Sosyal Medya

Dünya

Yanan ev Türkler'e aitse...

Kasım ayının ortalarında Almanya'nın Frankfurt kenti yağışlı ve bulutlu havasıyla kasvetli bir hale bürünmüştü.



Main Nehri'nin kuzeyinde kalan A.E. dolaylarındaki bir ara sokakta büyük bir kalabalık toplanmış, yağmur altında kargaşalı bir topluluk görüntüsü veriyordu. Sokaktaki bütün dükkânlar kapanmıştı. Önleri rengârenk çiçeklerle donatılmış olan civardaki evlerin pencerelerinde yığılmış bir kısım insanların kalabalığın bulunduğu bölgeye meraklıca bakıştıkları gözleniyordu.

Az sonra birkaç itfaiye arabasının tiz bağırışlarıyla kalabalığın üzerine doğru yöneldiği görüldü. Bunların hemen ardından çığlık çığlığa öten iki ambulans aynı sokağa daldı. Çok geçmedi motosikletli polis devriyesinin ve polis araçlarının ciyak ciyak haykırışlarıyla aynı sokağa ve çevresine yayıldıkları anlaşıldı.

İnsanların toplandığı yerde, topluluk içinden bazıları panik içinde sağa sola koşuşmaya başladılar.

Kalabalığın hemen ötesindeki bir evin üzeri kara, kirli beyaz ve kesif bir duman kitlesiyle kaplanmış, bunların arasından bir ejderhanın ağzından çıkar gibi yükselen kızıl-sarı renkli alevler bütün binayı sarmıştı. Bu üç katlı ve mütevazi bir evdi ve cayır cayır yanıyordu.

Alman itfaiye erleri bir yandan hortumlarla yangını söndürmek için su ve köpük sıkarken diğer yandan büyük bir cesaretle alevlerin arasından bina içine daldılar.

Topluluğun meraklı, endişeli, korkulu ve heyecanlı bakışları arasında bina içinden ilkin, tamamen yanmış, çeşitli yaşlarda beş çocuk ölüsü çıkardılar.

Manzarayı görenlerin ağlamaklı çığlıkları bir anda ortalığı acıklı bir havaya soktu. Çünkü içeride yaşayanların kurtulabileceklerine olan inanç ve umutlar sönmüştü. Ölü çocuk bedenlerini bir kadının ve genç kızın cesetleri takip etti. Onları tanınmayacak hale gelmiş üç-dört erkek vücudu izledi.

İnsan etinin yanık kokusu orada bulunanları etkilemiş, bazılarının gözyaşları kusmalarıyla birlikte midelerinden çıkan salgılara karışmıştı.

Sokağın karşısında, dehşetten açılmış gözleriyle, bu vahametten bakışlarını ayıramadan kesik kesik ağlayan iki kadının arasındaki uzun boylu, geniş omuzlu ve kara yağız bir adam, elleriyle başındaki siyah renkli kasketini düzelttikten sonra oradan önce yavaş ve daha sonra çabuk adımlarla esrarengiz bir şekilde uzaklaştı. Tavırlarından şüphe çekmek istemediği belli oluyordu.

Alman polisinin yaptığı araştırma sonuçlarına göre bu üzücü olay, içinde yaşayan Türklerin tamamının öldürülmesine yönelik kundaklama olayıydı.

İlk incelemelerde ırkçı ve Nazi yanlısı Alman gençliği suçlanmıştı. Bu, onların Türk düşmanlığıyla işlediği dehşetengiz, iğrenç ve karanlık bir cürümdü.

Hiçbir gerçek saklı kalmaz. Sonraları bu insanlık dışı cürümün karanlıkları bir ışıkla aydınlandı. Cürümü PKK işlemişti. Alman gençliği aklanmıştı ama Frankfurt'taki Türkler de ayaklanmıştı.

Ertesi gün Kürt ve Türkler'in yoğunlukla oturdukları K.S. bölgesinden U. meydanına akın akın insanlar gelmeye başladı.

Uzaktan bakıldığında geniş meydanın ortasında varillerden, taşlardan, kütüklerden, kalaslardan, ağaç ve beton direklerden, içine kum doldurulmuş çuvallardan örülmüş duvar gibi bir barikat görülüyordu. Barikat kendisine bakan insanları ürkütüyordu. Fransızların Birinci Dünya Harbi'nde Almanları durdurmak için inşa ettikleri Maginot müstahkemleri bu ilkel kalenin yanında sönük kalırdı, Alman polisine rağmen, bir önceki gecenin en sakin ve suskun saatlerinde büyük bir süratle yapıldığı söyleniyordu. Bu barikat azmanının her iki tarafında çeşitli büyüklükte araç lastikleri yanıyor, simsiyah dumanlarına karışan alevleri meydana bir savaş alanı görüntüsü veriyordu. Açıklamalarımızın pek abartılı olmadığına inandığımız bu görkemli müstahkemin her iki tarafında ve gerisinde, kalenin üzerinden silme bir bakışla bakıldığı zaman, bir yanı kıpkızıl renkli bayrakların ve diğer yanı da sarı, yeşil ve kırmızı renk cümbüşünün oluşturduğu bulutlarla kaplanmış alanlar görülüyordu.

Bütün bu renklerin altında ne söyledikleri iyice anlaşılmayan bağırışlarıyla binlerce insan bulunuyor ve rengârenk bayrak ve flamaların arasından ayırt edilebildiği zaman göğe doğru uzanan yumrukları, elleri ve kolları hissediliyordu.

Dağların Gözyaşları, Necati Ulunay Ucuzsatar, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, İstanbul 2005

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.