Sadece imam deÄŸil, bir tarih
Diyarbakırlı imam Hâfız Ali Mülâyim bayram namazı için Diyarbakır'a gelen Başbakan Ahmet Davutoğlu’na tespih hediye etmesi ve kulağına fısıldamasıyla gündeme geldi. Türkiye'nin en eski camilerinden Ulu Camii'de 30 yıl imamlık yapan 81 yaşındaki Mülâyim'ın yaşadığı hayat ve tanıklıkları, Türkiye'nin bir döneminden film kareleri gibi kesitler sunuyor. Mülayim'le, 1940'lı yılların yasakları, siyasi liderlerle ilginç "muhabbetleri"ni konuştuk.
Adı Hâfız Ali Mülâyim. 81 yaşında. Diyarbakır Ulu Câmi'de 30 yıl imamlık yaptı. Emekli olsa da hâlâ aynı camide cemaate önderlik ediyor. Henüz dokuz yaşındayken Kur’anı-Kerim’i hıfzederek bugüne kadar binlerce hâfız yetiÅŸtirdi. ÖÄŸrencileri Türkiye ve dünyanın pek çok köÅŸesine dağılarak kendi öÄŸrencilerini yetiÅŸtirdiler.
Tanıyanların, 'adı gibi mülâyim' ve hoÅŸgörülü olarak nitelediÄŸi Hâfız Ali Hoca, bayram namazında Diyarbakır Ulu Câmii’de kendisi de‘hoca’ olarak tanınan BaÅŸbakan Ahmet DavutoÄŸlu’na tespih hediye edip, kulağına da bir ÅŸeyler fısıldadı. Namaz sonrası BaÅŸbakan DavutoÄŸlu gazetecilere, kulağına fısıldananları deÄŸil ama aldığı hediyeden duyduÄŸu memnuniyeti dile getirdi. Diyarbakır’ı her ziyaretinde hediyesiz dönmediÄŸini BirleÅŸmiÅŸ Milletler toplantısına katılmak üzere Amerika’ya giderken uçakta kendisiyle birlikte olan gazetecilere de anlatan BaÅŸbakan DavutoÄŸlu, gazetecilerin aktardıklarına göre Hâfız Ali’nin kulağına söylediklerini yine kendisine sakladı.
Hâfız Ali Mülâlyim, BaÅŸbakan DavutoÄŸlu’nun kulağına ne fısıldadığını, ilgi çekici yaÅŸamını tanık olduÄŸu olayları, CumhurbaÅŸkanları Turgut Özal ve Recep Tayyip ErdoÄŸan ile sohbetlerini anlattı.
Siirtlisiniz, Bitlis’te yaÅŸadınız. Nasıl bir hayata göz açtınız?
1935’te doÄŸdum. Siirt’te. Babam Abbas, anam Zeynep. Bize ‘HabeÅŸîler’ derler. Peygamber Efendi’mizin müezzini ve Ashâb-ı Kiramdan Bilâl-i HabeÅŸî’nin torunlarıyız. Babam kasaptı. BeÅŸ erkek üç kız kardeÅŸtik. Siirt’te adettendi, her evde bir hâfız mutlaka olurdu. Küçükten verdiler beni de hâfızlığa. Hocam Mele Åžükrü. Ama Ä°smet Ä°nönü dönemi ve Kur’an okumak, bulundurmak yasak. Jandarma elimizde gördüÄŸünde Kur’an’ımızı alır bizi eve gönderirdi, çok küçüktük çünkü. Hocamızı ise döverler, hapse atarlar, bir iki gün sonra salarlardı. Çıktığı gibi derslerimiz kaldığı yerden devam ederdik. Dokuz yaşında Hâfız ül Kur’an oldum. AÄŸabeyim rahmetli Hamza ve kardeÅŸim rahmetli Abdullah da hâfız oldular.
"Åžeceremizi Arapça diye yırttılar"
Kur’an’ın yasak olduÄŸu bir zamanda zor bir iÅŸ baÅŸarmışsınız?
