Sosyal Medya

Özel / Analiz Haber

Ömer Ömeri yazdı: Medine Vesikası-Sözleşmesi



Bu yazımızda; feodal çağın zulmeti içinden bir güneÅŸ gibi doÄŸarak gelecek kuÅŸakları aydınlatan, çağının politik tasavvurlarının çok ilerisinde bir devlet anlayışının siyasi belgesi niteliÄŸi taşıyan, Ä°.Ö. 350’lerde Atina’da Eflatun ve Aristo’nun kaleme aldıklar yazılı anayasaya benzer bir metinle  kıyaslanmayacak kadar ileride, içinde totaliter, eÅŸitsizlikçi, insafsızhiç bir yön bulundurmayan, taraflarca bihakkın, (Yahudilerin ihanetine kadar) özgürlük ve adalet ruhuyla hazırlanmış ve yürürlüğe konarak uygulanmış, bir ütopya olarak kalmayıp sonraki yıllarda inen Kur’an ayetleri ve Veda Hutbesi’nin muhtevası ile sözleÅŸmede yer alan temel anlayışı devam ettirmiÅŸ, Resül-i Ekrem’in 63 yıllık hayatını bir bütün olarak deÄŸerlendirdiÄŸimizde,  O’nun  esas itibariyle hiç deÄŸiÅŸmemiÅŸ siyasi muhayyilesinin bir numune-i hasenesi olan Medine Vesikası’nı arz etmeye çalışacağız.

 

Resül-i Ekrem Yesrib’e hicret ettiÄŸinde üç grup insanla karşılaÅŸtı. Birinci gurup Mekke’den göç etmek zorunda bırakılan  (muhacir) ve yerli Yesriblilerden (ensar) oluÅŸan Müslümanlardı. Yesrib’de iki büyük kabile vardı; Evs ve Hazreç. Yesribli (Hicretten sonra Medine adını almıştır) yerli Müslümanlar daha çok bu kabilelere mensuptular. Hazreçliler Evsli’lere nazaran daha büyük bir nüfusa sahipti.

 

 

Ä°kinci grup insanlar yine Evs ve Hazreçlilere mensup yerli putperest ve münafıklardı. Bunlardan kimileri Ä°slam’ı zaman içinde kabul etmiÅŸ kimileri de kabul eder görünüp münafıklık yapmışlardı. ÖrneÄŸin Abdullah bin Ubey Hz. Peygamber Medine’ye gelmeden önce kral olmasına karar verilmiÅŸ birisiydi. Hz. Peygamber Medine’ye gelince bu hayali suya düşmüş ve ömrü boyunca Müslüman gözükerek Hz. Peygamber’e kıskançlık hisleri içinde yaÅŸamıştır.

 

Üçüncü gurup insan da Yahudilerdi. Yahudiler yaklaşık bin yıldır Hicaz bölgesinde ve Medine’de zaten yerleÅŸik durumdaydılar. Ä°.Ö. 587’de Bahtunnasır ‘ın Filistin iÅŸgali sonrası, Yahudilerin bir kısmını Babil’e götürmüş, bir kısım Yahudi de Hicaz’a giderek Medine civarına yerleÅŸmiÅŸti. Yine Ä°.S. 70’de Romalılar Kudüs’ü iÅŸgal edince Yahudi kabileleri Hicaz’a kaçıp Medine civarına yerleÅŸmiÅŸti. Yahudiler zamanla burada yeni yerleÅŸim birimleri kurmuÅŸlar, köyler inÅŸa etmiÅŸlerdi. Zaman içinde bazı Arapların YahudiliÄŸi kabul ettiÄŸini fakat bazı Yahudilerin de AraplaÅŸtığını görüyoruz. 

 

 

Yahudiler özellikle ticaret ve sanatta hayli ilerlemiÅŸlerdi. O dönemde Medine çevresinde üç Yahudi kabilesi bulunuyordu; Medine’nin ÅŸehir merkezinde Beni Kaynuka, Medine banliyösünde Beni Nadir ve Medine’nin varoÅŸ bölgelerinde Beni Kurayza kabileleri. Ayrıca Medine’ye nisbeten uzakta Hayber, Fedek, Vadilkura, Teyma gibi yerlerde Yahudi yerleÅŸim birimleri bulunuyordu.

 

Resül-i Ekrem’in Medine’de Müslim ve gayr-i Müslim onsekiz kabileyi  bir araya getirerek bir ÅŸehir-devlet çatısı altında birleÅŸtirdiÄŸini görüyoruz. “Birliktelik” anlayışı esas alınarak oluÅŸturulan antlaÅŸma metni tarihe “Medine SözleÅŸmesi” olarak geçmiÅŸtir. 

