Sosyal Medya

Alim

‘Kuran pasajlarının ve Hadis varyantlarının kognitif hermeneutiğine giriş’

Bilgi, kültür ve beyan konularındaki okumalarımdan şu ana kadar edindiğim aciz ve muhtemeldir ki eksik tecrübem şudur: Hiçbir düşünce, hiçbir kültür ve medeniyet, özellikle de hiçbir din kendisini kendinin olmayan kavramlarla tam ve olduğu gibi ifade edemez. Bu mesele hayati/varoluşsal bir meseledir. Siz düşünce olarak, din olarak var iseniz kendi kavramlarınızla varsınız, ya da var olabilirsiniz. Aksi takdirde siz ‘siz’ olamazsınız. Sadece var olduğunu zanneden ve ancak başkalarının gölgesi olarak, mecazen var olan bir ‘siz’ olursunuz.



Faruk BeÅŸer - Yeni Åžafak

Ä°ki hafta önce Ä°lim Yayma Vakfı’nın desteÄŸi ve teÅŸvikinde, faaliyetlerine ‘Tefsir Akademisi’ adını veren genç tefsirci arkadaÅŸlarımızın düzenlediÄŸi uluslararası bir sempozyuma katıldım. Bütün dünyada yapılan ve yapılmakta olan tefsir tezlerini tartıştılar, biz de iftiharla izledik. Tarafları tebrik ediyorum.

Bu vesile ile uzun zamandır yazsam diye düşündüğüm bir mesele orada tekrar gündemime geldi. Bu baÅŸarıya halel vermeyecek ÅŸekilde bu yaygın meseleye de deÄŸinmek istiyorum. Aslında söze belki de ‘Tefsir Akademisi’ tamlamasından baÅŸlamamız lazım, acaba bu iki kelime birbiriyle anlaÅŸabilirler mi diye? Ama bunu bırakalım.

SevdiÄŸim bir tefsir Profesörü arkadaşım sempozyumdaki sunumuna ÅŸuna benzer bir cümle ile baÅŸlayınca bana biraz giran geldi: ‘Kuran ilk vahyedildiÄŸinde kognitif bir mesele olarak özne ile özne arasındaki bir iletiÅŸimdi. Sonrasında ise özne ile süje arasında bir iletiÅŸime dönüştü…’ ve arkadaşım konuÅŸmasına bu minval üzere devam etti. Böyle bir dili Ä°slamî ilimlerde ihtisas yapmış daha pek çok arkadaşımız da kullanıyor. Biz yapamayız ama birilerinin bunun ‘psikoanalizini’ yapmasında yarar var.

EÄŸer bir tefsirci vahyi ve tefsiri böyle sunarsa, Kuranıkerim’deki teÅŸbihlere metafor, ayetlere pasajlar derse, hermenötik, tarihsellik, tarihselcilik gibi kavramları merkeze alırsa o olsa olsa Kuranıkerim’i anlaşılmak zorunda olan bir nesne, beÅŸer sözü olan bir metin olarak görüyor demektir.

Kelamcımız Kelam ilminden söz ederken meramını teolojik ekoller, inanç, kongnitif, metafizik, yazgı gibi kavramlarla anlatırlarsa imanı ve Ä°slam’ı deÄŸil, sadece Batının anladığı iancı ve religion’ı anlatmış olur.

Fıkıhçı arkadaşımız Ä°cma yerine konsensus, mezhep yerine ekol, hukuk ekolü, içtihatlar bütünü yerine doktrin derse, normatif düzenleme, kodifikasyon diye anlatmaya baÅŸlarsa, o fıkıh diye olsa olsa J. Schacht’ın anladığı Ä°slam Hukukunu anlar, yani fakih olamaz.

Hadisçimiz rivayet yerine varyant derse o zaman Sünneti ve hadisi deÄŸil, tradition, apokrif, living  tradition gibi mefhumları anlatmış olur.

Tabii ki, bu kavramlar hiçbir surette kullanılmamalı demek istemiyoruz. Bir karşılaştırma yaptığınızda, ya da bir alıntı yaptığınızda var olan her kavramı kullanmak zorunda kalabilirsiniz. Ama kendi düşüncenizi kendi kavramlarınızdan başkasıyla anlatamazsınız demek istiyoruz.

Bilgi, kültür ve beyan konularındaki okumalarımdan ÅŸu ana kadar edindiÄŸim aciz ve muhtemeldir ki eksik tecrübem ÅŸudur: Hiçbir düşünce, hiçbir kültür ve medeniyet, özellikle de hiçbir din kendisini kendinin olmayan kavramlarla tam ve olduÄŸu gibi ifade edemez. Bu mesele hayati/varoluÅŸsal bir meseledir. Siz düşünce olarak, din olarak var iseniz kendi kavramlarınızla varsınız, ya da var olabilirsiniz. Aksi takdirde siz ‘siz’ olamazsınız. Sadece var olduÄŸunu zanneden ve ancak baÅŸkalarının gölgesi olarak, mecazen var olan bir ‘siz’ olursunuz.

Günümüzde Ä°slam Filozofu diyebileceÄŸimiz üç beÅŸ düşünürden biri olan Taha Abdurrahman, yıllar önce okuduÄŸum ‘Rûhu’l-hadâse / ModernliÄŸin ruhu’ adlı kitabında, aklımda kalan kadarıyla, müslümanca düşünmenin ancak özgün kavramlarla olabileceÄŸini uzun uzadıya anlatır ve ÅŸu sonuca varır: EÄŸer düşüncenizi bugünkü mevcut kavramlarınızla anlatamıyorsanız o zaman iki ÅŸeyi yapmak zorundasınız: Ya, aslında varolan, ama düşüncenin sekteye uÄŸraması sebebiyle ölü hale gelen kavramlarınızı yeniden ihya edeceksiniz, ya da onların da yetersiz kaldığı durumlarda yenilerini inÅŸa edeceksiniz. Bu da ancak bilgi ve düşünce üretmenizle mümkün olabilir.

Biz her yönlü çok büyük bir maÄŸlubiyet yaÅŸadığımız için dil konusunda da galipleri taklit etmeyi marifet sayıyoruz. Çünkü maÄŸluplar galipleri taklit ederler. Buna baÄŸlı olarak bu taklidin ikinci bir sebebi de bugün bizim çoÄŸu akademisyenimizin dinimizi bile Batıdan ve oradaki müsteÅŸriklerden öğrenmiÅŸ olmalarıdır. Köklerimize inebilme becerisini edinemememizdir. Bu belki bir yere kadar gerekli idi. Çünkü dini tanıyabilmemiz için dünyayı tanımamız gerekiyordu ve Batıyı tanımayan ilim adamlarımız da dünyayı tanımakta zorluk çekiyorlardı. Ama tamamen Batı algısı ile bir din oluÅŸmaya ve oluÅŸturmaya baÅŸladıktan sonra kendimizi unuttuk, dini baÅŸkalarının kavramlarıyla yeniden inÅŸa etmeye baÅŸladık. Ä°slam’daki Kader anlayışını bile Montgomery Watt’an öğrenmeye kalkışınca kaderi inkâr eder olduk. Tarık BuÄŸra’nın dediÄŸi gibi: Ona hakikat yerine gerçek dersek ne kaybetmiÅŸ oluruz? Diye sormuÅŸlar; hakikati kaybetmiÅŸ oluruz demiÅŸ.

Başlamışken bu konuyla ilgili birkaç kelam daha edeceğiz inşallah.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.