Uluslararası iliÅŸkilerde aktörlerin çıkarları için kıyasıya verdikleri mücadeleler çoÄŸu kez, iÅŸin neticesinde “akıl bunun neresinde?” diye sordurtur. Çünkü çıkarlarının peÅŸinde koyan aktörlerin yüksek zeka ve stratejik akıl performansları sergileyerek ortaya koydukları siyaset, iÅŸin neticesinde hem kendilerinin çok ÅŸey kaybettikleri hem de tabii ki çoÄŸu kez rakiplerinin de çok ÅŸey kaybettiÄŸi bir sonuca yuvarlanır.

Hesaplar görüldüÄŸünde hiç kimsenin kazanmadığı, herkesin kaybettiÄŸi bir tablonun ortaya çıktığı görülür. Bir bakıma devletler kendi kazançlarını rakip gördükleri ülkelerin kayıplarında gördüÄŸü için bu sonuçta yadırganacak fazla bir ÅŸey yok. Oysa bu ÅŸekildeki devlet davranışı çok sıradandır ve ne kendisi için ne de dünyanın geri kalanı için hiç bir deÄŸer ortaya koymaz, hiç bir gelecek inÅŸa etmez. Bu devlet davranışının ve hesapçılığının arkaplanında son derece arkaik duygular vardır. Kıskançlık, çekemezlik, tamahkarlık gibi.

Uzun uzun strateji analizleri yapılarak bir ülkenin bir rekabet sürecindeki davranışına yüksek zeka örnekleri ve stratejik akıllar yakıştırılabilir. Oysa çoÄŸu kez bunlar sadece analizleri yapanların ince zekalarının mahsulüdür, hareketi yapanlar sadece bir arkaik duygunun esiri olmuÅŸlardır, o kadar.

OrtadoÄŸu sözkonusu olduÄŸunda bazı devletlerin ortaya koyduÄŸu performans bu söylediklerimin en iyi örneÄŸidir. Hepsinin üstünde çok daha büyük bir hesap yoksa sahada oynayan aktörlerin hepsinin çıldırmış olması gerektiÄŸini rahatlıkla düÅŸünebilirsiniz. Kendi ülkesinin çıkarını veya hatta kendi iktidarını koruma adına her bir aktörün ortaya koyduÄŸu siyaset, her birinin biraz daha kaybetmesine yol açıyor. Tabi bu kayıplar bütün bölgenin toplam kaybını daha da artırıyor ve her geçen gün OrtadoÄŸu’nun parçalanmışlığının daha da pekiÅŸmesine yol açılıyor.

Bu süreçte siyasetleri çok etkili gibi deÄŸerlendirilen ve sahadaki nüfuzları her geçen gün daha da artan Ä°ran ve Suudi Arabistan, örneÄŸin, sahadaki her etkinlikleriyle hem kendi kayıplarını hem de bölgenin toplam kayıplarını artırmaktan baÅŸka bir ÅŸey yapmıyorlar.

Ä°ran'ın Suriye, Irak ve Yemen'de izlediÄŸi Åžiici politikalar, görünürde sahada yayılmasını saÄŸlıyor ama arkasında yabancı bir iÅŸgal gücünün bıraktığına benzer acılar ve duygular bırakıyor. Günün sonunda hesap görüldüÄŸünde yolun başında neredeyse bir buçuk milyar Müslümana ulaÅŸabilecek bir meÅŸruiyet ve sempati potansiyeline sahip olan Ä°ran’ın 100-150 milyon Åžii nüfusuna hapsolmuÅŸ, geriye kalan nüfus için de tam bir husumet ve güvensizlik nesnesine dönüÅŸmüÅŸ olduÄŸunu görüyoruz.