 

Cabiri’ye göre, (Ä°slam’da Siyasi Akıl, 187. sayfa) sözleÅŸme esas itibariyle bir savaÅŸ sözleÅŸmesidir. Ona göre Medine SözleÅŸmesi hicretin tabii bir sonucu ve devamıdır. Hicret, KureyÅŸ müşriklerine karşı örgütlü bir savaşı düzenlemek amacıyla yapılmıştır. Medine’ye gelinerek, oradan Mekke’deki düzeni yıpratacak saldırılar düzenlenecektir. Medine bu amaçla bir üs olarak kullanılacaktır. Ä°ÅŸte bunun için Hz. Peygamber Medine’deki Yahudilerle antlaÅŸma yaparak arkasını saÄŸlama almak istemiÅŸtir. 

 

Muhammed Hamidullah ise (Ä°slam Peygamberi 2. cild 188-189 sayfaları) sözleÅŸmeyle ortaya çıkan olguyu “Ä°lk Ä°slam Devleti”“Yeryüzünde Ä°lk Yazılı Anayasa”“Kabile Otonomisi”“Dinamik Bir Organizasyon”, “Müslüman VatandaÅŸlığı”“Sosyal Mukavele” vb. kavramlarla ifade ederek şöyle demektedir:

Bu sözleÅŸmeyle kabile denen sosyal yapı, artık hiçbir ÅŸekilde doÄŸum veya kalıtım esasına dayalı akrabalar arası ve dışa kapalı mahiyette bırakılmayarak yepyeni bir ideolojiye baÄŸlanıyordu. Bu yeni kabile anlayışına göre sosyal bünye tamamen ferdin rıza ve iradesine dayalı dinamik bir organizasyon haline inkılab ettirilmekteydi. Mesela görüyoruz ki Medine’ye gelenler arasında sadece Mekkeliler deÄŸil fakat örneÄŸin HabeÅŸistan’dan gelenler de bulunuyordu. Bunlar Medinelilerle birlikte yeni bir kabile anlayışı için kaynaÅŸtırılmıştı. Tam bir benzetiÅŸle ifade edecek olursak bu küçük fideden Ä°slam milliyeti (ümmet) diÄŸer bir ifadeyle Müslüman vatandaÅŸlığı aÄŸacı yetiÅŸtirilmiÅŸtir. Böylece diÄŸer toplumlarda mevcut ırk, deri rengi, dil ve doÄŸum yeri birliÄŸi gibi deÄŸiÅŸtirilmesi mümkün olmayan ve insan irade ve seçimi dışında kalan bir takım mefhumlar yerine ümmet anlayışına dayalı sosyal mukavele esası getirilmiÅŸtir.

 

Hüseyin Atay da (Ä°slam’ın Siyasi OluÅŸumu, 116 sayfa) benzer bir ÅŸekilde (ÅŸu yorumu yapmaktadır;

Birkaç maddesini buraya aldığımız Medine’de Hz.Muhammed (s.a.v)’in yaptığı bu antlaÅŸmada hem toplumun güvenine, hem de devlet esaslarında insan haklarının temellerine rastlanır. Yahudilere verilen haklar Müslümanlarınkine eÅŸittir. Burada bir azınlık gurup olarak görülen Yahudilere tarih boyunca ilk kez temel hakların verildiÄŸi görülmektedir.

 

Aslında Hz.Muhammed (s.a.v)’in, Hilfu’l-Fudul (Erdemliler Meclisi) yıllarından beri zihninde ÅŸekillenen, daha sonra Kur’an ayetleriyle de yönlendirilen bir sosyo-politik düzenin örneÄŸini insanlık alemine göstermek amacında olduÄŸunu görüyoruz. Bütün ömrü boyunca Hz.Muhammed’ (s.a.v)in zihninde “tevhid ve adalet” fikrinin yer ettiÄŸi gayet açıktır. Onun nihai amacının “adalete dayalı bir dünya düzeni” kurmak olduÄŸunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Bunun nasıl olabileceÄŸinin küçük bir örneÄŸini gösterebilmek amacıyla Medine’deki ÅŸartları uygun bulmuÅŸ, Medine’yi “bu amaçla” Ã¼s olarak kullanmayı denemiÅŸtir. Bir ÅŸehir-devleti çatısı altında ÅŸehirde yaÅŸayan farklı insan topluluklarını “birliktelik”1 anlayışı çerçevesinde birleÅŸtirmiÅŸtir…

Toplam 47 madde olan Medine SözleÅŸmesi kabileler ve dinler arası “ortak siyasi birliktelik deklarasyonu” görünümündedir. Bu haliyle de dünyada bir ilktir.

