Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

İhsan Fazlıoğlu: İnsan Olmak İşte Bütün Mesele

Bu makale Anlayış Dergisi, Kasım 2006 41. sayısında yayınlanmıştır.



Anlayış Dergisi’nde ÅŸimdiye deÄŸin kaleme aldığımız pek çok yazıda, kullandığımız kavramların, bakışımızı, görüÅŸümüzü mümkün kılan mikroskop ve teleskop gibi âletler olduÄŸunu belirtmiÅŸ; düÅŸünmenin, teknik anlamıyla felsefenin bir kavram matematiÄŸi olduÄŸunu vurgulamıştık. Vurgulamıştık, çünkü kavramsal düÅŸünmenin, baÅŸka bir deyiÅŸle, nedenselliÄŸe dayalı biçimsel düÅŸünmenin, kısaca mantıklı düÅŸünmenin olmadığı, malumatın sıhhatinin bulunmadığı, söze içkin istikametin belirlenmediÄŸi söylemlerde bilginin doÄŸruluÄŸundan bahsedilemeyeceÄŸi açıktır. Bütün bu koÅŸulların yanında, her kavramın katmanlı olduÄŸunun ve bir yaşının bulunduÄŸunun dikkate alınmadığı söylemlerde, kavramlardan kurulu önermelerin gerçekliÄŸe uygun düÅŸmeyeceÄŸi aÅŸikârdır. Örnek olarak, günlük konuÅŸmalarda sıkça kullanılan akıl, bilim, din gibi kavramların, hangi katmanından bahsettiÄŸimizi ve hangi dönemdeki anlamını öne çıkardığımızı göz önünde bulundurmaz; kavramların donmuÅŸ, mutlak bir anlamı varmış gibi davranır isek, idrakimizi ikna etmeyiz; olsa olsa vicdanımızı tatmin ederiz. Bu nedenle günümüzde pek çok dinî, siyasî hatta ilmî vesileyle yapılan konuÅŸma ve tartışmalarda kullanılan kavramların yukarıda sıralanan yapısal özelliklerine dikkat edilmediÄŸi için, sonuç, bir kavramsal kargaÅŸa, hatta bir kavramsal bunalımdır.
 
Öte yandan kudema, bazı kelimeleri kullanırken “ÅŸahs-i manevî’si vardır,” derdi. Örnek olarak devlet’i ele alalım: “Devlet’in ÅŸahs-i manevî’si vardır,” derken ne kastedilir? Åžahs kelimesinin kiÅŸi anlamına geldiÄŸini söyleyebiliriz; manevî ise anlama iliÅŸkin demektir, yani anlamsal; ancak anlam iç-duyularda oluÅŸtuÄŸu için vicdanla da iliÅŸkilidir. Öyleyse “bazı kelimelerin, anlamsal kiÅŸiliÄŸi vardır” demek hem o kelimenin anlamına hem de deÄŸerine atıfta bulunur; kelimenin anlam-deÄŸer içerikli olduÄŸunu vurgular. Kelimelerin kavramsal kiÅŸilikleri, insanların yapıp etmelerini belirleyen en önemli etmendir. Peygamber bir kiÅŸi olarak aramızda yok; ama peygamberlik kavramının ÅŸahs-i manevîsi aramızdadır; bayrak maddî açıdan bir bez parçası, ama ÅŸahs-i manevîsi anlam-deÄŸer dünyamızda tecessüm eder. Bu durumu günlük dilimizde sıkça kullandığımız kavramlara teÅŸmil edebiliriz. Bundan dolayıdır ki bir milletin, bir kültürün içinin boÅŸaltılması o millet nezdinde ÅŸahs-i manevîsi olan kavramlarla oynanmasıyla baÅŸlar. Bir kültürün anlam-deÄŸer dünyasını, kiÅŸi ister farkında olsun ister olmasın, inanç (din) veya dinleÅŸtirilmiÅŸ düÅŸünce (ideoloji) belirler. Bu nedenledir ki kiÅŸinin manevîyat’ından yani anlam-deÄŸer dünyasından, anlamlılığından bahsedilir; manevîyatı bozuk olmak üzerine konuÅŸulur; bir kültürün ÅŸahs-i manevîsi bulunan kavramlarına uygun davranmayan kiÅŸilere vicdansız denilir.
 
Bir kiÅŸi, millet, kültür kendi anlam-deÄŸer dünyasını, bundan dolayı da anlamlandırma yeteneÄŸini kaybetmeye baÅŸlarsa, kendi vicdanı önünde küçük düÅŸer; aÅŸağılık kompleksine kapılır. Bu kompleksin en önemli göstergesi, öz güvenini kaybetmek; sahip olduÄŸu dinî, ilmî, siyasî, ahlâki, estetik, tarihî, her ne ise, bütün deÄŸerlerden önce ÅŸüpheye düÅŸmek, sonra uzaklaÅŸmak, en nihayetinde terk etmektir.
 
