Sosyal Medya

Kürsü

Abdurrahman Dilipak: Ödünç kavram ve kurumlarla medeniyet inşa edilmez

Abdurrahman Dilipak- Yeni Akit



“Bizim siyasetimiz”in bir dili olmalı. Kavramları, kurumları olmalı. Bir usulü olmalı. Hepsinden önemlisi bir “fıkhı” olmalı. Ödünç kavram ve kurumlarla medeniyet inÅŸa edilmez.
 
Fıkıh: Bir ÅŸeyi lâyıkıyla bilme, ÅŸuurlu olarak idrak etme, kavrama, kiÅŸinin leyh ve aleyhinde olanı bilmesi, Fıkıh, anlayış, anlayış tarzı veya derinliÄŸi, bir ÅŸeyin bütününe vakıf olmak, “Ä°slâm hukuku” anlamlarına gelmektedir. Mecelle’de Fıkıh “mesâil-i ÅŸer’iyye-i ameliyye’yi bilmektir” ÅŸeklinde tarif edilir. Ayrıca her türlü söz ve fiilin kaynak, sebeb, süreç, hali hazır durumu ve maksadını anlayacak ÅŸekilde keskin ve derin anlayışa fıkhetmek denir.
 
Öte yandan, Fıkıhta diÄŸer çok önemli bir konu “muamelat”la ilgili hükümleridir. Bu bölümde Akit, hukuki tasarruf, suç ve ceza gibi beÅŸeri ve içtimai düzenin saÄŸlanması ile  hükümler ele alınır.. Bunlar, umûmî ve hususî hukuk alanına giren konular da olabilir.. Burada aslolan insanlar arası ferdi münasebet, ferdin toplumla veya toplumun diÄŸer topluluklarla münasebetlerini düzenlemek ve maslahatlarını temindir. 
 
İşte bu anlamda bizim siyasetimizin de bir fıkhı olmalı.
 
Fıkıh, sadece “Ä°slam”a dair yönü ile dinin ÅŸahsi ve içtimai hayata dair amelî hükümlerini bilmeyi ve bu konuyu inceleyen bir ilim dalı anlamında kullanılır. Bu anlamda Kur’ân-ı Kerim’de Fıkıh çeÅŸitli fiil kalıplarıyla 20 yerde geçer. Ä°slâm›Ä±n ilk iki asrında fıkıh bütün dinî ve dinin çerçevelediÄŸi hayata dair ne varsa bilme kastedilmekteydi. Daha sonra fıkıh, amelî alana münhasır hale geldi. Ä°mân ve itikat konuları “ilm-i tevhîd, usuli’d-din, akaid, kelâm” gibi tasnif edilmeye baÅŸlandı. Muameler ve erdem ahlâk ve tasavvuf’un konusu haline gelmeye baÅŸladı. Fıkıh amelî hayata ait bilgileri ve hükümleri ihtiva eden bir ilim dalı olarak anılmaya baÅŸladı. Daha sonra tekrar daha geniÅŸ bir ilim dalı haline geldi ve ilmihal dışında, hukuk ve hukuk usulü, iktisad, siyaset, idare, bu anlamda yeni kavram ve kurumların ihdasında takip edilecek yollar, genel  kaideler ve bunların iÅŸleyiÅŸi ile ilgili tüzükat ve içtihadların ÅŸekillenmesi, imamet ve hilafet konusu, fıkıhın tarih içindeki ÅŸekillenmesi, mukayeseli hukuk, vergi, kurumlar ve topluluklar arası ihtilafın çözülmesine iliÅŸkin icraatları hepsi bu kavramın içine girmektedir.. Yani konu ibadet ve ukubât’dan ibaret deÄŸildir.
 