Bizim aile iki yüz küsür sene önce Åžam’dan göç ederek Siirt’e gelmiÅŸ. Bununla ilgili tek vesikamız Bilal-i HabeÅŸî’nin soyundan geldiÄŸimizi gösteren belge olan ÅŸeceremizdi. Asker evlere baskın düzenler buldukları Kur’anları yırtarlar, yakarlardı. Bizim eve de gelmiÅŸlerdi. Åžeceremizi aldılar. Babam Kur’an olmadığını söylese de, ‘Arapça bu da’ deyip yırttılar. Kur'an olmasın, okunmasın diye uÄŸraşıyorlardı.
Hâfız olduktan sonra ne yaptınız?
Hâfız olduktan sonra iki buçuk yıl arayla anam ve babam hakkın rahmetine kavuÅŸtular. Biz kardeÅŸler bir başımıza kaldık. Bizim için zor günler baÅŸladı. Bize bakacak kimsemiz yoktu. Bitlis’te daha iyi bir yaÅŸam olduÄŸunu, din adamlarına ihtiyacın çok olduÄŸunu söylüyorlardı. Kalktık bütün kardeÅŸler Bitlis’e gittik 1947 yılında.
Bitlis nasıldı o yıllarda? Ne gördünüz?
Ne görelim, bütün câmiler kapatılmıştı. Aynel Barut câmisinde katırlar vardı. AÅŸağı Kale câmisi saman ambarı olmuÅŸ, Hatuniye Câmii'nde hayvan semerleri vardı. Ulu Câmii'de ise subayların atları ve av köpekleri vardı. Ä°tiraz eden, bunlara karşı çıkanların karakola götürüldüÄŸü ve bir daha da haber alınamadığı anlatılıyordu. Bir tek Kızıl Mescit açıktı. Dini iÅŸlerin tamamı için tahsis edilmiÅŸti. Cenazeler, Cuma ve bayram namazları gibi. AÄŸabeyim mescide imam oldu.
Siz ne yaptınız peki?
Bir süre köy câmilerinde gizlice hocalık yaptım. Ardından Tatvan’da küçük bir yol üstü lokantası açtım bir arkadaşımla birlikte. Lokantaya Almanya’dan gelen ve bölgede telgraf direkleri diken bir ÅŸirketin elemanları gelirlerdi. Beni çok severlerdi. Bir gün kendileriyle çalışmamı isteyip istemediÄŸimi sordular. Teklif ettikleri para o dönem valilerin bile alamadıkları kadar yüksekti. Kabul ettim onlarla çalışmaya baÅŸladım. 4-5 senede Van’dan Urfa’ya kadar birlikte çalışıp iÅŸleri bitirdik. Beni o kadar çok sevdiler ki, ‘Almanya’ya götüreceÄŸiz, ister misin’ dediler. Ä°ÅŸi öÄŸrenmiÅŸtim, maaşı çok iyiydi, kabul ettim.
"Rüyadaki zat"
Almanya’ya mı gittiniz?
Dur hele. Almanya’ya gitmek için Ä°stanbul’a gittim önce. Sirkeci Oteli'ne yerleÅŸtim. Åžirketin bürosu BeyoÄŸlu’ndaydı. Muamelelerin tamamlanması için bir iki gün kalmam gerekiyor. Gece odamda uyuyorum. Bir zat rüyama girdi. Dedi ki; ‘sen Hâfız ül Kur’an'sın. Sana yakışır mı Almanya’ya gitmek. Kalk Bitlis’e git.’ Uyandıktan sonra biraz düÅŸündüm ama oralı olmadım. Ertesi akÅŸam yine aynı zat rüyama geldi. ‘Bu iÅŸten vazgeç, kalk git Bitlis’e’ dedi. Biraz korktum. Ertesi akÅŸam kapıyı pencereyi iyice kapatıp yatağıma girdim. Tebâreke suresini okumaya baÅŸladım. Son ayette uykuya geçecekken pencerem açıldı. Zat içeri girdi ve ‘Kalk Hâfız Ali, üç gecedir beni buraya getiriyorsun. Bitlis’e gideceksin. Bilâl-i HabeÅŸî’nin torunusun, seni talebeliÄŸime de kabul edeceÄŸim’ deyip adını bağışladı. ‘Ä°smim Said-i Nursi’ dedi. Fırladım yataktan, kapı pencere kapalı, dedim ki bu zat her kimse büyük bir zat, o güne kadar adını duymamışım.
