Düşünce Mektebi

İhsan Fazlıoğlu: Bir sa­vaş­ta bir ye­ri bom­ba­la­mak, o ye­ri ele ge­çir­mek için ye­ter­li de­ğil­dir

ME­KÂN ke­li­me­si­nin kö­kü “k-v-n” dik­ka­te alı­nır­sa Ev­ren an­la­mı­na ge­len Kevn ve Kâi­nat ile ya­kın­lı­ğı he­men fark edi­lir. Kevn, mas­tar an­la­mıy­la “ol­mak”, kâ­in ise ism-i fa­il an­la­mıy­la “olan” de­mek ol­du­ğun­dan kâi­nât, ya­ni “olan­lar” ile “olan­la­rın ol­du­ğu sah­ne” an­la­mın­da me­kân öz­deş­le­şir; ve bu an­la­mıy­la me­kân, kevn ve kâi­nat bir ve ay­nı an­la­ma ge­lir. Me­kân, te­kev­vun eder ya­ni olu­şur; Tan­rı “kun” ya­ni “ol” der ve “fe-ye­kun” olur [fe’nin sü­rek­li­lik, ar­dar­da­lık an­la­mı­na gel­di­ği­ne yal­nız­ca işa­ret ede­lim]. Tüm bun­lar te­rim­ler çer­çe­ve­sin­de şu de­mek­tir: Kâ­in, “kun-fe-ye­kun” denk­le­mi için­de, kâi­nat’ta, kevn’de, me­kân’da te­kev­vun eder. Türk­çe­siy­le, olan, “ol-olur”denk­le­mi içe­ri­sin­de olan­lar’da, ol­mak’ta, olu­nan yer’de, ol­mak­ta­dır [de/da’nın -za­ten- an­lam­ca yer bil­dir­di­ği­ni işa­ret­le ye­ti­ne­lim]. Da­ha da dik­kat çe­ke­ni, im­kân ve müm­kün gi­bi iki önem­li te­ri­min kök­le­ri­ni me­kân’da bul­ma­sı­dır. Ka­dim fel­se­fe­nin koz­mo­lo­ji­sin­de­ki ay­rım­lar şim­di­lik dik­ka­te alın­maz ise mad­dî var-olan ile me­kân ara­sın­da­ki far­kın iti­ba­rî ol­du­ğu he­men gö­rü­lür. Bu ne­den­le Ke­lâm­cı­lar, “Ci­sim (:Ev­ren) bö­lü­nür­se ‘me­kân’, bö­lün­mez ise ‘cev­her-i ferd’ ya­ni ‘mo­nad’ adı­nı alır” de­miş­ler­dir. Mev­cud [bu­lu­nan/va­ro­lan] ile me­kân’ın [bu­lu­nu­lan yer/olu­nan yer] iti­ba­rî fark­lı­lı­ğı ve ay­nî­li­ği vu­cud kav­ra­mın­da aşı­lır; ve vu­cud’u ken­di­si­ne ko­nu kı­lan ak­lın en önem­li so­ru­nu ve so­ru­su ha­li­ne ge­lir. Bu ne­den­le var­lık, var-olan so­ru­nu ile yer so­ru­nu akıl sa­hi­bi in­san için ay­nı za­man­da va­ki olan (sen­kro­ni­ze) so­ru ve so­run­lar­dır.