Kur’an-ı Kerîm’de: “... O kavme ne oluyor ki (kendilerine söylenen) hiçbir sözü anlamaya “fıkhetmeye” yanaÅŸmıyorlar?” (en-Nisâ, 4/78) ayetindeki “lâ yefkahûn” “ince anlayış ve keskin idrak” anlamına gelmektedir. BaÅŸka birçok ayette kâfirler için “fıkhetmeyenler” denilmektedir (el-A ‘râf, 7/179; Hûd, l l/91). Tevbe suresinde, “...bir topluluk da dinî hükümleri iyice öÄŸrenmek için kalmalıdır” (et- Tevbe, 9/122) ayetinde Fakihlere atıfta bulunulmaktadır.. Peygamberimiz bu konuda ÅŸöyle buyurdu: “Allah, kimin için dilerse, onu dinde fakîh (dini hükümlerin inceliÄŸini kavrayan bilgin) kılar” (Buhâri).
 
Fıkhın konusu, bir diÄŸer ifade ile vahye muhtap olan insanın, Allah’ın rızasının tecellisinin vesilesi olmak adına  Ä°lahi teklife muhatap olarak Halife sıfatı ile mükellef olarak, yaÅŸadığı zamana ve mekana ÅŸahidlik görevini yapmak üzere, Hakkın ve halkın gören gözü, iÅŸiten kulağı, tutan eli, haykıran sesi olma iradesinin ortaya konulduÄŸu fiil ile ilgilidir.. Allah, resul ve kitapdan sonra içtihad olarak verilecek hüküm, usul ÅŸartına baÄŸlı olarak, kaynak, yöntem ve niyet olarak meÅŸru olduktan baÅŸka ilmi bir delile dayanmak zorundadır. Buna, yani Kitap, Sünnet, icma ve kıyas’a  edille-i ÅŸer’iyye, diyoruz. Buna “mübahat” olarak, ÅŸeriata aykırı olmayan geleneÄŸi de ekleyenler vardır.. Åžeriat burada, kanundan önce meÅŸruiyetin temeli ve vasıtası olarak “Hukuk” anlamına gelmektedir. Åžeriata uygun olmayan her ÅŸey bu anlamda gayrimeÅŸrudur.  
 
Esasen dört halife ve Tâbiûn devrindeki “fıkıh” denildiÄŸinde “ilim” anlaşılıyordu. Hamdi Döndüren’in bir makalesinde ifade ettiÄŸi gibi: “Fıkh-ı Ekber tabiri, akâid ve tevhid ilmini, Fıkh-ı Vicdâni kavramı, nefis terbiyesi ve ahlâk ilmini, sadece fıkıh kelimesi ise, ameli konuları kapsıyordu. Usul-i Fıkıh ilmi ise, kiÅŸinin lehinde ve aleyhindeki haklarını öÄŸrenmesinde takip edeceÄŸi kaide ve tavırlar konu alan ilimdi. (…) Ancak giderek fıkıh ilmi yalnız ibadet, muamelât ve ukubâti içine alacak ÅŸekilde “amellerin” ilâvesiyle tarif edilmiÅŸtir. (…) Fıkıh yerine yeni kullanılmaya baÅŸlanan “Ä°slâm hukuku” deyimi, fıkh yerine nisbî olarak kullanılmaktadır. Bu terim, ibadetler dışında muamelât, ukûbat ve ferâizi kapsamaktadır. Halbuki fıkhın sınırı daha geniÅŸ olup, temizlik ve ibadet konularını da içine almaktadır. Fıkhın konusu Ä°slâm; emir ve yasaklarla yükümlü kimsenin fiilleridir. Bu fiiller, namaz kılmak gibi yapma ile gasp gibi terk etme ile ve yeme-içme gibi muhayyer bırakma ÅŸekilleri ile ilgili olabilir. Akıllı ve ergin kimsenin ÅŸer’î hükümlerle yükümlülüÄŸü ‘ehliyet’ ile ifade edilir. Ä°badet ve muamelâtla ilgili dini hükümlere «ÅŸeriat» denir. Bu kelime, din anlamında da kullanılır. Bu takdirde itikâdi ve amelî hükümlerin hepsini içine alır. Ancak ÅŸeriat, genellikle amelî hükümler için kullanılır. Buna göre, ilâhi nizâmın amel ve dış yönünü temsil eder.” 
 