"Kamyonla 3 gün 4 gecede Bitlis"
Döndünüz mü Bitlis’e?
Ertesi gün ÅŸirketin BeyoÄŸlu’ndaki ofisine gidip ‘ben gelmeyeceÄŸim’ dedim. Sene 1957, bindim kamyona ve çıktım yola. Üç gün dört gece sonra Bitlis’e vardım. KardeÅŸlerimle görüÅŸtüm. Gezdim biraz Bitlis’i. Bir tanıdık ile rastlaÅŸtım. Rüyamdan ve zattan bahsedince o kiÅŸinin çok mühim bir insan olduÄŸunu, talebelerinin bulunduÄŸunu söyledi. Ancak o zat Bitlis’te deÄŸil sürgüne Isparta’ya gönderilmiÅŸti. Ne olursa olsun ben de talebesi olmak için yanına gidecektim. Ancak tam o sırada iki kiÅŸi koluma girdi. Baktım polis. Dediler ki, ‘sen asker kaçağısın.’ 22 yaşındaydım ve iki sene üzerinden geçtiÄŸi için kaçak duruma düÅŸmüÅŸtüm. Ellerimi kelepçeleyip karakola götürdüler. Beni en kötü yere vereceklerini söylediler.
Nereye verdiler?
Tunceli’ye göndermeye karar verdiler. Ancak öÄŸrendik ki, Tunceli’deki birlik sürgüne Isparta’ya gitmiÅŸ. Allah’ın iÅŸi iÅŸte, Bediüzzaman da Isparta’da. Sevindim bu iÅŸe. Beni Diyarbakır’a götürdüler. Oradan da trene bindirdiler. Malatya, Konya, Afyon derken son durak Isparta’ya vardık. Bir hafta sürdü yol. AkÅŸam namazı zamanıydı. BirliÄŸime gitmedim, Mimar Sinan Câmii'nde akÅŸam namazımı kılıp Güven Palas Oteli'ne yerleÅŸtim. Niyetim gidip üstadı ziyaret edip Almanya’ya gitmeme niye izin vermediÄŸini sormaktı. Sordum soruÅŸturdum buldum adresini. Sabah gittim, Kirazlı Câmii'nin yanında altı numaralı ev. SokaÄŸa girdiÄŸimde bir adam kesti yolumu; ‘kimsin ve ne geziyorsun burada’ dedi. Dedim ki, Bediüzzaman buradaymış, elini öpmeye geldim.’ ‘akrabası mısın’ diye sorunca ‘yok’ dedim. ‘Nerelisin’ dedi, ‘Bitlis’ deyince ‘aha’ dedi. Beni oyalayınca elimle itip, ‘git’ dedim. Ceketini açtı, baktım polis yıldızı. Bu sefer ben ‘aha’ dedim. Çıkardı kelepçelerini. O zaman aÄŸlamaya baÅŸladım. ‘askerlik için geldim, bu zatı tanımam, rüyamda gördüm, elini öpmeye geldim’ deyince kalbi yumuÅŸadı. ‘Git bir daha burada görmeyeyim’ deyince otelime döndüm.
Vazgeçtiniz gitmekten?
Yok, otelde Ahmet adında biriyle tanıştım. Adam, Bediüzzaman’dan hükümet erkanlarının korktuÄŸunu söyledi, bu nedenle polis kontrol altında tutuyormuÅŸ evini. Dedim ki, ‘topu, tüfeÄŸi mi var niye korkuyorlar.’ Dedi ki; ‘imanı var ondan korkuyorlar.’ Ben de, madem öyle ben de yarın kalkıp yine gideceÄŸim’ deyince Ahmet, ‘senin gibi gençleri karakola götürüp kaybediyorlar’ dedi. Sabah erkenden kalkıp abdestimi aldım. Gittim üstadın evine. Bu sefer tecrübeliyim; önce gözledim. Nöbet tutan polis bir ara ayrıldı. Ben de gidip kapısını çaldım. Kapı açıldı, ‘Hâfız Ali sen misin' deyince aÄŸlayarak ayaklarına sarıldım. ‘ Ben Ceylan abi, üstat 2,5 saat önce Barla’ya gitti, bana dedi ki; Hâfız Ali gelirse selamımı söyle, talebeliÄŸime kabul ettim, yalnız buraya bir daha gelmesin gidip kıtasına teslim olsun.’ Çaresiz gittim teslim oldum.
