Sosyal Medya

Düşünce Platformu

İslami bütünü temsil liyakatına sahip olmak

Batı siyasal düzeninin kopyası olan bir düzende, ödünç alınan bir sistem içerisinde yaşamaya devam ederken, bir diğer yanda İslami tasavvurlardan söz etmek kadar çelişkili bir durum olamaz.



Atasoy Müftüoğlu - Yeni Şafak

Her konuya milli bir seferberlik duygusu ile yaklaşılan gerilimli dönemlerde, özellikle İslami sorumluluk taşıyan kesimlerin çok daha dikkatli bir dil kullanmaları gerekir. Kültürel-politik iktidarın kitle iletişim araçları teknokrasisinin elinde olduğu, ideolojik meşruiyetin medya söylemi aracılığıyla hayata geçirildiği bir dönemde, medya etkisi karşısında savunmasız kalmış toplumun ve kültürün, eleştirel bilince ve ufka sahip olmadığı takdirde, küresel gerçeklere gereği gibi nüfuz etmesi beklenemez.

Bizler bugün Müslümanlar olarak, modern-seküler uygarlık adına yapılan her tür kötülüğün, her tür sapkınlığın, her tür yalan ve riyanın, her tür ikiyüzlülüğün, her tür zulmün ve adaletsizliğin haklı ve meşru sayılabildiği, haklı ve meşru görülebildiği, onaylanabildiği, takdir toplayabildiği bir dünyada yaşıyoruz. Böyle bir dünyada her türlü bilgi, maalesef, Batılı endüstri sisteminin tekelinde bulunuyor. Bunun içindir ki, kolonyalist ideolojik proje, modern-seküler uygarlık adına, bilgiyi, kültürü, tarihi ve siyaseti açıkca araçsallaştırabiliyor, çarpıtabiliyor, sınırsız bir biçimde istismar edebiliyor.

Bugün, hayatımıza, toplumsal/siyasal/ekonomik kurumlarımıza hakim olan Batılı fikirler, Batılı ekonomik ve askeri güçlerin himayesi altında eğitim kurumlarımıza empoze edilmiştir. İslami anlamda bir hafıza kaybı, bir bilinç kaybı yaşamamış olsaydık, bugün politik/ekonomik/kültürel tahakküme, medya tahakkümüne maruz kalmaya devam ettiğimizi görecek, bunun sömürgeci bütünün bir parçası olduğunun farkında olabilecektik.

KOLONYAL SÄ°STEMLE HESAPLAÅžMALIYIZ

15 Temmuz 2016 halk direnişi etrafında, halkımızın ortaya koyduğu engin cesaret/şecaat/iradeyi her tür tartışmanın ve sansasyonel değerlendirmenin dışında tutarak, özellikle İslami medya dünyasının/yazarların/akademisyenlerin/ilahiyatçıların bu bağlamda kullandıkları dilin, ürettikleri yorumların, değerlendirmelerin, yaptıkları çözümlemelerin çok ciddi yanılsamalarla malûl bulunduğunu kaydetmek gerekir. Bilindiği üzere, hangi alanda olursa olsun, uzmanlık, çok daha az şey hakkında daha çok şey bilmek anlamı taşıyor. Tarihte benzeri görülmemiş bir terör olayına neden olan Neo-Nurculuk ile ilgili olarak, bu akımın referans kaynakları, meşruiyet kaynakları hakkında konuşan nevzuhur uzmanlar, eleştirel anlamda hiç bir şey söylemiyor, söyleyemiyor. Bugün bir direnişten söz edebilmemiz için, toplumlarımıza şiddet yoluyla dayatılan kolonyal dünya görüşüyle, kolonyal kavram ve kurumlarla, kolonyal bilgi ve eğitim sistemiyle hesaplaşmamız gerekir. Bu noktada bizlerin, İslami kayıplarımızın tazmin edilmesi yönünde bütüncül anlamda hiç bir şey yapmadığımız, kolektif bir mücadele ortaya koymadığımız çok acı bir gerçektir. Bizler, maruz kaldığımız ya da iradi olarak seçtiğimiz sömürgeci sistemi değiştirmek yerine, bu sisteme intibak ettik.

Türkiye, 1933 yılından başlayarak, laikleşme ve modernleşme temelinde, yabancı bilim insanlarının yardımlarıyla, katkılarıyla, önerileriyle, yeni bir kültürel/siyasal sistemi inşa yolunu seçti. Eğitim, kültür ve siyaset hayatı, çoğunluğu Almanya'daki Nazi zulmünden kaçarak Türkiye'ye gelen filologlar, felsefeciler, tarihçiler, iktisatçılar, mimarlar, estetik uzmanları tarafından yapılandırıldı. Laikleşme ve modernleşme yönünde atılan ilk adımlar sırasında, Türk kimliğinin içeriği ve mahiyeti de bu Alman bilim insanları tarafından belirlendi. Yine Cumhuriyetin ilk yıllarında, devlet ve düşünce dünyası, modern Türk edebiyatını antik Yunan-Roma geleneği üzerinde biçimlendirme yolunu seçti. Kültür alanında Avrupa hümanizmine dayalı bir yaklaşım esas alındı. Bu dönemde toplumsal-siyasal dönüşümü sağlayabilmek için Batı klasiklerinin çevirisine özel önem verilmiştir. Benzer çalışmaların İkinci Mahmud döneminde de yapıldığını hatırlamak faydalı olabilir. On dokuzuncu yüzyıl Osmanlı toplumunda kültürel bağlamda Arap-Fars etkisinin yerini Fransız kültürü almıştır.