YetmiÅŸli yılların sonları ile seksenlerde 1,5 milyarlık Ä°slam Dünyasının özgürlük umudu ve özlemi olmaya talip olan Ä°ran Ä°slam Devriminin bugün meÅŸhur Safevi stratejik aklının bütün maharetlerini basit bir mezhepçi devlete dönüÅŸmek üzere harcamış olması inanılır gibi deÄŸildir, ama gerçektir. O stratejik akıl gelir kendi halkını hunharca katleden bir cani diktatörle özdeÅŸleÅŸme yanlışında bocalatabilir. Görünürde Ä°ran çok etkili hamleler yapmaktadır, ama bu hamleler ondan geriye dünyaya vaat edebileceÄŸi hiç bir deÄŸer bırakmamaktadır.

Suudi Arabistan ve BirleÅŸik Arap Emirliklerinin özellikle Arap Baharı sürecine karşı verdikleri açık mücadele de bugünün OrtadoÄŸu’sunun istikrarsızlığının en önemli sebeplerinden biri. Her iki ülkenin mücadelesinin tek hedefi demokrasi ve bilhassa Müslüman KardeÅŸlerdir (MK).

Belli ki MK’in iktidara geldiÄŸi demokratik süreçleri kendine tehdit olarak gördüler ve durduk yerde neredeyse 90 ülkede örgütü ve önemli entelektüel çevresi olan MK’i kendine düÅŸman ettiler.

Oysa MK’in ne Suudi Arabistan’a ne de BAE’ne bu kadar düÅŸmanlığı celbedecek bir tehdidi veya karşıtlığı yoktu. Arap Baharı ülkelerinin ÅŸartları Körfez ülkelerininkinden çok farklıydı ve buradaki dalgaların onları doÄŸrudan etkilemesini gerektirecek bir durum yoktu. MK Arap Baharı sürecine bile çok aktif biçimde deÄŸil, ancak herkes yerini aldıktan sonra katılmıştı ve hiç bir radikal tutumları yoktu.

Demokrasiyi geliÅŸtirme ve güçlendirme potansiyeli olan bu toplumsallığı durduk yerde hedef almalarını gerektirecek hiç bir durum yoktu. Hatta isteseydiler bu devrim dalgasını yanlarına alarak çok daha farklı, hem kendilerinin hem Ä°slam dünyasının hem de bütün dünyanın çok kazançlı çıkacağı bir deÄŸiÅŸimin destekçileri olabilirlerdi. Ä°slam dünyasının makus talihini bu sayede yenmenin öncüleri olup, kendi ülkelerindeki iktidarlarını bile daha fazla pekiÅŸtirebilirlerdi.

Bunun yerine son derece arkaik duygularına yenilerek bu geliÅŸmeden kendilerine gereksiz bir tehdit algıladılar. Yanlış algıladıkları bu tehdidi gidermek için de dünyanın en ayıp, en yüz kızartıcı, en mücrim iÅŸi olan darbeleri “tedbir” olarak sarıldılar.

Bugün destekledikleri darbeler iÅŸbaşında olduÄŸu için, belli nüfuz alanları elde etmiÅŸ gibi görünüyorlar ama ne bu alanlar kendileri için güvenli ve sürdürülebilir ne de bu alanlardaki nüfuzlarından dolayı bir güç veya saygınlık elde etmiÅŸ deÄŸiller. Dahası bu darbelere vermiÅŸ oldukları katkılar dolayısıyla kendi vatandaÅŸlarının nezdinde meÅŸruiyetleri de saygınlıkları da her geçen gün daha fazla aşınıyor.

Üstelik algıladıkları tehdide karşı ortaya koydukları tedbirler kendi güvenliklerini çok daha fazla tehdit edecek sonuçlar üretiyor. Öyle ki, her geçen gün düne nazaran korkularını doÄŸrulayacak tehlikelerle karşılaÅŸmaları çok daha muhtemel hale geliyor.

Demek ki, stratejik akıl ve idare herşey değilmiş, biraz da basiret ve kalp gerekiyormuş.