Sonra?
Anlatayım sana. Askerde çavuÅŸ oldum. ErbaÅŸ talimgâhında görev yapıyorum. Bir gün baktım uzaktan bir araba geliyor. Toz bulutu kaldırmış siyah bir araba. Talimgâhta her asker bir tarafa dağılmış, komutanımız uyuyor. Ä°çimden dedim ki, ‘bu 55. Tümen Komutanı Fevzi Okan’ın arabası.’ Isparta’da baÅŸka araba yok öyle çünkü. KoÅŸtum komutanımı uyandırıp bu düÅŸüncemi anlattım, zaten sürgünde olduÄŸumuzu, bu halde görürse daha kötü olacağını söyledim. Hemen askerleri topladık, sıraya geçtik, araba yanımızdan geçerken selam durduk. Baktım arabanın penceresinde sarıklı bir adam. Dedim ki, ‘herhalde Osmanlı’nın son paÅŸalarından biridir, numunelik için tutuyorlar.’ Sarıklı iki elini sallayarak selamımıza karşılık verdi. Gittikten sonra dağıldık.
Kimmiş sarıklı kişi?
O zaman ben de bilmiyorum. Bir subay gelip beni buldu ve komutanın çağırdığını söyledi. ‘Herhalde mükâfat verecekler’ diye düÅŸündüm. Komutanın yanına varır varmaz tokadı patlattı. Yere düÅŸtüm, kim var kim yok dövmeye baÅŸladılar. Dediler ki, ‘bizi o adama selam durdurdun.’ O adam dedikleri Üstat Bediüzzaman Said-i Nursi imiÅŸ ilk ve son olarak o zaman gördüm. Åžehirde birbirinin aynısı iki araba varmış. Biri tümen komutanının diÄŸeri de üstadın öÄŸrencilerinin aldığı Chevrolet marka araba.
Askerlikten sonra ne yaptınız?
Bitlis’e döndüm. 1960 yılında imamlığa baÅŸladım. 1965 yılında Mardin ve nihayet 1975 yılında Diyarbakır Ulu Câmii.
"Üç dinin ibadethanesi"
Diyarbakır Ulu Camii ve Diyarbakır ile ilgili özel bir iliÅŸkiniz var. Anlatır mısınız biraz?
Peygamberler, Sahabeler gelip ilk Müslümanlığa müÅŸerref olacak yer Diyarbakır demiÅŸler. Halid Bin Velid, ‘Peygamber Efendimiz’i rüyamda gördüm, bu ÅŸehri mutlaka alacağım’ demiÅŸ. 2 bin sahabe gelmiÅŸ surların önüne. 33 kiÅŸi ÅŸehit düÅŸmüÅŸ. Herkes sadece 33 sahabenin kabrinin olduÄŸunu düÅŸünür. Halbuki sahabelerden kente yerleÅŸenler de olmuÅŸ. Ulu Câmii’ye gelince; Yahudilerin ibadet yeriymiÅŸ, Havra olarak kullanılmış. Hazreti Ä°sa’dan sonra kilise olmuÅŸ. Diyarıbekir’in fethinden sonra ise cami olmuÅŸ. 639 yılında 5. Harem-i Åžerif ilan edilmiÅŸ. Böyle manevi yönü yüksek bir yere imam olduÄŸum için ÅŸükrettim.
Cemaatiniz nasıl insanlardı imamlığa ilk başladığınızda?
Cemaatimin yüzde sekseni Diyarbakırlıydı. ÇoÄŸu esnaf ve güzel insanlardı. Namaz vakti dükkânlarını öylece bırakıp namaza koÅŸarlardı. Ben de ziyaret eder, hasbihâlde bulunurduk.
Ä°liÅŸkileriniz kuvvetliydi?