NÄ°HAÄ° YABANCILAÅžMA NOKTASINDA MIYIZ?

Batılılaşmaya, emperyalist ihtiraslara ve çıkarlara, kolonyalist yapılara maruz kalmak ile bütün bunlara talip olmak birbirinden çok farklı şeylerdir. Her alanda Batılı bir modelin kopya edilmesi, nihai bir yabancılaşma noktasında bulunduğumuza işaret eder. Seküler dünya görüşünün ve eğitim tarzının tercih edilmesi, bugün de bu tarzın ısrarla sürdürülmesi, İslam'ın ve Osmanlı mirasının bütünüyle çepere itilmesi anlamı taşır.

Hangi toplum olursa olsun, bir toplumun kimliğinin, kişiliğinin, dünya görüşünün, eğitim tarzının, kültürünün, siyasal-kültürel kavram ve kurumlarının, yabancılar, sömürgeciler, kolonyalistler tarafından inşa edilmesi kadar vahim bir durum tasavvur olunamaz. Bu vahim durum sebebiyle İslam ve Müslümanlar, sömürgeci dünya görüşü tarafından inceleme-araştırma konusu-nesnesi haline getirilmişlerdir. Sözünü ettiğimiz bu vahim durum sebebiyledir ki, bugün Müslümanlar Batılı tahakküm ideolojisi, söylemi, dili ve kültürü ile özdeşleşmişlerdir.

Modern-seküler projeyi sorgulamaksızın, bu projeyle yüzleşmeksizin, bu projeyi reddetmeksizin herhangi bir şekilde bağımsızlıktan söz edilemez. Modern-seküler projeyi içselleştiren toplumsal/siyasal/kültürel bir bünye, hiç bir zaman gerçek anlamda yapısal/tarihsel bir değişimi gündemine alamaz; nitekim alamamıştır. Böyle bir bünyenin İslami tahayyül ve tasavvur iddiaları inandırıcı ve ikna edici olmaktan çok uzaktır.

ÇELİŞKİLER İÇİNDE YAŞIYORUZ

Tek akla, tek yoruma kendisini kapatan topluluklar/bünyeler, hiç bir şekilde eleştirel bir tavra, tarza, konuma sahip olamaz; tarihsel sorular etrafında kapsamlı çözümlemeler yapamaz; zamanın ve tarihin bilincinde olamaz; entelektüel bir misyon yüklenemezler. Tek akla, tek yoruma körü körüne bağlanan toplumlarda hiç bir düşünsel, kültürel, felsefi gelişme/zenginlik yaşanamaz. Üstelik toplumlarımız, kültürel hayatımız, dini hayatımız Batıyla özdeşleşmek istedikçe aynı Batı tarafından sürekli istiskal edilerek dışlanmaktadır - bunun sebeplerini sorgulamamız gerekir. Düşünce hayatımızın, kültür hayatımızın, siyasal hayatımızın, içerisinde yaşamakta bulunduğumuz gerçekliği İslami doğrultuda değiştirmek/dönüştürmek yönünde yapısal nitelikli çalışmaları hiç bir zaman olmamıştır. Batı siyasal düzeninin kopyası olan bir düzende, ödünç alınan bir sistem içerisinde yaşamaya devam ederken, bir diğer yanda İslami tasavvurlardan söz etmek kadar çelişkili bir durum olamaz.

Farklı olana hayat hakkı tanımayan birörnekleştirilmiş topluluklar, cemaatler, hareketler kadar katlanılması zor bir şey olamaz. Taklit ve kopya varoluş biçimlerinin ehliyet ve liyakat sahibi olmaları beklenemeyeceği gibi, taklit ve kopya varoluşlar saygıyı da hak etmezler.

Müslümanlar olarak bugün çok zalim konjonktürel bir krizle karşı karşıyayız. Bu şartlar altında zihinsel ve ruhsal parçalanmalar kabul edilemez. Hiç bir bencil parçanın meşruiyetinden söz edilemez. İslami düşünce hayatı, kültür hayatı, hakkaniyet sınırları içerisinde kalarak her durumda devlet iktidarına karşı eleştirel bir mesafe içerisinde bulunmalıdır. Türkiye'de iktidar dilinin/söyleminin bir parçası haline gelerek bu dile eklemlenen İslami unsurlar, Suriye trajedisi başta olmak üzere, Ortadoğu'ya yönelik dış politika yaklaşımlarında çok büyük çelişkiler, zaaflar, önyargılar, mezhepçi inhiraflar sergilemişlerdir.
Tarihe, zamana, dünyaya geç kalmış cemaatler, hareketler, yapılar; ve keza bu cemaatlerin, hareketlerin, yapıların kullanmakta oldukları dil/bilgi, İslami bütünü temsil liyakatinden yoksundur. Bu dil ile yirmibirinci yüzyıla hitap edilemez.

Henüz yorum yapılmamış.

* İşaretli tüm alanları doldurunuz.