Yaşam
Üsküdar'ın dost insanları

Sağ baştan itibaren Necmeddin Okyay, Mustafa Düzgünman ve Eşref Ede... Necmeddin Hoca parmaklarının arasında kendi yetiştirdiği gülü tutuyor.
Bu üç isim eski Üsküdar'ın dost insanlarıdır. Onlarsız bir Üsküdar tarihi herhalde sırrının epey büyük bir kısmını söylemekten aciz kalır. Hele Düzgünman'sız bir Üsküdar, o meşhur attar dükkânından mahrumdur, hani merhum Ahmet Yüksel Özemre'nin "Üsküdar'da Bir Attar Dükkânı" kitabında anlattığı dükkândan... Ki, bu dükkân sadece her derde deva bitkilerin, merhemlerin, şimdi kolaylıkla ıvır zıvır deyip bir kenara atabileceğimiz onlarca malzemenin satıldığı bir yer değil; aynı zamanda yerine göre tasavvufa, yerine göre günlük hâdisâta, yerine göre sanat ve musikiye kapıların ardına kadar açıldığı bir sohbet mekanıdır. Ve Düzgünman sadece babasından devraldığı attarlık geleneğini devam ettiren birisi de değildir.
Mustafa Düzgünman'ı, 1953'ten 1979'a aralıksız 26 sene Aziz Mahmud Hüdâyî Dergahında türbedarlık yaparken görürüz aynı zamanda. Türbedarlık görevini –kendi deyimiyle- "bir müzeci hassasiyetiyle" yerine getiren Düzgünman, "Üsküdar'ın Üç Sırlısı"ndan biri olan Eşref Ede Efendi'nden de tasavvuf zevki ve neşvesini kendi kabınca alır. Hafız Muhittin Tanık, Üsküdar'daki Çarşamba Rifâî Dergâhı şeyhi Hayrullah Tâcettin Yalım ve Üsküdar Rifâî Âsitânesi şeyhi Hüsnü Sarıer gibi kıymetli hocalar da Düzgünman'ın istifade ettiği diğer zatlardan birkaçıdır. Aziz Mahmud Hüdâyî Camii'nde ezan ve ilahi okuyuşuyla iyi bir musiki icracısı olarak da tanınan Düzgünman'daki bu tasavvufî neşvenin görünürdeki verimi, bir kısmının güftesi de kendisine ait olmak üzere değişik makamlarda bestelediği 20 kadar ilahi ve hareketlerindeki incelik, zarafet ve yumuşaklıktır.
Buraya kadar çizilen attar, türbedâr, müezzin, derviş, bestekâr bir Düzgünman portresi olsa olsa yarım kalmış bir eskiz olur. Onu bizim için asıl önemli kılan gelenekli sanatlarımızı geleceğe taşıyan bir üstad olmasıdır. Annesinin dayısı olan hezarfen Necmeddin Okyay'dan eski tarz cilt ve ebru sanatlarını talim eder Düzgünman. Onun Necmeddin Hoca'ya çıraklık yaptığı zamanlar güç zamanlardır çünkü gelişen sanayiyle birlikte el emeği gözden düşünce, birçok sanat dalıyla birlikte, ebru da tarih sahnesinden silinmenin eşiğine gelir. Özellikle 1900'lü yılların ilk yarısında, gelenekli sanatlarımızda bu durum daha da kötüleşir. Sanatlar belki de unutulup gidecektir.
Necmeddin Okyay'ın, ebrû ve hat sanatında kendi bildiklerini bulabildiği birkaç talebeye ne kadar da istekle ve "gelecekte kaybolmasın" endişesiyle aktardığını, Uğur Derman Hocamız gayet güzel anlatır Türk Edebiyatı dergisinin 2006'nın Nisan ayı nüshasında yayınlanan "Toygartepesi'ndeki Ev" başlıklı yazısında. İşte, Necmeddin Okyay'dan el alan Mustafa Düzgünman da bu kötü gidişe tek başına direnir, üretir, talebe yetiştirir. Bu sayede ebru sanatımızın geleneksel tekniği ve bilgi birikimi, arada bir kopukluk olmadan, yeni kuşaklara aktarılmış olur.
Düzgünman'ın ebru ile ilişkisi o kadar ilerler ki, hocası bile itiraf eder kendisini geçtiğini. Bunun bir göstergesi de şüphesiz Necmeddin Okyay'ın ebru sanatına kazandırdığı çiçekli ebrulara papatya ebrusunu da eklemesidir. Bu ilerleme muhakkak, Mustafa Düzgünman'ın ebruya âşık olup, ebrunun da yüzüne bir gülmesiyle başına açılan işler kabilindendir.
Düzgünman, bu sıradışı âşık-maşuk ilişkisini, Ebrunâme adlı şiirindeki şu dörtlükle anlatır:
Ben ebruya âşık oldum, düştüm onun peşine,
Leylâ gibi nazlar etti, yaramadı işime,
Bir aralık isyan ettim, görmedim hiç iltifat,
İnsaf edip yüzün güldü, işler açtı başıma.
Henüz yorum yapılmamış.