Evet, bir anımı anlatayım. Bir gün cemaatten Ensari gelip bir esnafın Ulu Câmii'nin yakınında rakı dükkanı açacağını söyledi. Dedim ki, ‘bu civarda olmaz. Kalktım gittim. ‘Ben Ulu Câmii'nin imamıyım, manen bu iÅŸ ters ve burada olmaz’ diyerek adamın karşısına oturdum. ‘BaÅŸka çarem yok’ dedi. ‘Bir çaresi bulunur’ diyerek adama bin lira verdim.‘Bakkal dükkânı aç’ kazanınca getirirsin paramı dedim. Yok, kabul etmezsen başına gelecek felaketlerden sorumluluk kabul etmeyeceÄŸimi söyledim. Kabul etti, bakkal dükkânı iÅŸletti ve paramı da geri ödedi.
Peki, Türk, Kürt ayrımı var mıydı o döneminizde?
Türk, Kürt, Arap yoktu, hepimiz kardeÅŸtik. Bak hakiki bir Kürt’ten anarÅŸist çıkmaz. Ben Arap’ım, Kürtlerden âlim, hoca, hâfız çıkar.
"Benden misafiri yok, Diyarbakır'dan geldim"
BaÅŸbakan DevutoÄŸlu’na tespih hediye ettiniz. Aranızda bir süre sohbet geçmiÅŸ. DavutoÄŸlu gazetecilere bundan bahsetti, etkilendiÄŸi belliydi. Oraya gelmeden önce sormak istiyorum; BaÅŸbakan DavutoÄŸlu ile ne zaman tanıştınız?
Bir tarihte Ankara’daydım. Cuma namazına Üstat Bedüzzaman’ın talebelerinden Abdullah Yasin ile birlikte Kocatepe Câmii'ne gittik. Ä°mamın arkasına geçip oturduk. Biri geldi ve ‘birinci, ikinci saf geriye gidebilir mi’ diye sordu. Misafir gelecekmiÅŸ. Kim olduÄŸunu bilmiyorum misafirin. Gitmedim tabi. Bir kez daha geldiler tekrar ‘misafir gelecek’ deyince ben de ‘benden misafiri yok ta Diyarbakır’dan geldim’ dedim. Ses etmediler. Misafirler gelince baktım bizim Mehdi (Eker) yanında da BaÅŸbakan DavutoÄŸlu. Mehdi bizi tanıştırdı, beraber saf tutuk, namazdan sonra ‘makamıma beklerim’ dedi. BaÅŸbakan ile o zaman tanışmıştım.
‘BaÅŸbakan kuvvetli dua istedi’
Siz gidemediniz makamına ama baÅŸbakan sizin 46 yıl imamlık yaptığınız Ulu Câmii'ye geldi. Kısa bir sohbet etmiÅŸsiniz. Ne dediniz BaÅŸbakan’a?
BaÅŸbakanın siyaset dışı ziyareti beni sevindirdi. Bayram namazını birlikte eda ettik. ‘Burayı boÅŸ bırakmayın, birkaç haftada, ayda bir gelin. Cuma namazı kılın, halkın içinde olun. Ä°nsanlar yanlarında saf tutan baÅŸbakanlarını görsünler. Böylece mesafeler kısalır ve tanışıklık artar’ dedim. ‘Cemaat sizi görsün’ dediÄŸimde tebessüm etti. Ä°çime bir kuÅŸku düÅŸtü. Ben de, ‘Cemaat dediysem bizi onlarla karıştırmayınız, biz Bediüzzaman’ın gerçek talebeleriyiz’ dedim. Kendisi de ‘güzel diyorsunuz, dua ediniz, kuvvetli dua ediniz’ dedi. Namazdan sonra baktım tespihatı parmaklarıyla yapıyor. Kuka tespihimi hediye ettim. Koklayıp, öpüp cebine koydu. ‘Tespihatımı hep bu tespih ile yapacağım’ dedi.
‘Turgut Özal’ı mihraba ittim’
CumhurbaÅŸkanı Turgut Özal ile de bir anınız var Ulucamide, onu anlatabilir misiniz?
