Sosyal Medya

Alim

TeÂ’vil varsa tekfir yoktur!

Klasik İslâmî kaynaklarda tefsir ile te’vil arasında kategorik bir ayrıma gidilmiş, tefsirin “ilâhî maksat ve muradın ne olduğu hususunda kesin konuşmak”, te’vilin ise “ayetlerdeki muhtemel manalar arasında bir tercihte bulunmak” anlamına geldiği belirtilmiştir. Buna göre tefsir vebal riski yüksek bir faaliyettir. Çünkü tefsir “Allah’ın bu ayetteki muradı şudur” demekle eşdeğerdir. Bu yüzden İmam el-Mâtüridî, “tefsir”i Kur’an vahyinin nüzulüne şahitlik eden sahabeye özgü bir faaliyet olarak nitelendirmiş, te’vilin ise tefsire kıyasla çok daha risksiz olduğuna dikkat çekmiştir. Çünkü te’vil isabetlilik ve isabetsizlik ihtimallerine açık olup kesinlik iddiası içermemektedir. Bu yüzden Mâtüridî, “Tefsir sahabenin, te’vil fukahanın (ulemanın) işidir” demiştir.



Mustafa Öztürk - KARAR

Te’vil, Ä°slâmî ilimlerde, özellikle de kelam ve fıkıh usulünde anahtar kavram denebilecek bir hüviyete sahiptir. Arapçada “bir ÅŸeyin hem evveli hem akıbeti” anlamındaki evl kökünden türemiÅŸ bir kelime olarak te’vil baÅŸta Yûsuf suresi olmak üzere Kur’an’ın birçok suresinde/ayetinde de geçer ve ilgili ayetlerde, “önceden vuku bulacağı bildirilen bir hadisenin bilahare meydana gelmesi, rüyada görülen sembollerin dış dünyada nelere karşılık geldiÄŸinin izah edilmesi (rüya tabiri), bir ÅŸeyin akıbeti, iç yüzü ve gerçek mahiyeti” gibi anlamlar içerir. Istılahta ise te’vil, “Kur’an’daki bir kelime veya lafzı müdellel olarak ilk ve açık manası dışında ikincil bir muhtemel manaya hamletmek” diye tarif edilir. Fakat bu ıstılâhî anlam “te’vil”in Kur’an’daki anlam ve kullanımına pek muvafık deÄŸildir. Hâl böyleyken te’vil Ä°slâmî ilimler geleneÄŸinde “Kur’an yorumu” anlamında terimleÅŸmiÅŸtir.

***

Klasik Ä°slâmî kaynaklarda tefsir ile te’vil arasında kategorik bir ayrıma gidilmiÅŸ, tefsirin “ilâhî maksat ve muradın ne olduÄŸu hususunda kesin konuÅŸmak”, te’vilin ise “ayetlerdeki muhtemel manalar arasında bir tercihte bulunmak” anlamına geldiÄŸi belirtilmiÅŸtir. Buna göre tefsir vebal riski yüksek bir faaliyettir. Çünkü tefsir “Allah’ın bu ayetteki muradı ÅŸudur” demekle eÅŸdeÄŸerdir. Bu yüzden Ä°mam el-Mâtüridî, “tefsir”i Kur’an vahyinin nüzulüne ÅŸahitlik eden sahabeye özgü bir faaliyet olarak nitelendirmiÅŸ, te’vilin ise tefsire kıyasla çok daha risksiz olduÄŸuna dikkat çekmiÅŸtir. Çünkü te’vil isabetlilik ve isabetsizlik ihtimallerine açık olup kesinlik iddiası içermemektedir. Bu yüzden Mâtüridî, “Tefsir sahabenin, te’vil fukahanın (ulemanın) iÅŸidir” demiÅŸtir.