Åžimdiye deÄŸin verilen açıklamalar ile örnekler, kavramların yalnızca idraki deÄŸil, anlam-deÄŸer dünyasıyla ilgili olduÄŸundan vicdanı da belirlediÄŸini gösterir. Bu nedenle bir insanın yeryüzünde başına gelebilecek en büyük musibet anlamlandırma yetisini kaybetmesidir. Bu yetiyi kaybetmek, kiÅŸiyi bunalıma sokar; bir süre sonra da kendini imhaya sürükler. Nitekim intihar eden, yani kendi varoluÅŸunu imha eden insanların söylediÄŸi en önemli cümlenin “Artık yaÅŸamanın bir anlamı kalmadı,” olması boÅŸuna deÄŸildir. KiÅŸilerin olduÄŸu gibi kültürlerin, milletlerin de anlam yetilerini kaybetmeleri söz konusudur. Anlamlandırma yetisini kaybeden milletler de bir süre sonra kendilerini imha eder, yani birbirlerine düÅŸer; neticede tarihten silinir giderler. Bir kültürün kendisini imha etmesi de o kültüre organik bütünlüÄŸünü veren anlam-deÄŸer dünyasının, yani maneviyatının ortadan kalkmasıyla baÅŸlar; vicdansızlaÅŸan kültürün bireyleri de birbirlerini yemeye, soymaya, öldürmeye, yok etmeye kalkışırlar. Bu durumu en iyi XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın ÅŸarkiyatçıları (oryantalistler) tespit etmiÅŸlerdir. Gibb, Ä°slam dünyası için “Onların her ÅŸeyini mahvettik: Felsefelerini, dinlerini… Artık hiç bir ÅŸeye inanmıyorlar. Ä°çlerinde sonsuz bir boÅŸluk açıldı. AnarÅŸinin ya da intiharın eÅŸiÄŸindeler,” derken bu durumu kastediyordu.
 
Bir kiÅŸi, millet, kültür kendi anlam-deÄŸer dünyasını, bundan dolayı da anlamlandırma yeteneÄŸini kaybetmeye baÅŸlarsa, kendi vicdanı önünde küçük düÅŸer; aÅŸağılık kompleksine kapılır. Bu kompleksin en önemli göstergesi, öz güvenini kaybetmek; sahip olduÄŸu dinî, ilmî, siyasî, ahlâki, estetik, tarihî, her ne ise, bütün deÄŸerlerden önce ÅŸüpheye düÅŸmek, sonra uzaklaÅŸmak, en nihayetinde terk etmektir. Ancak terk ediÅŸe eÅŸlik eden, hatta onu önceleyen; kendi deÄŸerlerini, maneviyatını, vicdanını, anlam-deÄŸer dünyasını aÅŸağılamaktır. AÅŸağılamak, terk ediÅŸi kolaylaÅŸtıran bir tatmindir, bir geçiÅŸtir. Tam bu noktada kiÅŸinin mensup olduÄŸu kültürü eleÅŸtirmesi ile aÅŸağılaması arasında ciddi bir ayırım yapılmalıdır. EleÅŸtiri mensubiyeti ve aidiyeti güçlendirir, zayıflatmaz; çünkü eleÅŸtiriden amaç eleÅŸtirilen ÅŸeyin daha güçlü hale getirilmesidir, zayıflatılması deÄŸil; varoluÅŸunu daha pekiÅŸtirmektir, yok etmek deÄŸil.
 
Mensup olduÄŸu kültürü her ÅŸeyiyle el-den geçiren, el-e-ÅŸ-tir-en, el-e-y-en bir kiÅŸinin aidiyeti güçleniyor; o kültürün geleceÄŸi adına bir ufuk ortaya koyuyorsa o eleÅŸtiri yapıcıdır; kırıp dökme deÄŸildir. Bu nedenle elden geçirme ile kırıp dökme, eleÅŸtiri ile hakaret birbirinden ayrılmalıdır. Ait olduÄŸu kültürü eleÅŸtirme bir öz güven iÅŸidir; o kültürü daha ötelere taşıma, derinleÅŸtirme, zenginleÅŸtirme, sıkılaÅŸtırma, pekiÅŸtirme amaçlıdır. Hakaret ise ancak ve ancak aÅŸağıda görülen bir ÅŸeye yöneliktir. Hiçbir insan deÄŸerli bulduÄŸu ÅŸeye hakaret etmez; tersine ulular. Ä°ÅŸte bundan dolayıdır ki mensubiyetini aÅŸağılamak öncelikle kendini aÅŸağıda görmekle baÅŸlar. Bir kiÅŸi de ait olduÄŸu kültürün ÅŸahs-i manevîsi bulunan kavramlarını kaybetmiÅŸse, ancak o zaman o kültürü aÅŸağılar. Bu nedenle, vicdanları terbiye etmeden yalnızca idrakleri eÄŸiten milletler, kültürler kendi mensupları tarafından aÅŸağılanmaya hazır olmalıdırlar.
 
Tarihî tecrübe ile düÅŸüncelerinde bu tecrübeyi dikkate alan kudema, yazdıklarında ve söylediklerinde özün özünü vermeyi hedeflemiÅŸ; ayrıntıları hareket imkânı vermek için kiÅŸilere bırakmışlardır. Bir kiÅŸinin Hz. Ä°nsan olmasını da benzer –muhtasar ve müfit– tarzda dile getirmiÅŸlerdir: Hak ve hakikatte doÄŸruluk (el-sıdk fi’l-hakk), eylemde iyilik (el-hayr fi’l-amel), davranışta istikamet (el-istikamet fi’l-ahval). Bu nedenle istikameti olmayan doÄŸruluk ile iyilik tek başına bir anlam ifade etmez. Söyledikleri ve ettikleri, mensubiyetlerine içkin bir istikamet taşımıyorsa kiÅŸilerin ne eleÅŸtirileri, ne hakaretleri, ne yüceltmeleri, ne de aÅŸağılamaları bir kıymet-i harbiye (temiz/mert bir deÄŸer) taşımaz. DüÅŸünürümüz Mehmet Kafiyecî, bu durumu daha da özetler ve bir insanın, hak ve hakikate doÄŸrulukla (el-sıdk maa’l-hakk), yaratılanlara da ahlâkla (el-huluk maa’l-halk) davrandığında insan olabileceÄŸini belirtir. Ä°nsan olmak iÅŸte tüm mesele!

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.