 

Sözleşmenin ilk maddesi metne kimlerin imza koyduğunu açıkça beyan ediyor. Buna göre imzacılar:

-  Peygamber Muhammed 

  • Mekkeli Müslümanlar
  • Medineli Müslümanlar 

-  Bunlara tabi olanlar 

-  Bunlara sonradan katılanlar 

- Bunlarla Medine’yi ortaklaÅŸa savunanlardır. 

 

SözleÅŸmenin sonraki maddelerinde, ilk maddede özet olarak verilen tarafların kimler olduÄŸu ayrıntılı bir ÅŸekilde isim isim zikrediliyor; Muminler, Beni KureyÅŸ, Beni Avf, Beni Neccar, Beni Haris, Beni Saide, Beni CuÅŸem, Beni Amr ibni Avf, Beni Nebit, Beni Evs, Beni Avf Yahudileri, Beni Neccar Yahudileri, Beni CuÅŸem Yahudileri, Beni Evs Yahudileri, Beni Evs Yahudileri, Beni Salebe Yahudileri, Cefne ailesi, Beni Åžuteybe Yahudileri… SözleÅŸmede toplam onsekiz topluluk ismi geçiyor ve her biri için tek tek “Adalete ve marufa göre hareket edilecektir”, “Bunlar mu’minlerle birlikte ayrı birer ümmettirler” tekrarı yapılıyor…

 

Burada dikkat çeken husus bütün bu tarafların birer “özne” olarak sözleÅŸmeye dahil edilmeleridir. Öyle ki Hz.Muhammed (s.a.v), kendisine inanan Mekkeli ve Medineli Müslümanlarla da birer maddeyle anlaÅŸmaktadır. SözleÅŸmede tüm guruplar “Ortak Bir Yesriblilik (Medinelilik) bilinci” etrafında birleÅŸtirilmektedir. SözleÅŸmeye katılanlar kendi kabile yapılarında ve dinlerinde serbest olmakla beraber Medine’nin ortaklaÅŸa savunulmasında (cihad) birlik olacaklardır. 

Buradaki cihad Ä°slam dininin yayılması amacıyla yapılan kutsal savaÅŸ deÄŸil, ortak savunma ve haksızlıklara karşı beraberce mücadele anlamındadır ki Kur’an’ın kastettiÄŸi asıl anlam da budur kanaatindeyim.

 

SözleÅŸmede tüm bu toplulukların ortak deÄŸerler etrafında birleÅŸtirildiÄŸini görüyoruz; adalet (hak-hukuk), maruf (iyilik), himaye (koruma), eman (güvenlik), dif’a (savunma), sulh (barış),

zulüm (haksızlık), baÄŸy (zorbalık) ve dinuhum ve dinehum (dinde serbestlik)” kelimeleri sözleÅŸmenin temel kavramlarıdır. 

Özellikle 47 maddelik sözleÅŸmede en çok “adalet” kelimesinin geçiyor olması oldukça dikkat çekicidir. Buradan anlaşılıyor ki Hz. Peygamber Hilfu’l-Fudul metninde de geçen hak ve adalet kavramlarına sahici anlamda sahip çıkmakta ve bulduÄŸu ilk fırsatta hayata geçirmeye çalışmaktadır. Onun düşündüğü sosyo-politik düzenin bugünkü anlamda adalet, iyilik, barış, özgürlük, güvenlik ve savunmayı esas alan, her tür haksızlık, zorbalık ve saldırganlığa karşı erdem ve dürüstlüğü yücelten bir “adaletle yönetme anlayışı” olduÄŸu apaçık ortadadır.

 

Demek ki bu haliyle Medine SözleÅŸmesinin çağımızda adil, eÅŸit, özgür birlikteliklerin esas alındığı demokratik toplum çabalarına ilham kaynağı olması mümkündür. 

 

BaÅŸta Etnik Temelli meseleler olmak üzere, tüm Mezopotamya -Anadolu-Akdeniz havzası halklarının Medine SözleÅŸmesi temelinde birlik oluÅŸturmaları, topluluklarının kendi din, dil, kültür, hukuk, özerk idari yapılarını korurlarken, özgür ve eÅŸit birlikteliklerini tesis etmeleri, sınırların kaldırılarak halkların kendi özgür havzalarında yaÅŸamlarını sürdürmeleri mümkündür. Buna sosyo-politik birliktelik anlamında “ümmet”  denmesi de mümkündür.

 

Medine Sözleşmesi bütün bunlara ilham kaynağı olabilecek çoğulcu perspektife sahip olup, araştırılmayı, incelenmeyi ve yeniden yorumlanmayı beklemektedir.

Vesselam.

 

Ömer Ömeri

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.