırılması” gerekiyor.
Türkiye’den IŞİD’e katılmak için gidenlerin aileleriyle görüşmeler yaptık. Aileler bize, “çocuklarımız gitmeden önce IŞİD’in yaptıklarını açıklamak için Kur’an’ı referans gösterdiler ve biz çaresiz kaldık, onlara söyleyecek bir ÅŸey bulamadık’ dediler. Bu aileler çocuklarına ne anlatabilirdi ya da ne anlatmalı?
Şüphesiz, söylenen her sözün bir niyeti, amacı vardır. Bu yönüyle Kuranı Kerim’in de pasif bir söz olmadığı, muhatabını harekete geçirdiÄŸi anlaşılabilir bir ÅŸeydir. Kur’an’ın bir eyleme yönlendirirken nasıl bir yol takip ettiÄŸi incelendiÄŸinde, farklı mezhep, meÅŸrep yahut grupların tutumlarını deÄŸerlendirme imkânı bulabiliriz.
Kur’an önce insanın aklına, zihnine hitap ederek onda kesin bir bilgi yaratmakta, sonra da bu bilgiyi kalbe baÄŸlayarak onu eyleme yönlendirmektedir. Kur’an Kehf Sûresi 13. Âyeti’nde genç maÄŸara arkadaÅŸlarından ashab-ı kehf’ten bahsederken onların eylemden önce bilgi kesinliklerine iÅŸaret etmektedir. Kur’an’ın eylem insanlarına önerdiÄŸi yöntem budur. Ä°nsan kesin inanca sahip olmadan ve bu inancın yönlendirdiÄŸi eyleme giriÅŸmeden önce kesin bilgiye sahip olmalı ki, inancının onu sevk ettiÄŸi eylemler hem kendisi hem de baÅŸkası için bir trajediye sebep olmasın. Kur’an Ta-Ha Sûresi 2. Âyeti, (Kur'an'ın) insanları trajediye sürüklemek için inmediÄŸini bildirmektedir. Ama Kur’an’a yaslandığını söyleyen insanların eylemleri Ä°slam coÄŸrafyası için tam bir trajedi yaratmaktadır. O zaman ya Kur’an’ın beyanında bir sorun var ya da insanların düşünce ve eylemlerinde!
Rengine, diline ve dinine bakmadan insan hak ve özgürlüklerinin garantörü olarak Allah’ı gören, bir insanın hakkına tecavüzü Allah’ın sınırlarına, Hudûdullah’a tecavüz olarak tanımlayan, bütün gayesinin insanların önlerini görmelerini saÄŸlayacak bir zihin ve kalp birlikteliÄŸini yani hidayeti saÄŸlamak olduÄŸunu beyân eden ve insanların önüne Bakara Sûresi 208. Âyet’te ‘Toplu halde barışa girmeyi’ hedef olarak koyan Kur’an’ın söyleminde bir sorun olma ihtimali var mı? Varlıklara merhametli olmayı ilke olarak benimsediÄŸini En’am Sûresi 12. Âyet’te bildiren Allah’ın kitabı nasıl ÅŸiddetin, insan onurunun ayaklar altına alındığı iÅŸkencenin meÅŸrulaÅŸtırma aracına dönüştürülebilir? Kur’an’ın bütün hedefi insanın onurlu bir yaÅŸam sürme mücadelesinde ona destek olmaktır. Ä°nsanlık onurunun can, mal, nesil, akıl, din gibi temel hak ve özgürlüklerin saÄŸlanmasıyla korunabileceÄŸi açıktır. Ama bir o kadar açık olan da ÅŸudur ki doÄŸal, fıtrî olanın üzerine giydirilen her kimlik din, mezhep, meÅŸrep, etnisite, insanların bu hakların korunma ihtimalini zayıflatmaktadır. Din mensuplarının mutlak hakikat iddialarının ve bu iddiaların onları sürüklediÄŸi çatışmaları bu çerçevede hatırlamak yeterlidir. Bütün bu tartışmaların bir trajedi yaratmaması için Ä°slam bilginleri insanın doÄŸuÅŸtan getirdiÄŸi beÅŸ temel hakkın; can, mal, akıl, din ve ırz her ÅŸart altında korunması gerektiÄŸinde ısrarcı olmuÅŸlardır.