Turgut Özal baÅŸbakan olduÄŸu zaman bakanlar kurulu toplanınca, ‘ilk Cuma namazımızı nerede kılalım’ diye sormuÅŸ. Herkes bir cami önermiÅŸ. Abdülkadir Aksu ise Ä°slamiyet ile ÅŸereflenen ilk yer olan Diyarbakır’da, Ulu Câmii'nde kılınmasını teklif etmiÅŸ. Bu öneri hoÅŸlarına gitmiÅŸ. Cuma namazına geldiler bütün hükümet erkânı. Elimde kılıcımla çıktım minbere. O zamanlar kılıçla çıkardık sahabelerden kalma bir adetti. Âl-i Ä°mran suresi, 4. cüz 2. sayfa ve 3. satırında geçen, ‘VaÄŸtesimu bi hablillehi cemian vela teferreku’ ayetini okudum. Birlik ve beraberlik ile ilgili ÅŸöyle devam ettim, ‘Yirminci asrın müceddidi, mürÅŸidi Üstat Bediüzzaman Said-i Nursi Hazretleri diyor ki, Allah’ımız bir, peygamberimiz bir, kitabımız bir, devletimiz bir. Bu kadar bir hepimizi birbirimize baÄŸlıyor. Bir sevgi, bir bayrak altında yaşıyoruz. Aynı zamanda devletimizin reisleriyle bir çatı altında ibadetimizi yapıyoruz’ dedim. Minberden indim, baktım Özal orada. Mihraba doÄŸru iterek, ‘ÅŸeriata göre devletin reisi dururken imam kıldırmaz namazı’ dedim. Mikrofon açık ve bütün cemaat iÅŸitiyor. Kendisi de, ‘madem yetki bende ben de seni vekil tayin ettim, sen kıldır’ dedi. Namazdan sonra halka hitap ederken otobüsün üzerinden dedi ki, ‘birlik beraberlik mesajı verecektim sizin imam bana hiçbir ÅŸey bırakmadı.’
"Anahtarı veririm siz açarsınız"
CumhurbaÅŸkanı Recep Tayyip ErdoÄŸan ile de bir görüÅŸmeniz olmuÅŸ sanırım?
Ä°stanbul’da Süleymaniye Câmii'nin restorasyonundan sonra açılışı yapılırken karşılaÅŸtım Recep Tayyip ErdoÄŸan ile. Bayram namazıydı. Tanıştırdılar, alâka gösterdi, ilgilendi, ben aÄŸlayarak bir isteÄŸimin olduÄŸunu söyledim. Bediüzzaman hazretlerinin rahmetli Menderes’ten isteÄŸiydi, bize miras bıraktı ben de size iletiyorum Ayasofya’nın açılmasını istiyoruz’ dedim. Kendisi de, ‘Mülâyim dua et açılsın, açılırsa anahtarı sana veririm sen açarsın’ dedi.
Biliyorsunuz bir süreden beri olaylar var ve sıkıntılı günler yaÅŸanıyor, memleketin gidiÅŸatını nasıl buluyorsunuz?
Memleketin gidiÅŸatını mı? Bak; ‘her gecenin bir sabahı, her kışın bir baharı vardır. Ey insanlar ümitvar olunuz ki Allah’ın inayetiyle en gür seda Ä°slam’ın sedası olacaktır inÅŸallah.’ Sorunuzu Bediüzzaman’ın bu sözüyle yanıtlıyorum. Kara bulutlar var tepemizde. Allah bir rüzgar, bir yaÄŸmur ile dağıtacaktır o bulutları. Ümitvar olunuz.
Peki bu minval üzere, memleketi yönetenlere ne söylemek istersiniz?
Bizim düÅŸmanımız cehalet, zarûret (fakirlik) ve ihtilâftır. Bunlara karşı mârifet (ilim) sanat ve ittifaktır. Tavsiyem budur. Gençlere de bunu tavsiye ediyorum; biz muhabbet fedaileriyiz. Küsmeye, darılmaya, düÅŸmanlığa iznimiz yok. Allah’ın birliÄŸine vahdaniyetine inanıp birlik olalım.
‘Ä°nsanın gönlü kırılıyor’
GeçtiÄŸimiz günlerde sokaÄŸa çıkma yasağı nedeniyle Ulu camide ezan okunamadı ve iki gün kapalı kaldı. Ä°htilâlde bile namaz kıldırdınız burada. Üzdü mü bu durum sizi?
Ä°nsanın gönlü kırılıyor. Ä°htilâlde çıkıp ezanımı okudum ve cemaatle birlikte namazımızı kıldık. Ezan her ne olursa olsun okunur, kesilmez. Ä°slam’ın sembolüdür, susamaz.
Henüz yorum yapılmamış.