Mâtüridî’nin söyledikleri önemlidir; fakat bilhassa Âl-i Ä°mrân 3/7. ayet dikkate alındığında, Allah’ın muradı hakkında kesin konuÅŸma iddiasının “tefsir”le deÄŸil, “te’vil”le ilgili olduÄŸunu söylemek, dolayısıyla Mâtüridî’nin naklettiÄŸi ayrımı tersine çevirmek gerekir. Ancak her nedense Ä°slam uleması “te’vil”i bir tür re’y ve ictihad olarak öznellik ve hata payı en başından müsellem bir faaliyet olarak tanımlamayı yeÄŸlemiÅŸtir. Sonuçta tefsir ile te’vil arasındaki mezkûr ayrım dikkate alındığında hem Kur’an çalışmalarının hem de bu alanda yazılan kitapların çoÄŸunlukla te’vil diye nitelendirilmesi gerektiÄŸi düşünülebilir. Fakat gelenekte -Hanefî/Mâtüridî literatür kısmen hariç- te’vilden ziyade tefsir nitelemesinin ön plana çıkması dikkat çekicidir. Ehl-i Sünnet zaviyesinden bakıldığında, bunun muhtemel sebeplerinden biri, aşırı Åžiî Ä°smâiliyye (Bâtıniyye) fırkası ile “bâtınî te’vil” kavramı arasında özdeÅŸlik bulunması ve bu fırkanın bâtınî te’villerinde Kur’an’daki açık anlamların buharlaÅŸmasıdır. Ä°kinci bir muhtemel sebep, özellikle Ehl-i Sünnet’in nüvesini oluÅŸturan Ehl-i hadis ekolüne göre te’vil “Zanâdıka”nın (Zındıklar), yani Cehmiyye ve Mu’tezile gibi fırkaların alamet-i farikasıdır. Te’vil aynı zamanda dinî alanda akıl ve re’ye alan açılmasıdır ki Ehl-i hadise göre dinde re’y ve te’vile mahal yoktur.

Gelenekte te’vilden ziyade tefsir kavramının ön plana çıkmasıyla ilgili bir diÄŸer muhtemel sebep, Kur’an’a referansla konuÅŸan hemen herkesin “vallahu a’lem” kaydına raÄŸmen kendi görüş ve kanaatini zımnen murad-ı ilâhî ile eÅŸdeÄŸer tutma veya en azından bu yönde bir algı oluÅŸturma arzusu olsa gerektir. Nitekim gelenekte hiçbir mezhep veya âlimin, “Ayranım ekÅŸi” demediÄŸi iyi bilinmektedir. Bütün bunlar bir kenara, te’vil geçmiÅŸte ve günümüzde sayısız istismara konu olmasına raÄŸmen yine de dinî alanda rahat nefes almamızı saÄŸlayacak büyük bir imkândır. Özellikle tekfir sorunu dikkate alındığında, te’vilin kıymeti çok daha iyi anlaşılır. Bu vesileyle meÅŸhur Hanbelî fakihi ve usûl âlimi Muvaffakuddîn Ä°bn Kudâme’nin, “Te’vil varsa tekfir yoktur!” diye özetlenebilecek ifadelerini kısaca aktarmakta fayda vardır.

***

Ä°bn Kudâme, ÅŸer’an haram kılındığı hususunda hiçbir şüphe bulunmayan zina, domuz eti yemek gibi fiillerin helal olduÄŸu görüşüne sahip bir kiÅŸinin küfre girdiÄŸini, fakat böyle bir görüş ve kanaatin te’vile dayanması halinde durumun deÄŸiÅŸtiÄŸini söyler ve bunu Hâricîlerin tavrıyla örnekler. Hâricîler müslümanların canlarını ve mallarını helal saydıkları, hatta müslüman kanı dökmeyi Allah’a yakınlaÅŸma vesilesi gibi algıladıkları halde fukahanın çoÄŸunluÄŸu bu fırkayı tekfir etmemiÅŸ, Hz. Ali’yi öldüren Ä°bn Mülcem’i de kâfir olarak nitelendirmemiÅŸtir. Fukahanın bu ihtiyatlı yaklaşımı Hâricîlerin yapıp ettikleri yanlış iÅŸleri te’vil yoluyla Kur’an’a dayandırmış olmalarına müstenittir. Kudâme b. Maz’ûn ve Ebû Cendel el-Âs adlı sahâbîlerin iman ve salih amelde sebatkâr ve duyarlı davranan müminlerin vaktiyle tattıkları ÅŸeylerden dolayı sorumlu tutulmayacaklarını bildiren Mâide 5/93. ayeti delil göstererek içki içmeye devam etmeleri ve bundan dolayı cezalandırılmamaları gerektiÄŸini söylemeleri de “te’vil varsa tekfir yoktur” ilkesine dair ilginç bir örnektir (Bkz. Ebû Muhammed Muvaffakuddîn Ä°bn Kudâme, el-MuÄŸnî, Dâru Âlemi’l-Kütüb, Riyad 1997, XII. 276-277).

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.