Bunları dikkate aldığımızda şunların sorulması kaçınılmazdır:
Bir kutsal kitap olarak Kur’an’ın niyeti nedir ve muhatabından ne tür eylemler talep etmektedir? Kur’an bütünüyle iyi bir insan projesi midir, yoksa insan sayısı kadar çeÅŸitlilik gösteren arzu ve hevesleri gerçekleÅŸtirmenin bir aracı mıdır? Daha da önemlisi, sonsuz ilahî kudreti temsil eden bir güç kaynağı olarak Kur’an’ın, ehil olmayan zihinler tarafından araçsallaÅŸtırılmasını önlemek için ne yapılmalıdır?
Kur’an’ı doÄŸru anlamak için hangi esasların takip edilmesi gerektiÄŸi konusunda sayısız çalışma yapıldığını ama yine de Kur’an istismarının önlenemediÄŸini görüyoruz. Bu durumda çok daha temelli ilkelerin geliÅŸtirilmesi gerektiÄŸi ortadadır. Kur’an’ın bir ayetini baÄŸlamından kopararak sloganlaÅŸtırmaktan Kur’an’ın kendisinin de Hicr Sûresi 91. Ayet’te ÅŸikâyet ettiÄŸi unutulmamalıdır.
IŞİD sözünü ettiÄŸiniz bu yönteme baÅŸvuruyor; yaptığı eylemleri “onlar da bize yapmıştı” diye meÅŸrulaÅŸtırıyor.
Kısasa kısas, göze göz, diÅŸe diÅŸ hükmü Tevrat’ın hükmü, Ä°slam’ın deÄŸil. ‘Biz bunu Tevrat’ta yazdık’ diyor Kur’an (Maide Sûresi 5.Ayet’te). Kur’an’ın öldürmelere karşı üç alternatif sunduÄŸunu biliyoruz. Bir, katilin öldürülmesini talep edebilirsiniz. Yani kısasa kısas. Ä°kincisi tazminat isteyebilirsiniz. Üçüncüsü affedebilirsiniz. "Allah sizin affetmenizi önerir" diye bitiyor ayet. Ä°slam’ın getirdiÄŸi ilke bu. Ä°lla kiÅŸiye, yaptığının aynısıyla mukabele edilecek; gözünü çıkardıysa, gözü çıkarılacak diye bir ÅŸey yok. Bu kriminal adalet. Yahudi kültüründe böyleydi. Bu geliÅŸiyor ve Ä°slam’la birlikte etik adalete evriliyor. Kısasa baÅŸvurmadan da adaletin saÄŸlanabileceÄŸini insan zihni çok sonra anladı. Kuranı Kerim affı öneriyor. Çünkü adaletin bir erdeme dönüşmesi gerek. Bu da bir duygunun tatminiyle gerçekleÅŸebilecek bir ÅŸey deÄŸil. Evet, sizin canınız istiyor, içgüdüsel olarak; ‘benim yakınıma yapana ben de yapayım’ diyorsunuz ama bizi insan yapan, içgüdüleri kontrol etmektir. Bu da erdemdir ve affı gerektirir. Erdeme kaynaklık etmesi yönüyle din, sabit ve evrensel bir gerçeklik olarak hayata kaynaklık etmeli; çalmayacaksın, öldürmeyeceksin, iftira atmayacaksın, yalancı ÅŸahitlik yapmayacaksın gibi insanın aklına, insafına ve vicdanına hitap eden temel yaÅŸam deÄŸerleriyle hayata dokunmalıdır. Bir mahkeme ve yargı diliyle sürekli cezalardan, infazlardan bahseden bir dinin uzun erimde kendini marjinalleÅŸtireceÄŸi ve marjinal örgütlerin enstrümanına dönüşeceÄŸi açık. IŞİD ve benzeri marjinal yapıların yaptığı ÅŸey bana sorarsanız bu. Ama ÅŸu soruyu sormak da bilim ahlâkının gereÄŸidir: Bir kutsal kitap nasıl olur da insan aklını donduracak uygulamalara kaynak olarak kullanılabiliyor?
Bu da ailelerin içinden çıkamadığı bir soru. Ayrıca IŞİD her eylemi için fetva da çıkartıyor ve tarihsel örneklere de referansta bulunuyor.