Fıkıh, Ä°slâm dini›nin amelî ve dünyevî yönünü ifade eder. Ä°slâm fıkhı, Resulullah›Ä±n devrinde Vahiy ve sünnet çerçevesinde oluÅŸmaya baÅŸlamış. Selefi dönemde ahkâmla ilgili ayet ve hadislerin sahabe tarafından tefsirleri  geliÅŸmiÅŸ, Müçtehid imamlar devrinde Ä°slâm fıkhı için geliÅŸme ve olgunlaÅŸma dönemidir. Saltanat döneminde taklid devri ile birlikte fıkıh ilminde duraklama devri baÅŸlamıştır. Fıkhın geliÅŸmesi için Adalet, barış ve hürriyet elzem ÅŸarttır.
 
Ä°slâm fıkhı, ÅŸu özelliklere sahiptir: (Kaynak: Döndüren) a) Hükümlerin esası vahye dayanır. Kitap ve Sünnet’te açıkça ifade edilen kesin hükümler hiçbir ÅŸahıs veya kurumun tasdikine gerek olmaksızın geçerlidir ve bütün müminler için baÄŸlayıcıdır. Bunlara ‘ÅŸer’i ÅŸerif’, ‘ÅŸer’î hukuk’ veya ‘ÅŸer’î hükümler’ denmiÅŸtir. b) Kur’an ve Sünnet’te açık hüküm bulunmayan, hakkında Ä°slâm fukahasının icma’ı da olmayan hükümlerde müçtehidler, furuâ ait meselelerde farklı içtihadlarda bulunmuÅŸlardır. Bu hükümlerin dayanağı; istihsan, maslahat (sulhetme / kamu yararı), örf, âdet, sahâbe kavli, önceki ÅŸeriatler ve sedd-i zerâyi’ (kötülüÄŸe giden yolu kapama) gibi tali delillerdir. Burada bizden olan (Yetkisini bizden alan, bize soran, istiÅŸare ve ÅŸûra yapan, bize hesap veren içimizden birinin temsil ettiÄŸi, usule uygun hukuk düzeninin başı. AD) ulul emre iteat yükümlülüÄŸü vardır. c) Ä°slâm fıkhının kapsamı insanın kendisi, toplum ve yaratıcıyla olan münasebetlerini düzenler. Çünkü fıkıh, hem dünyevî, hem uhrevî niteliÄŸe sahiptir. Hem din, hem devlettir, kıyamete kadar süreklidir ve bütün insanlığa yöneliktir. Bu hükümlerin özelliÄŸi bütüncül oluÅŸudur. Yani iman, ahlâk, ibâdet, muameleler iç içedir, birbirinden ayrışmış hayat alanları veya lâik temellerle dini hükümlerin ayrışmışlığı sözkonusu deÄŸildir. 
 
Müslümanlar alemlere rahmet olarak gönderilen bir Peygamberin ümmeti olarak, yeryüzünden hesaba çekileceklerdir ve bu anlamda karşılığını yalnız Allah’tan bekliyor olarak, bütün insanların, mal, can, namus, akıl, inanç, nesil emniyetini korumak zorundadırlar.
 
Bu arada, siyasetin bir fıkhı olmalı da ortaklığın, Vakıf, Dernek, Oda, Birlik, Åžirket, Kooperatifin bir fıkhı yok mu? Orada durum ne? Cami derneklerinde, Okul aile birliklerinde bile durum hiç de içaçıcı deÄŸil, bunu da bir kenara not edelim. Sözün sadece siyasilere deÄŸil. “Ha Hasan’a ha sana”
 
Bu konuya yarın da devam edelim mi? Çünkü burada bitmeyecek. Selâm ve dua ile.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.