Kendi amaçları doÄŸrultusunda kullanıyorlar bazı âlimlerin görüşlerini. Bunun için fetvalarda tahrif de yapıyorlar. Mesela Ä°bn Teymiyye’nin fetvası. Mardin MoÄŸollar tarafından iÅŸgal altındayken, Müslüman halkın konumunu tartışan bir fetva. Ä°bn Teymiye ÅŸunları söylüyor: “Orada ikamet eden kimse, eÄŸer dininin icaplarını yerine getirmekten âciz ise hicret etmesi vacibtir. Aksi halde vacib deÄŸil müstehaptır. Mal ve canlarıyla Müslümanların düşmanlarına yardım etmeleri ise haramdır. … Onlara hakarette bulunmak ve münafıklıkla itham etmek helâl deÄŸildir. Münafıklıkla itham, Kitâb ve Sünnet’te zikredilen nitelikleri taşıyanlar için söz konusudur. Buna da Mardin ehlinden bazıları ve baÅŸkaları da girer.”
Benzer bir fetva Karahitaylar’ın iÅŸgali altında bulunan Müslüman coÄŸrafyanın halkları için de verilmiÅŸtir. Muhammed b. Yusuf es-Semerkandî fetvasında, iÅŸgal altındaki toprakların Müslümanların ibadetlerini serbestçe yerine getirmeleri gibi gerekçelerle dârulharp sayılamayacağını belirtmekte ve Ä°slam dışı yönetim altında görev üstlenenlerin Müslüman olduklarını, kâfir sayılamayacaklarını söylemektedir.
Ä°bn Teymiyye’nin fetvasında ‘Müslümanlara Müslüman olarak muamele edilir’ ifadesi yer alıyor. IŞİD ve benzeri örgütler fetvanın bu kısmını ‘Müslümanlarla iÅŸgale ses çıkarmadıkları için savaşılır’ diye çevirip kullandılar. Tarafsız kalan ve iÅŸgal güçlerine ses çıkarmayanlar öldürülür gibi sundular. Kaldı ki, böyle bir fetva olsa bile, bu o bilginin kendi yorumudur. Bir âlimin düşüncesini alıp da çaÄŸlar boyunca Allah’ın kutsal sözü gibi muameleye tabi tutacak hâlimiz yok. Kur’an bu örgütleri hiçbir ÅŸekilde yönlendirmiyor; sadece eylemlerini haklılaÅŸtırmak için Kur’an’a baÅŸvuruyor bunlar. BaÅŸka bir ifadeyle ortak bir deÄŸer olduÄŸu için Kur’an üzerinden prim yapmaya çalışıyorlar.
Ailelerle konuÅŸtuÄŸumuzda dikkatimizi çeken baÅŸka bir nokta da gidenlerin Türkiye’yi yeteri kadar Ä°slami bulmaması.
Bunun çok sahici bir gerekçe olduÄŸuna inanmıyorum. Bunun maddi sebepleri de var. IŞİD‘e katılanların katıldıkları operasyon başına aldıkları iyi ücretler var. Ayrıca geri dönebilirlerse anlatacak hikâyeleri de olacak. Türkiye dini özgürlüklerin kısıtlandığı bir devlet deÄŸil ki. Burası küfür devleti mi? Ne istiyoruz ki? Ben Müslüman olarak ne yapmak istedim de engellendim? IŞİD gibi örgütlerin temel mücadelesi tekfir ederek ötekileÅŸtirdikleri Müslümanlarla ilgili. Müslümanların birbirlerini öldürmesini engelleyecek bir reçete lazım. Bu da çokseslilik, farklılık, çoÄŸulculuk. Allah dilese herkesi tek bir ümmet olarak yaratırdı ama böyle dilemedi. Ä°nsanların farklı düşünmelerini, farklı giyinmelerini, farklı harekette bulunmalarını Allah’ın yaratma kanunu olarak gösteren ayetler var. Ä°nsanları giyimleriyle, düşünce ve eylemleriyle tek tipleÅŸtirmeye çalışan, baskıcı, otoriter ideolojiler olarak karşımıza çıkıyor bu örgütler. Hem Allah’ın yaratma yasasını çiÄŸnedikleri için, hem insan fıtratına ters bir ÅŸey önerdikleri için hem de otoriter ve baskıcı yönetimlerin zamanı çoktan geçtiÄŸi için ÅŸansları yok.
KonuÅŸtuÄŸum ailelerden birinin babası anlattı: Eskiden oÄŸlumla namaza giderdik ama ÅŸimdi gelmiyor. Bana dedi ki ‘Ben Türkiye Cumhuriyeti’nden maaÅŸ alan bir imamın ardında namaz kılamam’. Baba demiÅŸti ki, ben oÄŸlumu ikna edemedim. Siz o babayla karşılaÅŸsanız ‘ÅŸunu söyle ikna olur’ gibi bir öneriniz olur muydu?
O gence, ‘Müslümanlık sence nasıl bir ÅŸey?’ ‘Neleri serbestçe yaptığımızda bir ülke Müslüman ülke olarak adlandırılmayı hak eder?’ sorularını sorardım. Cüppe giyip, sarık sarmak mı? Ya da hırsızlık yapan birinin elini kesmek, yahut zina eden birini yarı beline kadar gömüp taÅŸlayarak öldürmek mi Müslüman olarak kabul edilmenin kriteri? Bunları yaptığımızda bir ülke artık Müslüman ülkeye mi dönüşmüş olacak?
Bunların hayalini kurduÄŸu düzen, Hz. Peygamber'in ortadan kaldırma mücadelesi verdiÄŸi bir düzen. Kur’an, gerdek gecesi bakire çıkmayan kızı recmeden Yahudi kültünü (Tesniye, 22: 13-21) ortadan kaldırma mücadelesi vermiÅŸtir. Recm, Kuranı Kerim’le zerre kadar ilgisi olmayan bir ceza. Birkaç ceza uygulayarak Müslümanlık fiyakası satma derdinde olan örgütler ve devletler var. Burada dinin kendi içinden, kendi mensupları tarafından ciddi bir manipülasyona uÄŸradığını görüyoruz. Maun Sûresi'nde ayet: “Siz dini yalanlayanı gördünüz mü?” diye soruyor. Ben o ayeti farklı tercüme ediyorum: “Siz dini yalancı çıkaranı gördünüz mü?” ÅŸeklinde. Bana sorarsanız bu örgütler dini yalancı çıkaran örgütler. Din esenliÄŸin, barışın, huzurun kaynağıydı. Tam tersine ÅŸiddetin, öldürmenin, yıkıcılığın kaynağı haline getirildi.
Esir aldıkları insanların kafasını vuruyorlar. Muhammed Sûresi’nin 4. Ayeti'ne taban tabana zıttır. Savaşın amacı ne esir alıp insanları köleleÅŸtirmek, cariye yapmak ne de ganimet elde etmektir. Böyle bir savaşın çapul kültürü olduÄŸunu biliyoruz. Ä°ster ganimet elde etmenin, isterse köle ve cariye edinmenin aracı olsun, savaşın bir çapula dönüşmemesi için Hz. Ömer’in savaÅŸa katılanlara ganimetten pay vermeyi reddettiÄŸini biliyoruz. O zaman savaşın tek gayesi vardır: Yeryüzünde zulüm yapan kim varsa etkisiz hâle getirmek. Enfal Sûresi’nin 67. Ayeti “Peygamber'e esir almak yakışmaz” derken aynı endiÅŸeyi dile getirmektedir. Bu ayetlere göre, zulüm ortadan kaldırılmadan savaÅŸ bitirilmeyecek, esir alınmayacaktır. SavaÅŸ esnasında esir düşenler olursa onlar da ya karşılıksız salıverilecek ya da tazminat karşılığında bırakılacaktır. Esiri öldürmenin Ä°slam’la hiçbir iliÅŸkisinin olmadığını ama bir korku imparatorluÄŸu yaratmak için bu örgütler için bir PR deÄŸeri bulunduÄŸunu hepimiz biliyoruz.
Peki bunun kuvvetli bir biçimde anlatılabildiğini düşünüyor musunuz? IŞİD veya benzer örgütlerin yoğun bir propaganda bombardımanına karşı, bu örgütleri eleştiren ciddi argümanların öne sürülmediğini görüyoruz.
IŞİD bir azınlık psikolojisiyle hareket ediyor. Bu insanları örgütleyen ‘gücü' küçümsememek gerekir. Yoktan var olmanın, sıfırdan meydana çıkmanın getirdiÄŸi bir güç var ortada. Bu tür örgütler ayrıldıklarında yok olacaklarını, ortadan kalkacaklarını bildiklerinden birbirlerine çok sıkı kenetlenirler ve bu kenetlenmeyi sürekli kılacak bir ideoloji üretirler. Hayatta kalma mücadelesinin yarattığı güç ve bunu pekiÅŸtiren ideoloji baÅŸkası için çok yıkıcı olabilir.
Bu tür güçlere ve güç ideolojilerine karşı ana akım Ä°slam’ın çok hazırlıklı olmadığını kabul etmek lazım. Kelam, felsefe, tefsir, hadis, fıkıh, tasavvuf gibi disiplinlerle büyük bir entelektüel gelenek yaratan Müslüman düşünürler, kendi bedeninin ürettiÄŸi aykırı yapılarla baÅŸ etmenin yollarını keÅŸfedemedi maalesef. KeÅŸfedebilseydi ne Ä°slam’ın ilk dört halifesinden üçü öldürülmüş olurdu, ne de peygamberin dizinin dibinde eÄŸitilen sahabiler iktidar kavgasına tutuÅŸup birbirini yerdi. Veda hutbesinde 100 bin kiÅŸiye hitap eden Hz. Peygamber’in cenazesinin üç gün bekletildikten sonra 17 kiÅŸiyle kaldırılabilmiÅŸ olması, Müslümanların tarihinin bu dönemde bir çöküş, dekadans olarak kendini gösterdiÄŸine iÅŸaret etmektedir. HaÅŸr Sûresi’nin 10. Ayeti'nin iÅŸaret ettiÄŸi, tarihe mal olmuÅŸ kiÅŸileri ve olayları nasıl deÄŸerlendirmek gerektiÄŸine iliÅŸkin ilahî yönlendirme unutulmuÅŸ, mesele bir iman savaşı olarak sunulmuÅŸtur. Bu da Müslüman bilginlerin bir siyaset felsefesi geliÅŸtirmelerinin önünü tıkamıştır. Kendi içinden türeyen marjinal gruplarla nasıl baÅŸa çıkılacağı gibi daha detay konu bir kenara, Müslüman âlimler yöneticilere nasihat veren Nasihatu’l-Mülûk eserler dışında kayda deÄŸer siyaset felsefesi eserleri üretememiÅŸlerdir.
Bu kalemden olmak üzere, öncelikle kendini Müslüman olarak tanımlayan insanların mücadele araçlarının kelimeler / mesaj olduÄŸunu kabul etmek gerekir. Hz. Peygamber mücadelesinde cepheye nasıl özgürlük, eÅŸitlik, adalet, hakkaniyet gibi kelimeleri sürdüyse, bizim de hem kendi bünyemizden neÅŸet eden marjinalliklerle mücadelemize imkân veren hem de yeni bir yaÅŸam kültürünü var kılmamıza hizmet eden kelimelerimiz olmalıdır. Bu elimizdeki yumuÅŸak güçtür. Odağında insan onurunun, barışın, esenliÄŸin, birlikte daha iyi bir dünya var etme idealinin bulunduÄŸu bu yumuÅŸak güç, masum insanlara yönelen ve tekfir ideolojisiyle tahkim edilen kıyıcılığa imkân vermediÄŸi için bu örgütler kendi camilerini inÅŸa ettiler. Bu camilerde kendi politik-ideolojik hedeflerine hizmet edecek yeni bir söylem geliÅŸtirdiler. Sadece ÅŸu örnek üzerinde düşünmek bile ne demek istediÄŸimi daha net anlatacaktır. Afganistan’da iktidarı ele geçirdiÄŸinde Taliban’ın yaptığı ilk ÅŸey Bamyan’da bulunan Buda heykelini dinamitle havaya uçurmak olmuÅŸtu. Zira onlara göre bu bir puttu. Oysa aynı bölgede yüzlerce yıllık bir Ä°slamî birikim vardı ve Ä°slam bilginleri bu heykelleri put olarak görüp, yok edilmelerine iliÅŸkin bir fetva vermemiÅŸlerdi. 'Ana akım Ä°slam’ın varlık görüşüyle, bu marjinal gruplarınki arasında nasıl bir fark var' diye sorulursa cevap bu örnekte yatmaktadır.
Ama propaganda mekanizması çok güçlü. Nasıl bir karşı koyma mekanizması öneriyorsunuz?
OrtadoÄŸu’da olup biten her ÅŸeyi din etiketi yapıştırarak tahlil etme gibi bir hata iÅŸleniyor. Bu bir kategori hatası. OrtadoÄŸu’nun tarihinin bir dinler tarihi olarak okunduÄŸuna ilk olarak Karl Marx dikkat çekmiÅŸti. Ekonomiden, sosyal yapıdan özellikle kabile kültüründen, coÄŸrafyadan kaynaklı sorunların dinden bağımsız olarak öncelikle masaya yatırılması gerekir. Dinden kaynaklanmayan sorunları din faktörünü devreye sokarak çözmeye çalışmak sonuç vermez. Sorunların dinsel olarak etiketlenmesi, objektif bir deÄŸerlendirme yapma imkânını da ortadan kaldırmaktadır. Sorunun kaynağında din yok ama savaÅŸanlar dine referansta bulunduklarında tabanda karşılık buluyorlar. Dinin kullanımı dediÄŸimiz bir pragmatizm var ortada.
KiÅŸisel kanaatime göre asıl sorun OrtadoÄŸu’nun aÅŸiret, kabile yapısı ve toprak yönetimidir. Afganistan’da mücahitler Sovyetler çekildikten sonra birbirleriyle savaÅŸmaya baÅŸladılar. Kimin din anlayışının daha doÄŸru olduÄŸu sorununu çözmek için mücadele etmediklerini biliyoruz.
Sorunuza dönersek, IŞİD’in propagandasının omurgasına dini koyarak hedef saptırmasını gözler önüne sermek gerekir. Ä°ktidar mücadelesinin, güç ve servet elde etmenin adı ne zamandan beri din mücadelesi oldu?
IŞİD’in kıyametçi bir yanı var. Ordular Guta’da toplanacak, Dabık’ta büyük bir savaÅŸ olacak, sonra Ä°stanbul’u alacaklar o sırada Deccal gelecek gibi. Bu kıyametçi anlayışın Ä°slam’daki yeri ne?
Gelecekten haber verme, kehanetlerde bulunma, Ä°slam öncesine ait bir gelenek. Tarihi geriye doÄŸru yazmanın alternatifi olarak, arzu edilen bir tarihi yaratma öngörüsü ve temennisi demek bu. Yuhanna Ä°ncili’nin özellikle Vahiy bölümü tam da bu söylediÄŸimize odaklanır. Buna apokaliptik gelenek denmektedir. Bunun Ä°slam kültüründeki karşılığı fiten ve melâhim’dir. Hz. Peygamber'in aÄŸzından gelecek savaÅŸ ve katliamlardan söz edilir. Bunların ne kadarı Peygamber’e aittir? Peygamber'e ait olma ihtimalleri var mıdır?
GeleceÄŸi / gaybı Allah’tan baÅŸka kimse bilemeyeceÄŸine göre Neml Sûresi 65. Ayet’te de belirtildiÄŸi gibi, bu tür gelecek okumalara dinî bir deÄŸer atfedilmemelidir. Zira Peygamber'in geleceÄŸi bilme ihtimali, ilgili ayette ortadan kaldırılmaktadır. Ama meseleye dinî deÄŸil de tarih felsefesi ve gelecek öngörüsü açısından bakarsak baÅŸka bir durumla karşılaÅŸabiliriz. O da ÅŸudur: Tarihi geriye doÄŸru ne kadar sararsanız ileriye doÄŸru o kadar açarsınız. Apokalipsi zaten sarılan bir ÅŸeyi açmak demek. Tarihi geriye doÄŸru ne kadar iyi bilirseniz geleceÄŸi o kadar iyi okuma ihtimaliniz vardır. PeygamberliÄŸinin başında Peygamberimize geriye doÄŸru tarihin bildirildiÄŸini, Kur’an'ın Ä°sra Sûresi'nde anlatmaktadır. Peygamber'in tarihi kıssalar üzerinden kurduÄŸu bir akıbet yani gelecek zaman fikri olabilir. Peygamber geçmiÅŸ olayların sebepleri ve sonuçları arasındaki zorunlu iliÅŸkiyi geleceÄŸe transfer etmiÅŸ olabilir. Dolayısıyla geleceÄŸe iliÅŸkin bildirimlerde bulunma geleneÄŸini devam ettirmesi de anlaşılabilir bir ÅŸeydir. Ama bildirimleri bir tarih okuması çerçevesinde deÄŸerlendirilmelidir; kendisine Allah tarafından bildirildiÄŸi ÅŸeklinde anlaşılmamalıdır.
Henüz yorum yapılmamış.